Kimiz biz?
Gerçekten olduğumuz kişi
mi?
Yoksa kafamızda
yarattığımız, olduğumuzu düşündüğümüz kişi mi?
Kafamızda yarattığımız kişiyle, içeriye kilitleyip yok etmeye çalıştığımız gerçek kişi yani ikizimizle bir arada yaşıyoruz çoğumuz. Ama farkında değiliz.
Farkında olabilmek ne
kadar önemli, her defasında bir başka yönden önemini kavrıyor insan. Hayat
kocaman bir tiyatro sahnesi ve bizler o sahnedeki oyuncularız. Ancak çoğumuz
oynadığımız rollerin farkında değiliz. Hayatın o hızlı koşturmacası içinde
üstlendiğimizi düşündüğümüz rolleri sorgulamadan, üzerimize uyup uymadığına
bakmadan öylesine yaşıyor gibiyiz. Sanki dışardan bir el bizi
yönetiyormuşçasına. İşte bu nedenle de mutsuz, hayal kurmaya bile çekinen,
cesaretten yoksun bireyler haline geliyoruz. Mutlu olmak için gerçekten nelere
ihtiyacımız olduğunu ya bilmiyoruz ya da biliyor ama görmezden geliyoruz ki; bu
daha da kötü. Çünkü o sahneye hepimiz sadece bir defa çıkma hakkına sahibiz.
Bizi mutlu edecek, hayallerimizle süslenecek, kendi seçtiğimiz rolü oynamak da
en doğal hakkımız. Bunun için de kendimizi çok iyi tanımalı, neler
hissettiğimizi çok iyi bilmeli, duygularımız da dahil kendimizin FARKINDA
OLMALIYIZ.
Kendimizle ilgili
gerçekleri bulmanın ilk yolu için, ‘’zaten kendimi tanıyorum’’ demeyi bırakmamız
lazım. Ardından açık yüreklilikle, kendimizle yüzleşecek kadar cesur bir
şekilde düşüncelerimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Belki önümüzde kocaman
engeller vardır. Belki de olduğumuzu
düşündüğümüz kişi bizi esir alıp, tüm sahneyi ele geçirmiştir. Eğer böyleyse
ikizimiz adeta bize hiç söz hakkı tanımaz. İster ki her şeyi kendisi yapsın. Aslında
olduğumuzu düşündüğümüz kişi gerçek kimliğimizden yani gerçek bizden korkar. Esas
korkusu ise diğer insanların hakkında kötü şeyler düşünmesidir. Ve bu nedenle güvende
kalmayı tercih ederek gerçek kimliğimizi saklar, onu gömmeye çalışır. Böylece
biz giderek gerçek kimliğimizden uzaklaşırız. Ta ki fark edene değin.
Pekiyi ne zaman iki kişi
olarak yaşamaya başlarız? Bu bazen çocukluk yaşlarına kadar inebilir diyor konuyla
ilgilenenler.
Pek çoğunuz bunu zaten
bildiğinizi, tüm bu satırların anlamsız olduğunu düşünebilirsiniz. Uzmanlar ‘’eğer
böyle düşünüyorsanız, olduğunuzu düşündüğünüz kişi çoktan sizi ele geçirmiş
demektir.’’ diyor.
Gerçekten de çoğu zaman
hemen hepimiz bunu yapıyoruz yine farkında olmadan. Önümüze öyle setler
çekiyoruz ki, kendi içimizdeki yalnızlığımızla bir başımıza kalıyoruz. Başkaları
hakkımızda neler düşünür diye korktuğumuz için de bu engelleri yıkmaya cesaret
gösteremiyoruz bir türlü. Ama unutmayalım ki o engellerin, o sınırların ardında
zaman içinde yok olup gitmek an meselesi. Umutsuz, mutsuz, hayalsiz kalmak da
cabası…
İçimizdeki kişinin kim
olduğunu bilmek, asıl kimliğimizi yakalamak, daha mutlu ve huzurlu yaşamak
adına davranış tarzımızı; karşılığında gelen tepkileri ve bizim o tepkilere
olan hislerimizi iyi özümsemek gerekiyor her şeyden önce.
İşte bunu başarmak için
gelin beraberce kendini keşfetme terapisi nedir, nasıl yapabiliriz ona bakalım.
Belki bir iki ipucu yakalarız, ne dersiniz?
Bu yöntemi John
Verdon’un ‘Aklından Bir Sayı Tut’ romanının sayfaları arasında gördüm. Romanın
akıcılığı içinde sadece bir paragraftı gözüme çarpan; ama ilgimi çektiği
için paylaşmak istedim.
Uygulanabilirliği var gibi görünüyor, takdir sizlerin olsun…
KENDİNİ KEŞFETME
TERAPİSİ için size verilen değişik rolleri oynamanız gerekiyor.
Her kişi
belirli bir dönem boyunca yaklaşık on farklı rol oynuyor. Her gün yepyeni bir
rol. İstememek, kabul etmemek yok. Önerilen her rolün hakkını vererek, o rolün
gerektirdiği şekilde davranmanız önemli. Örneğin, bir gün hata yapan birisi
oluyorsunuz, gün boyu düşünmeden adım atan, aceleci bir role bürünüyorsunuz.
Elbette karşıdan gelecek tepkileri de kabulleniyorsunuz, karakteriniz buna
aykırı dursa da. Bir başka gün yardımsever birisi oluyorsunuz. Herkese yardım
ediyor, karşıdan aldığınız tepkilerle yardımseverliğin size neler getirdiğini
birebir yaşıyorsunuz. Ertesi gün her şeye muhalefet ediyorsunuz, bir başka gün ise
her şeye olumlu çerçeveden bakıyorsunuz, hiç kızmıyor, olaylar karşısında
sabırla beklemeyi tercih ediyorsunuz.
Tüm bu rolleri yaşamak,
tepkileri görmek, kendi içinizdeki sesi dinlemek size geniş ve farklı bir bakış
açısı kazandırıyor. Kısacası bu yöntemin anlamı; insanların hayatları boyunca
üstlendikleri rolleri net olarak görmelerini sağlamak oluyor. Rollerin
içerikleri, senaryoları o rolü üstlenen kişi tarafından seçilmemiş gibi görünse
de; tutarlı ve tahmin edilebilir bir etki bırakıyor. Çünkü her yeni gün
sergilenen yeni davranış tarzlarını öğreniyorlar. Aslında her tarzın bir seçim
olduğunu anlıyorlar. Ve sonrasında zararlı hareketlerini yararlı olanlarla
değiştirebilecekleri bir davranış programı uygulanıyor. Yani TARZ, SEÇİM, DEĞİŞİM yaşanıyor. Basit
ama oldukça etkili bir yol gibi değil mi sizce de?
Hayatın getirdiklerini
ve sahne üzerinde oynadığımız ana rolün hakkını vermek, sonunda farkındalığı
güçlü, her şeye rağmen tebessüm eden kişiler olmak için çabalamak gerekiyor. İçimizdeki mücadele gücünü,
hep pozitif enerjiyle destekleyecek motivasyonu
ise yine kendi içimizde buluyoruz. Bunun için kendimizi çok iyi
tanımamız, varsa engeller ya da sınırlar onları bir bir yıkmamız gerekiyor. Hayat
bizim hayatımız, doğrusuyla yanlışıyla her şeyden sorumlu olan da biziz. O halde
gelin; sahne üzerindeki bu tek perdelik rolümüzün hakkını vererek oynayalım. Bir
başka kimliğin ardına saklanmadan gerçek kimliklerimizle yaşamı tebessümle
kucaklayalım.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
09.04.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder