İçimizdeki
en tehlikeli yanımız belki de. Latince ego’dan geliyor. Benlik ya da ego. Her ikisini de sıkça kullanıyoruz
aslında.
Zihnimizde
üç katman halinde bulunuyor. ID (Alt benlik), Ego (Benlik), Süper ego (Üst benlik).
Alt
benliğimiz; temel ve en ilkel benliğimiz. Cinsellik ve saldırganlık
dürtülerinden oluşuyor. Zevk ilkesine göre çalışıyor. Bu bölümde dürtü ve bencillik
söz konusu. İsteklerimiz hemen olsun ve haz elde edelim diye kapıda bekliyor.
Kişiliğimizin
psikolojik yanı olan egomuz ise bir hakem gibi adeta. Uygun olanlara yeşil,
olmayanlara kırmızı kartını çıkarıyor. Bu denetlemeyi yaparken; kişisel
güvenliğimizi sağlamayı hedef alıyor. Sosyal çevreden gelen uyarıları değerlendirirken
bizim uyumumuzu düşünüyor. Algılıyor, seçiyor, denetliyor, gerekirse süzüyor,
düzenliyor ve bize sunuyor. Tıpkı bir yönetici gibi. Mantıklı, akılcı, pratik
ve gerçekçi.
Süper
egomuz ise bizim vicdani yanımız. Her iki katmandan gelen isteklerin, toplumsal
değerlere uygun olup olmadığına bakıyor. Uygunsa izin veriyor, değilse
bilinçaltımıza atıyor.
Özetle;
üçü el ele bir arada çalışıyor.
Böylece
bizim duygu, düşünce ve davranışlarımız belirleniyor. Tıpkı farklı fiziksel
özelliklerimiz gibi; birbirinden tamamen farklı duygu ve düşüncelerimizle
yaşamın içindeki varlığımızı koruyoruz. Hiç birimiz bir diğerine benzemiyor.
Hatta kardeşler bile. İşte bu farklı özelliklerimizle dünyayı ve olayları
farklı algılıyor, farklı tepkilerde bulunuyoruz.
Dolayısıyla
hepimiz farklı yapılanmış, tamamen kendimize has bir kişilik geliştiriyoruz.
Elbette doğuştan kazandığımız genetik özelliklerimize bağlı olan bir yanımız
var. Micazımız yani huyumuz. Büyürken çevreden kazandığımız ve eğitimle şekil
alan karakterimizi ise unutmamak gerek. İşte kişiliğimiz bunların üzerine inşa
ediliyor. Sonuçta birbirimizden tamamen farklı kişiler olarak toplumda yerimizi
alıyoruz.
Kimimiz
daha duygusalız. Yaşantımızı duygularımızla ifade etmeye meyilliyiz.
Kararlarımızda duygu ağır basıyor. Mantıklı düşünmeyi pek tercih etmiyoruz.
Kolay inciniyoruz. Daha hassas ve kırılganız. Bir o kadarda şefkatli, hatta
bazen çocuk yanımızla çılgın.
Kimimiz
için akıllı ve mantıklı olmak daha önemli. Meraklı olduğumuz için analiz
yapmayı seviyoruz. Düşünmeden hareket etmek bize göre değil. Duygularımız
ikinci planda.
Bir
de duygularını davranışlarıyla gösterenler var. Sevgilerini, öfkelerini,
sıkıntılarını… Konuşmaktansa eylem içinde olmak daha kolay onlar için.
Uzmanlar
bunun bilincinde olup, hangi taraf aşırıysa onu diğerleriyle dengelememiz
gerektiğinde hemfikirler. Her şeyde olduğu gibi yine bir denge hali söz konusu.
Hepsinden yeteri dozda kullanmayı bilmek. Hiç birinde aşırıya kaçmadan akışa
uyum sağlamak. Böylece daha kolay anlamak ve anlaşılmak.
