10 Aralık 2024 Salı

YAZAR OLMANIN CİLVESİ (2/2)

Peki bu olağanüstü şaheser nasıl kaleme alınmış, yazar o anlarda neler hissetmiş dersiniz?

‘’Ünlü yazar ‘Anna Karenina’ romanını yazarken günlerce, saatlerce odasına kapanır. Emrinde çalışanlar verilen talimat gereği, zorunlu bir neden olmadığı sürece odasından içeriye adım dahi atamaz.

Hatta yazarın yemeği bir kere tıklatılan kapı önüne sessizce bırakılır.

Aradan günler geçer.

Tolstoy eserini yazmaya, çalışanlar da rutin görevlerini yapmaya devam eder.

Derken yemek getirme görevini üstlenen hizmetçi kapıya bıraktığı yemeklerin yenilmediğini, hatta hiç dokunulmadığını fark eder. Telaşlanır ve hemen kapıya vurup içeriden gelecek sesi dinlemeye koyulur. Odadan hiç ses duymayınca telaşı daha da artar.

Vakit geçirmeden yazarın komşularına, yakın arkadaşlarına haber verir ve yardım ister.

Eve gelenler kapıyı açtıklarında hayretle birbirlerine bakmaya başlar.

Neden mi?

Çünkü yazar yerde halının üzerinde cenin pozisyonunda sessizce ağlamaktadır.

Orada bulunan hiç kimse yazarın durumuna bir anlam veremez ve sebebini sorar.

Tolstoy, Anna Karenina öldüğü için üzgün olduğunu ve onu kaybettiği için ağladığını fısıldar.

Sanırım bu küçük anektod bizlere yazarların duygu dünyaları hakkında güzel bir ipucu veriyor.

Kimbilir belki de herkesçe bilinen cümlesini, o romanı sonrası yazmıştır Tolstoy.

‘’ Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.’’

Düşünsenize yazdığı romanda kendi tarafından yaratılan kahramanı, yine kendi düşüncesi ile öldürdüğünde üzülebiliyor bir yazar.

Gerçekten de yazar olmanın bedeli ağır.

Yalnızlık, yeterince anlaşılamama hissi, gerçek hislerle yazma cesareti, hatta satır aralarına sıkışıp bizzat olayları yaşamanın devasa yükü, içinde aradığını bulamayan bir ruhla çalkantılar içinde hayata tutunmak, yeri gelip içinde patlayan duygu fırtınaları ile baş etmeye çalışırken hayatını neredeyse hiçe saymanın ağır bedeli ve daha niceleri…

Her biri yazar olmanın cilvesi.

Şimdi paylaşacaklarım ise bu cilvenin ne denli zorlu olduğunu anlamamız açısından çok daha ilginç.

Tarihler 1870’li yılları gösterdiğinde Tolstoy’un zihninde meşhur romanın ilk kurguları belirmeye başlar.

Aradan iki yıl geçer.

Tam o sıralarda Anna isminde bir kadın, yaşadığı ihanetin acısıyla yük treninin önüne atlayarak hayata veda eder. Tren istasyonunda toplanan meraklı halkın arasında Tolstoy’da vardır ve olaydan çok etkilenir.

Olaydan bir yıl sonra da romanına gerçek anlamda başlar.

Tam beş yıl eseri üzerinde çalışır. Bu arada yaptığı planda on iki kez değişiklik yapar.


Roman gelenekçi ve kasvetli tasvir ettiği Moskova ile modern, eğlenceli, özgür Petersburg’da geçer.

Romanın başkahramanları Anna ve Vronski Moskova’da bir tren garında tanışır. Yıllar sonra yaşadığı acıları kaldıramayan Anna, yine bir tren garında hayatına veda eder.

Tıpkı gerçek yaşamda intihar eden Anna gibi.

Peki Tolstoy’un nerede hayata sessizce veda ettiğini hatırladınız mı?

Bir tren garında.

Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan Tolstoy’un inişli, çıkışlı ve kendine has yaşamını paylaşacağım bir başka yazımda yine yanımda olmanız dileğimle.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

22.07.2024

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://www.ensonhaber.com; https://www.hurriyet.com.tr.

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...