20 Mayıs 2013 Pazartesi

İKİZİNİN FARKINDA MISIN?


Kimiz biz?

Gerçekten olduğumuz kişi mi?

Yoksa kafamızda yarattığımız, olduğumuzu düşündüğümüz kişi mi?

Kafamızda yarattığımız kişiyle, içeriye kilitleyip yok etmeye çalıştığımız gerçek kişi yani ikizimizle bir arada yaşıyoruz çoğumuz. Ama farkında değiliz.

Farkında olabilmek ne kadar önemli, her defasında bir başka yönden önemini kavrıyor insan. Hayat kocaman bir tiyatro sahnesi ve bizler o sahnedeki oyuncularız. Ancak çoğumuz oynadığımız rollerin farkında değiliz. Hayatın o hızlı koşturmacası içinde üstlendiğimizi düşündüğümüz rolleri sorgulamadan, üzerimize uyup uymadığına bakmadan öylesine yaşıyor gibiyiz. Sanki dışardan bir el bizi yönetiyormuşçasına. İşte bu nedenle de mutsuz, hayal kurmaya bile çekinen, cesaretten yoksun bireyler haline geliyoruz. Mutlu olmak için gerçekten nelere ihtiyacımız olduğunu ya bilmiyoruz ya da biliyor ama görmezden geliyoruz ki; bu daha da kötü. Çünkü o sahneye hepimiz sadece bir defa çıkma hakkına sahibiz. Bizi mutlu edecek, hayallerimizle süslenecek, kendi seçtiğimiz rolü oynamak da en doğal hakkımız. Bunun için de kendimizi çok iyi tanımalı, neler hissettiğimizi çok iyi bilmeli, duygularımız da dahil kendimizin FARKINDA OLMALIYIZ.

Kendimizle ilgili gerçekleri bulmanın ilk yolu için, ‘’zaten kendimi tanıyorum’’ demeyi bırakmamız lazım. Ardından açık yüreklilikle, kendimizle yüzleşecek kadar cesur bir şekilde düşüncelerimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Belki önümüzde kocaman engeller vardır. Belki de  olduğumuzu düşündüğümüz kişi bizi esir alıp, tüm sahneyi ele geçirmiştir. Eğer böyleyse ikizimiz adeta bize hiç söz hakkı tanımaz. İster ki her şeyi kendisi yapsın. Aslında olduğumuzu düşündüğümüz kişi gerçek kimliğimizden yani gerçek bizden korkar. Esas korkusu ise diğer insanların hakkında kötü şeyler düşünmesidir. Ve bu nedenle güvende kalmayı tercih ederek gerçek kimliğimizi saklar, onu gömmeye çalışır. Böylece biz giderek gerçek kimliğimizden uzaklaşırız. Ta ki fark edene değin.

Pekiyi ne zaman iki kişi olarak yaşamaya başlarız? Bu bazen çocukluk yaşlarına kadar inebilir diyor konuyla ilgilenenler.

Pek çoğunuz bunu zaten bildiğinizi, tüm bu satırların anlamsız olduğunu düşünebilirsiniz. Uzmanlar ‘’eğer böyle düşünüyorsanız, olduğunuzu düşündüğünüz kişi çoktan sizi ele geçirmiş demektir.’’ diyor.

Gerçekten de çoğu zaman hemen hepimiz bunu yapıyoruz yine farkında olmadan. Önümüze öyle setler çekiyoruz ki, kendi içimizdeki yalnızlığımızla bir başımıza kalıyoruz. Başkaları hakkımızda neler düşünür diye korktuğumuz için de bu engelleri yıkmaya cesaret gösteremiyoruz bir türlü. Ama unutmayalım ki o engellerin, o sınırların ardında zaman içinde yok olup gitmek an meselesi. Umutsuz, mutsuz, hayalsiz kalmak da cabası…

İçimizdeki kişinin kim olduğunu bilmek, asıl kimliğimizi yakalamak, daha mutlu ve huzurlu yaşamak adına davranış tarzımızı; karşılığında gelen tepkileri ve bizim o tepkilere olan hislerimizi iyi özümsemek gerekiyor her şeyden önce.  
İşte bunu başarmak için gelin beraberce kendini keşfetme terapisi nedir, nasıl yapabiliriz ona bakalım. Belki bir iki ipucu yakalarız, ne dersiniz?

Bu yöntemi John Verdon’un ‘Aklından Bir Sayı Tut’ romanının sayfaları arasında gördüm. Romanın akıcılığı içinde sadece bir paragraftı gözüme çarpan; ama ilgimi çektiği için  paylaşmak istedim. Uygulanabilirliği var gibi görünüyor, takdir sizlerin olsun…

KENDİNİ KEŞFETME TERAPİSİ için size verilen değişik rolleri oynamanız gerekiyor. 
Her kişi belirli bir dönem boyunca yaklaşık on farklı rol oynuyor. Her gün yepyeni bir rol. İstememek, kabul etmemek yok. Önerilen her rolün hakkını vererek, o rolün gerektirdiği şekilde davranmanız önemli. Örneğin, bir gün hata yapan birisi oluyorsunuz, gün boyu düşünmeden adım atan, aceleci bir role bürünüyorsunuz. Elbette karşıdan gelecek tepkileri de kabulleniyorsunuz, karakteriniz buna aykırı dursa da. Bir başka gün yardımsever birisi oluyorsunuz. Herkese yardım ediyor, karşıdan aldığınız tepkilerle yardımseverliğin size neler getirdiğini birebir yaşıyorsunuz. Ertesi gün her şeye muhalefet ediyorsunuz, bir başka gün ise her şeye olumlu çerçeveden bakıyorsunuz, hiç kızmıyor, olaylar karşısında sabırla beklemeyi tercih ediyorsunuz.

Tüm bu rolleri yaşamak, tepkileri görmek, kendi içinizdeki sesi dinlemek size geniş ve farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Kısacası bu yöntemin anlamı; insanların hayatları boyunca üstlendikleri rolleri net olarak görmelerini sağlamak oluyor. Rollerin içerikleri, senaryoları o rolü üstlenen kişi tarafından seçilmemiş gibi görünse de; tutarlı ve tahmin edilebilir bir etki bırakıyor. Çünkü her yeni gün sergilenen yeni davranış tarzlarını öğreniyorlar. Aslında her tarzın bir seçim olduğunu anlıyorlar. Ve sonrasında zararlı hareketlerini yararlı olanlarla değiştirebilecekleri bir davranış programı uygulanıyor.  Yani TARZ, SEÇİM, DEĞİŞİM yaşanıyor. Basit ama oldukça etkili bir yol gibi değil mi sizce de?

Hayatın getirdiklerini ve sahne üzerinde oynadığımız ana rolün hakkını vermek, sonunda farkındalığı güçlü, her şeye rağmen tebessüm eden kişiler olmak için  çabalamak gerekiyor. İçimizdeki mücadele gücünü, hep pozitif enerjiyle destekleyecek motivasyonu  ise yine kendi içimizde buluyoruz. Bunun için kendimizi çok iyi tanımamız, varsa engeller ya da sınırlar onları bir bir yıkmamız gerekiyor. Hayat bizim hayatımız, doğrusuyla yanlışıyla her şeyden sorumlu olan da biziz. O halde gelin; sahne üzerindeki bu tek perdelik rolümüzün hakkını vererek oynayalım. Bir başka kimliğin ardına saklanmadan gerçek kimliklerimizle yaşamı tebessümle kucaklayalım.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

09.04.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...