Tüm
bu süreçte benliğimizin katmanları devrede elbette. Hangi katman daha baskınsa
kişiliğimizde onun tınıları kendini gösteriyor. Alt benlik baskınsa zevkini ve kendini düşünen
bir kişilik söz konusu. Egonun baskın hali; hem kendisini hem de çevresini
düşünüp ona göre davranan insan kişiliğini oluşturuyor. Süper egonun baskın olması
ise; ortaya utangaç, duygularını içinde yaşayan, toplumsal değerleri fazlasıyla
önemseyen bir kişilik portresi koyuyor.
Sonuçta
ortaya egoyu aldığımızda, ne alt ne de üstten yana fazla ağır basmamasına
dikkat etmek gerek. Peki bu durum bizim elimizde mi?
Evet
kalıtımsal değerlerle, çevresel faktörlerin arkasına saklanarak; tüm olumsuz
yanlarımızın suçunu onlara atabiliriz. ‘’Elimde değildi.’’ diyebiliriz. Ama
hayır. Ben bir noktaya kadar yaşantımızın anlarından kendimizin sorumlu
olduğuna inananlardanım. Ortada düzeltilmesi gerekli bir olumsuzluk varsa
tamamen bizimle alakalı.
Şöyle
bir düşünelim isterseniz. Fark ettiğimiz noktada düzelteceğimiz, törpüleyeceğimiz
yanlarımız hiç mi yok? Elbette var.
Elimizdekilere
şükürle, yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmazsak; bize bizden başka
kimsenin gerçekten yardım edemeyeceğini anlamak istemezsek; vay halimize.
Kısırdöngüde, giderek daralan çemberler arasında; ne zaman özgürlüğümüzü
kazanacağımızı bekleyerek ömür tüketiriz sadece.
Güç
bizde.
Düşüncelerimizde.
Duygu
ve davranışlarımızda.
Farkındalığımızda.
Kabulümüzde.
Egomuzu
dengede tutmakta.
Nasıl
mı?
Düşüncelerimize
biraz nükte katabilmek, hayatın o sert köşelerini yumuşatacak diye
düşünenlerdenim. Bu nedenle nüktedan kişileri bir başka severim. Zekalarını
konuştururken, fark ettirmeden en güzel dersi verirler.
Nasrettin
Hoca’nın evlatları değil miyiz hepimiz? Ama ne çok zaman oldu değil mi gülmeyi
unutalı? Evet yaşam zorluğu. Evet dünya gerçekleri. Evet bunca acı varken ortalıkta;
‘Kim, nasıl gülsün?’ diyorsunuz; biliyorum.
Oysaki
zihnimizi ve düşüncelerimizi olumlu tutabilmek için gülümsemek gerek. Yeri
geldiğinde kendimize gülebilmek bile ne kadar güzel. O anda karamsar gri
bulutlar, pembe mavilerle yer değiştiriyor çünkü. Sonra da her yere yayılıyor.
Hadi
gelin son satırları ünlü Hintli düşünür Osho’ya verelim. Onun satırlarıyla egomuzun
ve katmanlarının baskın yönlerini törpülemek kolaylaşacak diye düşünüyorum.
‘’Kendine
gülmek; egoyu ortadan kaldırır ve dünyevi hayatında seni daha şeffaf, daha
tasasız bir hale getirir. Eğer kendine gülebiliyorsan; başkalarının sana karşı
gülüşleri seni rahatsız etmeyecektir. Aslında bu bir işbirliğidir. Sen ne
yapıyorsan, onlar da aynısını yapıyordur, neşelenirsin. Başkalarına gülmek
egoistçedir. Kişinin kendisine gülmesiyse mütevazice.’’
Çok
mu zor? Yapamaz mıyız? Daha şeffaf ve tasasız olmak adına deneyebiliriz bence.
Zorlansak da pes etmek yok.
‘’Değişim
ancak ve ancak yapmaya alışık olduğumuz her şeyin aksini yaptığımızda
gerçekleşir.’’ diyen ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho ile son noktayı koyma
zamanıdır şimdi.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
01.02.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder