Mutluluk… Hemen hepimizin hayattan en çok istediği şey belki de, öyle değil mi? Tüm yaşantımızı
ona endeksliyoruz ve bir gün gelip mutlu olmayı bekliyoruz. Oysa ki mutluluğun
sadece ANlarda saklı olduğunu ve bizim bakış açımızla şekillendiğini hep göz
ardı ediyoruz. Üstelik sahip olduklarımıza şükretmeyi hep unutuyor, asıl
mutluluğun elimizdekilerin kıymetini bilince ortaya çıkacağını bilmezden
geliyoruz.
İşte bugün size öyle bir
kişiden bahsedeceğim ki, yaşadığı o en zor şartlarda bile kendisini mutlu
etmeyi başarmış. İçinizde bilenleriniz mutlaka vardır ya da benim gibi aşina
olanlarınız… Ancak hayat hikayesi ve başardıkları bize mutluluk adına yol
gösterecek nitelikte. Geçenlerde okuduğum bir kitabın sayfaları arasında ismiyle
yeniden karşılaştığımda; hayatını ve başarılarını sizlerle de paylaşmak
istedim.
Çünkü açlık, soğuk, her
türlü bedensel işkence ve onur kırıcı ortama rağmen
‘MUTLULUĞU’ yakalayan
önemli bir isim kendisi.
Yıl… 1943-1946 (2. Dünya Savaşı dönemi)
Yer… Polonya’daki ölüm kampları
Dönem… Hitler Almanya'
sı
İsim… VİCTOR EMIL FRANKL
Hitlerin Yahudiler için
hazırladığı toplama kampına eşi, annesi, babası ve kız kardeşi ile birlikte
tutuklanarak gönderilen bir nöropsikiyatrist. Kız kardeşi dışında bütün aile
üyeleri gaz odasında öldürülmüş. Kendisi ise düşünce farkındalığı sayesinde
kamptan sağ olarak kurtulmayı başarmış. Üstelik ‘özellikle acı çeken ve sürekli
hayatın anlamını sorgulayan kişilerde oldukça etkili bir yöntem olan’ yeni bir
terapinin öncülüğünü yaparak.
FRANKL, ölüm
kampındayken kendisine yapılanları ve yaşadığı olayları değiştiremeyeceğinin
farkındadır. Ancak, yakaladığı farkındalıkla artık olaylara nasıl yaklaşacağını
ve nasıl yorumlayacağını bilir. Böylece dış olayların ESİRİ olmaktan kurtulmayı başarır. Üstelik
bu düşüncesinin değişik ortamlarda da
yararlı olarak kullanabileceğini görür.
Ölüm kampında kaldığı
süre boyunca, belki de hemen her gün gaz odasına gitme ihtimaline rağmen dimdik
ayakta kalmayı başaran nadir insanlardan biridir. O zor şartlarında; içindeki
İNANCA ve UMUDA dört elle sarılmış, düşüncelerinin farkındalığı sayesinde o
dönemdeki hayat sınavını başarıyla atlatmıştır.
Hayatla ve insanlarla
bağ kurabilmek, sevgiyle bunu korumak çok önemli. Çünkü bizlere uğruna
yaşanmaya değer bir şeyler olduğunu gösterir. Bizler de bu bakış açısına
sımsıkı bağlanırsak; hayatın olumsuzluklarıyla mücadeleden hep başarıyla
çıkabiliriz diye düşünüyorum; tıpkı Frankl’in yaptığı gibi.
Acıyı, sabrı
ve düşünceleriyle yoğurup mutluluğu yakalayan bu önemli nöroloji
ve psikoloji profesörünün hayat öyküsüne
kısaca yer verme zamanı şimdi.
Victor Emil Frankl, 26
Mart 1905'de Viyana'da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası yaşadığı
geçim zorlukları nedeniyle Viyana'da sürdürdüğü tıp öğretimine son vermek zorunda
kaldığı için; en büyük hedefi babasının gerçekleşmeyen arzusunu hayata geçirmek
olur. Çocukluk yıllarından itibaren hayata bakış açısı ve düşünceleri diğer
çocuklardan oldukça farklıdır. Dört yaşlarında küçük bir çocukken farklı bir
bakış açısına ve düşünceye sahip olduğunun ilk sinyallerini verir. Bir akşam
uyumak üzere hazırlanırken, birden herkes gibi bir gün kendisinin de öleceğini
düşündüğünden ve ansızın irkildiğinden bahseder.
Özellikle okul sırasında
karşılaştığı iki olay ise onun geleceğini derinden etkiler. Bir gün Tabiat
Bilgisi dersinde hocası, hayatın bir yanma mekanizmasından ibaret olduğunu dile
getirdiğinde Frankl, hayatın anlamıyla ilgili endişesini dışa vurur. Yine günün
birinde intihar eden arkadaşının elinde Neitsche'ye ait bir kitap bulur. Ve henüz
o yaşlarındayken dünya görüşü ile hayatın oluşumu arasında varoluşsal bir bağın
olması gerektiği düşünür. Yani ilerde bulacağı yeni terapinin temellerini henüz
küçük bir çocukken farkında olmadan atar. Ancak hayatındaki en önemli
tecrübesini dört ayrı toplama kampında
geçirdiği deneyimlerle kazanır.
Ölüm kampından kurtulup Viyana’ya
dönüşünden sonra; önce gerçek mutluluğu nasıl bulduğunu anlattığı ‘Man’s Search
for Meaning’ isimli kitabını yazar. Ardından kamptaki deneyimlerine dayanarak
kurduğu Logoterapi’nin ayrıntılarını anlattığı ‘The Will to Meaning’ isimli
kitabını kaleme alır. Her ikisi de bu alanda rehber niteliği taşır. Ve kendisi
dünyanın hemen her ülkesinde pek çok panele, konferans ve seminere katılarak
duygu ve düşüncelerini ilgilenenlerle paylaşır. Kitapları dışında pek çok
makalesi de vardır. 72 yaşında yaşadığı kalp sorunlarını yenemez ve hayatına
veda eder.
Şimdi gelin isterseniz
kısaca Victor Frankl’in bulduğu terapi olan
LOGOTERAPİ’den söz edelim. Kökeni Yunanca bir kelime olan ‘Logos’
(Anlam) dan gelir. Yani Logoterapi ‘Anlam yoluyla terapi’ demek. Bu haliyle
"Terapi yoluyla anlam" düşüncesini esas alan geleneksel
psikoterapinin tam tersi bir anlayış
içerir. Ele aldığı ana kavram ANLAM’dır. Ana özelliği ise insanın hayatına anlam
kazandırabileceği amaç ve hedefler bulmasını sağlamaktır.
Kendi sözleriyle bu
tanımı kuvvetlendirelim mi?
"Kişi hizmet
edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok
kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir."
diyor Frankl. Ve yaşamın anlamını bulabilmek için öncelikle bir amacımızın
olması gerektiğini vurguluyor. Eğer hayatımızın bir döneminde acının
vazgeçilmez olduğu durumlarla karşılaşırsak acının da bir anlamı olabileceğini
unutmamamız gerektiği üzerinde duruyor. Yaşanan en zor şartların bile bir
sebeple bizim karşımıza çıktığını, gelip geçeceğine olan güvenimizi asla
kaybetmemiz gerektiğini özetliyor bir anlamda.
Normalde uzmanlar
dışardan gelen UYARICIlar ile bizim gösterdiğimiz DAVRANIŞlar arasında
kendimize özgü iç psikolojik süreçler olduğunu dile getiriyor. İşte Frankl, uyarıcılar
ile davranışlar arasında seçme özgürlüğümüz olduğunu savunanlardan. Ve bu
özgürlüğün bilinçlenme derecesine bağlı olarak değiştiğine dikkat çekiyor. Kimi insan bu özgürlüğü kendi lehine
kullanırken, kimi insan çekimser kalabiliyor. Aslında bu bakış açısı o kadar
önemli ki bizim hayatımızda.
Bilinç düzeyi gelişmiş,
vicdanının sesine kulak verebilen, iradesinin gücüne inanan ve hayal gücüne
sınır tanımayan bir insan ise en doğru davranışı sergiliyor. Olaylara geniş bir
açıdan bakabildiği için doğru algılıyor, doğru yorumluyor, doğru
değerlendiriyor, doğru karar veriyor, doğru bir seçim yapıyor ve sonuçta
kendisi lehine en doğru davranışla ÖZÜNDEKİ MUTLULUĞU hep yakalıyor.
İzninizle yazımı kitaplarını
hayranlıkla okuduğum Brezilya doğumlu, ünlü yazar, gazeteci ve aynı zamanda söz
yazarı olan Paulo Coelho’nun sözleriyle sonlandırmak istiyorum. Adeta benim
hayat felsefimi özetlemiş satırlarıyla. Şöyle diyor ünlü yazar;
‘’Kaçırma gözlerini hayattan. Hep hayatın içinde olsun
bakışların. Hep kendi içinde. Baktığın kadar varsın bu hayatta. Hatta sadece
bakmakla da yetinme. Görmen de lazım. Görüp de bilmen, bilip de sevmen lazım. Hayatı
kendi içinde, kendini hayatın içinde. Bir nefeslik molaları çok görme kendine. Arada
bir karanlıkta kalsa da bir yanın. SAKIN PES ETME! Çekil kendi kabuğuna bir
süre. Sadece içine bak. Kendi aydınlığın senin içinde. Ara ve bul, içine bak! Özünü
fark et! SEN bir MUCİZESİN… AŞKla yaşa ki, HAYAT AŞK olsun. ‘’
Sevgiyle AŞKla kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.04.2013
NOT: Tüm yayınlarında
hayata bakış açımızı biraz daha geliştirdiğimiz, değerli yazar Doğan CÜCELOĞLU’nun
‘İyi Düşün Doğru Karar Ver’ isimli kitabı rehber alınmıştır.
Victor Emil Frankl-İnsanın anlam arayışı kitabından bir paragraf paylaşmak istiyorum..
YanıtlaSil"Sevgi,sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer.Sevgi,en derin anlamını ,kişinin tinsel varlığında ,iç benliğinde bulur.Sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması ,yaşayıp yaşamaması bir anlamda önemli olmaktan çıkar"S.53