Peki bu olağanüstü şaheser nasıl kaleme alınmış, yazar o anlarda neler hissetmiş dersiniz?
‘’Ünlü
yazar ‘Anna Karenina’ romanını yazarken günlerce, saatlerce odasına kapanır.
Emrinde çalışanlar verilen talimat gereği, zorunlu bir neden olmadığı sürece
odasından içeriye adım dahi atamaz.
Hatta
yazarın yemeği bir kere tıklatılan kapı önüne sessizce bırakılır.
Aradan
günler geçer.
Tolstoy
eserini yazmaya, çalışanlar da rutin görevlerini yapmaya devam eder.
Derken
yemek getirme görevini üstlenen hizmetçi kapıya bıraktığı yemeklerin
yenilmediğini, hatta hiç dokunulmadığını fark eder. Telaşlanır ve hemen kapıya
vurup içeriden gelecek sesi dinlemeye koyulur. Odadan hiç ses duymayınca telaşı
daha da artar.
Vakit
geçirmeden yazarın komşularına, yakın arkadaşlarına haber verir ve yardım
ister.
Eve
gelenler kapıyı açtıklarında hayretle birbirlerine bakmaya başlar.
Neden
mi?
Çünkü
yazar yerde halının üzerinde cenin pozisyonunda sessizce ağlamaktadır.
Orada
bulunan hiç kimse yazarın durumuna bir anlam veremez ve sebebini sorar.
Tolstoy, Anna Karenina öldüğü için üzgün olduğunu ve onu kaybettiği için ağladığını fısıldar.
Sanırım
bu küçük anektod bizlere yazarların duygu dünyaları hakkında güzel bir ipucu
veriyor.
Kimbilir
belki de herkesçe bilinen cümlesini, o romanı sonrası yazmıştır Tolstoy.
‘’
Hayat ne gideni geri
getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri
zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.’’
Düşünsenize
yazdığı romanda kendi tarafından yaratılan kahramanı, yine kendi düşüncesi ile
öldürdüğünde üzülebiliyor bir yazar.
Gerçekten
de yazar olmanın bedeli ağır.
Yalnızlık,
yeterince anlaşılamama hissi, gerçek hislerle yazma cesareti, hatta satır
aralarına sıkışıp bizzat olayları yaşamanın devasa yükü, içinde aradığını
bulamayan bir ruhla çalkantılar içinde hayata tutunmak, yeri gelip içinde
patlayan duygu fırtınaları ile baş etmeye çalışırken hayatını neredeyse hiçe
saymanın ağır bedeli ve daha niceleri…
Her biri yazar olmanın cilvesi.
Şimdi
paylaşacaklarım ise bu cilvenin ne denli zorlu olduğunu anlamamız açısından çok
daha ilginç.
Tarihler
1870’li yılları gösterdiğinde Tolstoy’un zihninde meşhur romanın ilk kurguları
belirmeye başlar.
Aradan
iki yıl geçer.
Tam
o sıralarda Anna isminde bir kadın, yaşadığı ihanetin acısıyla yük treninin
önüne atlayarak hayata veda eder. Tren istasyonunda toplanan meraklı halkın
arasında Tolstoy’da vardır ve olaydan çok etkilenir.
Olaydan
bir yıl sonra da romanına gerçek anlamda başlar.
Tam
beş yıl eseri üzerinde çalışır. Bu arada yaptığı planda on iki kez değişiklik
yapar.
Roman
gelenekçi ve kasvetli tasvir ettiği Moskova ile modern, eğlenceli, özgür
Petersburg’da geçer.
Romanın
başkahramanları Anna ve Vronski Moskova’da bir tren garında tanışır. Yıllar
sonra yaşadığı acıları kaldıramayan Anna, yine bir tren garında hayatına veda
eder.
Tıpkı
gerçek yaşamda intihar eden Anna gibi.
Peki
Tolstoy’un nerede hayata sessizce veda
ettiğini hatırladınız mı?
Bir
tren garında.
Hayatı
boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan Tolstoy’un inişli,
çıkışlı ve kendine has yaşamını paylaşacağım bir başka yazımda yine yanımda
olmanız dileğimle.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
22.07.2024
Kaynaklar:
https://tr.wikipedia.org; https://www.ensonhaber.com; https://www.hurriyet.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder