28 Aralık 2016 Çarşamba

DUYGU KAYITLARIMIZI TEMİZLEME ZAMANI (2/2)

Elbette öyle tek bir hareketle olmuyor bu söz ettiklerim. Üzerinde çalışmak, iç sesimizle ve bilinçaltımızla yaptığımız uyumlu dansta; KONTROL EDEN TARAF olmak zorundayız her zaman.

Hani tasavvufta kadim kişilerin ulaştığı o HİÇLİK noktası var ya.

Acaba bizden ne kadar uzakta?

Uzmanlar o noktaya ANLIK sahip olmanın bile; insanlık için çok büyük bir adım olduğunu söylüyorlar. Çünkü evrenin işleyişi, bizim zaman kavramımızdan daha farklı.

Hep yanımızda olduğu halde o ana kadar fark etmediğimiz ne çok tını var hayatın içinde düşünsenize. O anki ruh halimizle alakalı olarak; görüyor, algılıyor ve dünyamıza katıyoruz. Ya da yanından geçip gidiyor, kaybolmasına izin veriyoruz. Pek çok ışıltıyı da kaçırıyoruz böylelikle.

Sonrası mı?

Karamsarlık. Bıkkınlık. Dünyadan elini eteğini çekme isteği. Zevk alamama. Tatmin olmama ve kırılganlık halleri.

Tüm bu saydıklarım hem bize zarar veriyor hem de etrafımızdakilere bulaşarak onları da etkiliyor.

O halde, bu yeni senede birikmiş, tortulanmış tüm duygularımızı bırakıyoruz. 

Kalbimizle de inanıp destekliyoruz. Var mısınız?

Kabul edelim artık; tüm duygu ve düşünceler bizim eserimiz. Onlarla yolumuzu belirledik. İyi kötü yaşadık. Tecrübeler kazandık. Bir kısmı pırlanta kadar değerliydi, bir kısmı hala içimizi acıtacak kadar acı ve keskin.

Mutlu olduk.
Mutsuz olduk.
Ağladık.
Güldük.
Kızdık.
Kırıldık.
Ama hepsinin işi bitti.
Şimdi yenilikler bizi bekliyor.

Bu arada terazide hangi kısmın ağır bastığına dikkat.

Keşke’ler çoksa, pişmanlıklar ardı ardına sıralanıyorsa; hatalarımız çokça demek. Ama olsun. Bunu fark etmek bile öyle kocaman bir adım ki. Gerisi hemen düzeltme yoluna girmeye karar vermekle alakalı.

Şimdi farkında olarak tertemiz duygu ve düşüncelerimizi yapılandırabiliriz. Dip köşe tertemiz olduğu için; yeni fikirlerimiz kendilerine kolayca yer bulacak.

Uzmanlar eğer diplerde tortu ve duygu kalıntısı olursa; yeni inşaların geçici olacağını söylüyorlar ki; haklılar bence de.

Yeniden hatırlamakta fayda var. Temizlik sırasındaki farkındalığımız, bir sonraki adımımızda da bizi destekleyecek. Bu farkındalıkla duygu ve düşüncelerimizi kontrolümüz kolaylaşacak. İstemediklerimizi hemen yok etme şansımız dahi var artık.

Arınmış, temizlenmiş duygu kalıplarımız ve düşüncelerimiz; yeni senede hepimize huzur ve mutluluk getirsin.

Heybelerimizi güzelliklerle doldursun.

Paylaştıkça çoğalan SEVGİ ve AŞK hep peşimizde; sağlık içimizde; mucize tadındaki bereketli ANLAR ise hep bizimle, BİZİM FARKINDALIĞIMIZda olsun dileğimle.

MUTLU ve HUZURLU seneler dünya ve güzeller güzeli ülkem.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

21.12.2016






DUYGU KAYITLARIMIZI TEMİZLEME ZAMANI (1/2)

Her yeni seneyle beraber; duygu kayıtlarımızın yükü kabarıyor. Arada sırada onları temizlemek aklımıza gelmediyse eğer; vah bizim halimize.

Kayıt üstüne kayıt.

Binlerce acı - tatlı duygu yumağı.

Öyle iç içe geçmişler ki, ucunu bulabilene aşk olsun. Sırtımızdaki o belirsiz ağırlık, hiç geçmeyen baş ağrılarımız ve içimizde giderek sönen yaşam umudunun sebebi bu olmasın sakın.

Daha güçlü olmak için; gelin yeni senede ilk işimiz bu olsun.

Şarap misali yıllanmış duygu kayıtlarımızı, tortuları ile beraber temizleyelim. Dip köşe tertemiz yapalım.

Yeni enerjilere, yeni heyecanlara yer açalım.

Şartlar zorlasa da; yeni yılın umuduna daha sıkı sarılalım. Bu gücü kendimizde bulalım.

Yoksa 2017 yılı da diğer yıllar gibi gelip geçecek.

Pek çok duygu tortusunu geride bırakarak.

Tıpkı 2016 ve diğer yıllar gibi.

2016 yılının ortalarında okuduğum bir romandı beni böyle düşündüren. Güzel ablamın hediyesiydi. Gülten Dayıoğlu’nun güçlü kalemiyle şekil alan ‘Yoksa Sen misin?’ romanı.

Öz benliğimizi, farkındalığı, dalga formunu, içimizdeki gerçek gücü, bilinçaltımızı; bize farklı bir kurgu ile anlatıyordu yazar. Gerçek özgürlüğü kazanabilmek adına da ara sırada böylesi temizlikler yapılmasından bahsediyordu. Ancak o zaman gücümüzü koruyabileceğimizin altını çizerek.

Geçmişte yaşayanlar, ondan bir türlü kurtulamayanlar ya da gelecek kaygısı yaşayanlar için bu satırlar. Yani hepimize hitap ediyor bir şekilde.

Hadi gelin hep beraberce; geçmiş ve gelecek koridorundaki ŞİMDİki zamanın gücünü yakalayalım.

Bu bizim kendimize yeni yıl hediyemiz olsun. Ruhumuzu ferahlatıp, dingin bir bakışla yeni seneyi kucaklamamız için de bir vesile.

Geçmişten gelen ve acısını hala çektiğimiz anılarımız var mı?

Eğer varsa sözüm sizlere.

Hiç kimseyi suçlamadan, bu acıların sorumlusunun kendi seçimlerimiz olduğunu kabul edelim önce. Sonra da onlarla son bir kez yüzleşelim. Artık onlardan kurtulabiliriz. Çünkü biz bu güce sahibiz.  

Kuantum enerjisi, atom altı parçacıkları ve Toltek öğretilerinin tümünde; sözü edilen diğer paralel evrenimizi iptal etmek anlamına geliyor bu hareket. Böylece o karışık yumağın bir ucu açılmış oluyor. Kısacası çoklu evrendeki bir karışıklıktan kurtulmuş oluyoruz. Sırayla hepsinden kurtulma vaktidir şimdi.

Daha özgür, daha güçlü olmak adına bence buna değer.

Hani duru görü ya da üçüncü göz tabirleri var ya; işte onların açılmasını sağlıyoruz böylece. Öncelikle kendimizi daha iyi hissediyoruz. Daha ferah ve dingin. Üstelik gelişen farkındalığımızla, geçip giden anları daha kolay yakalıyoruz. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

21.12.2016

21 Aralık 2016 Çarşamba

TARİH SAYFALARI AĞLAR MI?

Kaçımızın haberi var bilemiyorum. Ancak bir kadın olarak hayatını, azmini, öğretilerini paylaşmak istediğim birisi var. Çünkü onun isminin geçtiği tarih sayfaları ağlıyor.

Neden mi?

Gelin onun hayatına tanık olalım ve görelim nedenini.

Bundan yaklaşık 1600 yıl kadar önceye gidiyoruz şimdi.

Rotamızı Mısır-İskenderiye’ye çevirdik.

Kahramanımız bir KADIN.

Aslen Yunanlı.

370 ile 415 yılları arasında yaşamış bir efsane adeta.

İsmi HYPATIA.

Döneminin en alımlı ve güzel kadınlarından bir tanesi.

Ancak bundan çok daha önemli bir özelliği var. Zeki ve çok çalışkan.

Matematikçi.

Gökbilimci.

Filozof.

Cesareti ile adeta erkeklere meydan okuyor.

Ünlü matematikçi Theon’un kızı.

O yıllarda matematik, felsefe ve astronomi derslerinin aranan hocası. Paylaştıklarını dinlemek için dünyanın dört bir yanından gelen pek çok öğrencisi var.

Doğaya aşık. İnsan sevgisi ile dolu bir kalp taşıyor. Tüm doğa olaylarını; mantık, matematik ve deney ile açıklama sevdalısı.

Zamanında Platon, Aristo ve Plotinus'dan dersler almış.

Kısacası her yönüyle dolu dolu bir kadın.

Ölümü ise son derece trajik.

Hakkında çıkarılan asılsız dedikodularla ‘iffetsiz ve günahkar’ olarak nitelendirilmiş. 
Ve kısa süre içinde, bir Hristiyan çetesi tarafından olmadık işkencelerle; kadınlık onuru zedelenerek, aşağılanarak, taşlanarak ardından da ateşte yakılarak öldürülmüş.

Şimdi tarih sayfaları ağlamasın da ne yapsın?

Atina’da başlayan yaşamı, yine orada aldığı eğitim sonrası; İskenderiye’de babasıyla beraber devam eder. O dönemlerde Büyük İskender’in kurduğu İskenderiye; limanları, bilginleri, kültür merkezi, dev kütüphanesi ve üniversitesiyle; hem ticaretin hem de kültürün ve eğitimin merkeziydi.

Babasının başkalığını yaptığı İskenderiye Kütüphanesi'ndeki Platon Okulu'nda hocalık yapmaya başladığında, ondan mutlusu yoktur. Matematik, felsefe ve astromi derslerini keyifle verir. Hristiyan, Pagan ve Musevi gibi değişik inançlara sahip öğrencilerine; Platon ve Aristo'nun öğretilerini kazandırma telaşındadır; zarafetini ışıklandıran zekasıyla.

Maalesef geçen zaman içinde bu ünlü kentin dokusu değişmeye başlar. Hıristiyanlık resmi din olarak kabul edilir. Farklı inançlarla çatışmalar alevlenir. Cinayetler birbiri ardına işlenirken; Hypatia insanlık adına üzgündür. Tüm bu yaşananlara inat; kendisini araştırmalarına verir. Dünyanın, güneşin, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap eder. Matematik üzerine yazılan eserlerde yorum ve düzenlemeler yapar. Hiç boş durmaz.

Ancak taşkınlıklar giderek önlenemez şekilde artar. Değerli kitaplar parçalanmaya, heykeller yıkılmaya başlar. Düzenlenen kanlı saldırılarda bilim adamları ve yüzyılların bilimsel birikimi yok edilir. İşte çok sevdiği babasını da böyle bir olayda kaybeder Hypatia.

Artık hayatta yapayalnızdır.

Şahit olduğu acı bir kaos ortamından başka bir şey değildir. Yine de cesur bir şekilde amaçları doğrultusunda, sadece çalışmaya adar kendisini.

Gelin görün ki; kadının asla erkekle eşit olamayacağı, akıl veremeyeceği, toplumda önde olamayacağı tezleriyle; ilk hedef gösterilenlerden birisi olur kısa sürede. 
Galeyana gelen halkın önünde bilgisi ve zarafetiyle kendisini savunmak istese de yapamaz.

Bazı Hristiyan grupları tarafından erdem ve iffetin sembolü olarak kabul edilen Hypatia; ne acıdır ki bir kısım çete tarafından dinsizlikle suçlanır. Akabinde de evinin önünden kaçırılır. Ardından da düzenlenen tüyler ürpertici ölüm fermanı; toplumun önünde, öfkeli bir grup tarafından adım adım gerçekleştirilir.

Böylece ışıldayan bir zekayı kaybeder dünya.

Ona ait her şey yok edildiği için; günümüze ulaşan eseri yok maalesef.

Gök cisimlerinin sınıflandırılmasında, hidrometre'nin bulunmasında, sıvıların yoğunluk derecesinin belirlenmesinde ve daha birçok konuda etkili dokunuşları olduğunu ise hepimiz biliyoruz.

Gencecik yaşında hayatı elinden alınmasaydı kim bilir insanlığa daha neler kazandıracaktı?

Onun anısına; 1893 yılında ismiyle sahnelenen bir oyun ve 2009 yılında İspanya’da çekilen ‘Agora’ isimli bir film var.

Hypatia hayatı, hayattaki duruşu, zekası, çalışkanlığı ve eserleriyle unutulmaz kadınlar arasındaki yerini çoktan almış.

Sizce de öyle değil mi?

Bilime ve kadınlığa katkılarından dolayı bize düşen ise, kocaman bir alkış olsun istedim; şimdi bu satırlar vasıtasıyla.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.10.2016








8 Aralık 2016 Perşembe

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!



haydar-colakoglu-yolo-uygulama


Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.

YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.

YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.

haydar-colakoglu


YOLO, TEB Holding ve Çolakoğlu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Haydar ÇOLAKOĞLU başkanlığındaki güçlü yatırımcı ve yönetim kadrosu ile de dikkat çekiyor. Yönetim kademesindeki 12 kişilik tecrübeli ekibin, 1 yıl süren çalışmaları sonucu ortaya çıkardıkları YOLO, şehir hayatına yeni bir soluk getirmeyi planlıyor.

haydar-colakoglu-teb-genel-mudur


Haydar Çolakoğlu teb genel müdür


haydar çolakoğlu kimdir


Ulaşımdaki zorlukları keyif ve konfor ile çok uygun koşullarda sunmayı hedefleyen ekip adına konuşan YOLO Yönetim Kurulu Başkanı Haydar ÇOLAKOĞLU şunları söyledi;

“Günümüzde temel ihtiyaçlarımızdan biri olan şehir içi konforlu seyahatin hızlı, güvenli ve ucuz olarak sağlanabilmesi başlangıç noktamızdı. Bununla birlikte, kayıt dışı kalan birçok seyahatin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi, sektörde hukuksal altyapının sağlamlaştırılması yeni düzende yeni normallere alışan bizler için çok önemli. İşlerimize teknolojiyi en verimli şekilde entegre etmek hem kullanıcılarımıza hem de iş ortaklarımıza yüksek kazanç sağlayacaktır.

YOLO yüzde yüz yerli yapım bir uygulamadır. Amaçlarımızdan biriside bu iş modelini hızlı bir şekilde ülke dışında da kullanılan bir marka yapmaktır. YOLO’nun temel felsefesi bundan ibarettir.

Kendi kurucularımızın sağladıkları desteklerin yanında, henüz başlangıç aşamasında iken Los Angeles merkezli bir yatırım şirketinden 16 milyon dolar değerleme ile bir kısım yatırım aldık. Kendileri ile yaptığımız çalışmalar sonucunda da “you only live once” baş harflerinden oluşan YOLO isminde karar kıldık. Bunun yanısıra Los Angeles, San Francisco, Londra ve Zürih merkezli yatırımcı grupları ile de görüşmelerimiz devam etmekte. Bu güç birliği platformu ile hem UBER gibi bir dünya devine rakip olacak, hem de Türkiye’den bir dünya markası çıkartabilmek için çalışacağız.

haydar-colakoglu-yolo-turkiye


Başlangıç gününde 300’ün üzerinde araç ile hizmet verecek olan YOLO ile kullanıcılar, tek tuş ile araç çağırabilecek, ulaşım ücretlerini kredi kartları ile ödeyebilecekler. Araçta unuttukları herhangi bir eşyanın güvende olduğunu bilecekler. Yıl sonu hedefimizde 1000’i aşkın araçla hizmet vermek var.

Bu uygulamaların yanısıra yolcularımızı çok özel kampanyalardan da faydalandıracağız. Farklılıklarımız, ilk günden bu ayrıcalıklar ile görülecek. Kasim ayında acilacak beta surumu ile İstanbul`un bazi seckin mekanlarinda yapilacak test surusleri ile hizmete baslayacak olan uygulama üzerinden özellikle tanıtım günlerimizde kayıt yaptıran yolcularımıza 15 Aralık - 4 Ocak tarihleri arasında ücretsiz ulaşım hakları, çeşitli promosyonlar sağlayacağız. Açılışa özel bu kampanya gibi birçok büyük kurumdan da kampanya desteği alan YOLO ile yolculuklarınızın standartları değişecek. YOLO’yu hepinize tavsiye ediyorum. YOLO dünyasına hoş geldiniz.”

GooglePlay ve AppStore dan indireceğiniz uygulama sayesinde YOLO dünyasında siz de yerinizi alın. Detaylı bilgi ve iletişim için www.yolo.com.tr adresinden YOLO’ ya ulaşabilir @yolo_turkiye Instagram adresinden de takip edebilirsiniz.


Bir boomads advertorial içeriğidir.


5 Aralık 2016 Pazartesi

BİLİNÇALTININ SEVMEDİĞİ TEK SAYI

Hep söylediğim gibi sayıların kendine has bir özelliği hatta bir gizemi var. Bu nedenle nerede sayılarla ilgili bir makale görsem içine atlayasım geliyor.

İşte Grigori Grabovoi’den haberdar olmam da bu yüzden.

Kendisi Kazakistan doğumlu ünlü bir matematikçi. Üstelik herkesin kendi yaşamını istediği yönde değiştirebileceğini önemle savunuyor. Elbette sayılar yardımıyla. 

Sayıların dizilimleri, geometrik şekiller, ışık ve ses dalgaları gibi bazı teknikleri kullanıyor.

Bu sayede geçmişin olumsuz izlerini silmenin, pozitife çevirmenin mümkün olduğunu belirtiyor. Anlattıkları bir başka yazı konusu olacak kadar derin aslında. Ama şimdi amacım tek bir sayıya yoğunlaşmamızdan yana.


Elimizi kolumuzu adeta bağlayan tüm eski alışkanlıklarımızdan kurtulmamızı sağlayan bu sayı YİRMİ BİR.

Laf aramızda bilinçaltımız, bu sayının yakınından geçmeyi dahi sevmiyor. Çünkü 21 günlük süreyi sebatla tamamlayınca alışkanlıklarımıza da veda etmiş oluyoruz.

Şahane değil mi sizce de?

Bizi risklerden uzak tutmaya çalışan, her yenilik ya da değişiklikte yine bizim için tehlikeli olacağını düşünen bilinçaltımız sağ olsun. Kafamızı karıştırıp, adım atmamıza engel olmakta üstüne yok kendilerinin.

Kıyamam; amacı kötülük değil aslında. Bizim için en iyisini istiyor o da. Bu nedenle eskiye, alışkanlıklara bağlı. Bilmediği şeylerden, değişikliklerden kaçıyor sürekli. Bizi de beraberinde sürükleme derdinde elbette. Onu dinleyince de bir türlü hamle yapamıyor, olduğumuz yerde debelenip duruyoruz.

Hiç istemediğimiz halde bir de bakıyoruz ki, pek çok yeniliği, değişim hamlesini kaçırmışız. Yine olduğumuz yerde çakılıp kalmışız.

Hayaller mi? Yakalayabilene aşk olsun.

Bilinçaltımız bizi kapalı kapılar ardına saklarken, kendimize duvarlar örüp orada kalmamızı istiyor. Oysaki dışarısı belki de rengarenk. Cesaretle o kapıları açma, duvarları yıkma zamanı şimdi. Varsın bazen griler olsun o kapıların ardında. Değişiklikten korkmadan hayallerimize sarılmak için sadece 21 güne ihtiyacımız var o kadar.

Sabırla, hiç ara vermeden 21 gün boyunca neyi tekrar edersek; bilinçaltımız onu kabul ediyor. Yapılan bu tekrarla artık sesini çıkarmaz oluyor. Çünkü alışıyor.

Konunun uzmanları bir değişiklik ya da yenilik yapacağımız zaman; bilinçaltımızı rahatsız etmeyecek minik adımlar atmamızı öneriyor.

Yani hayal ettiğimiz her neyse onu bir büyük hamleyle değil de, mini adımlarla yavaşça gerçekleştirmekten yanalar. Çünkü bilinçaltımız yavaş ve sürekli meydana gelen değişimlere daha az direniyor. Belki de daha az tehlikeli buluyor. Ve artık kabullendiği bu davranışı sorun çıkarmadan uygulamaya koyuyor.

Bir fobimiz mi var? Beynimizi artık hiçbir işe yaramayan alışkanlıktan kurtarıp yenisiyle yer değiştirmek mi istiyoruz? Bedenimizle ilgili hayallerimiz mi var? Yoksa kötü bir alışkanlığın pençesinde miyiz?

Eğer cevabımız ‘evet’ ise kendimize inanarak yoldaki ilk adımı atalım.

Bugün 21 günlük sürecin ilk günü olsun örneğin.

Vazgeçmek, unutmak yok ama. Sabrı da katınca yanımıza başlayalım tekrara. Artık istediğimiz yeni bir alışkanlıkla kucaklaşmaya hazır gibiyiz.  

Ancak dikkat.

Niyet ettiğimiz her ne ise, bizim önemli ihtiyaçlarımızdan birisi ile çelişmesin lütfen. Kendimize karşı ne kadar açık, net olursak ve beden ruh uyumunu yakalarsak o kadar kolaylaşacak işimiz.

Yeni alışkanlığı henüz bu süreçteyken sahiplenmek, zorlandığımız anlarda irademizle konuşmak, umudumuza sımsıkı sarılmak da cabası. Öğrenme sürecinde kendimizi gözlemlemekte önemli. Hislerimize, davranışlarımıza dikkat etmenin; kısacası farkında olmanın yolundayız artık.

Son bir sorumuz olsun mu? Peki bu kadar uğraşmak yerine, sadece irademizle bunu yapamaz mıyız?

Maalesef HAYIR.

Başlarda başardık hissi verse de; oldukça kısa süreli değişimler oluyor bunlar. Ve bir süre sonra eski alışkanlıklar yeniden kapımızı çalıyor.

Muhteşem beynimizdeki sinir hücrelerinin bilgiyi kalıcı hale getirmesi için gerekiyor aslında bu süre. Tıpkı öğrenciyken yaptığımız ders tekrarları gibi. Tekrar ettikçe kalıcı hale geliyor.

Başlarda düşünerek yaptığımız o yeni hareket, toplam süreç sonunda hiç düşünmeden otomatik hale geliyor.
İşte azmin zaferi.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.10.2016

1 Aralık 2016 Perşembe

SORUN DA NEYMİŞ (3/3)

Ototake Hirotada, kolsuz ve bacaksız doğduğunda, doktorların yaşamına ümitsiz baktıkları bir bebekti sadece.

Öyle bir bebeğe sahip olmak bir anne bir baba için de oldukça zorlayıcı mutlaka. Yaşadıkları duyguları anlamamız mümkün bile değil biliyorum. Ama yaşanan derin keder sevginin karşısında yok olup gidiyor.

Elleri öpülesi bu ailelerden bir tanesi de Hirotada’lar.

O zorlu yaşamda mutlu bir birey yetiştirmeyi başarırlar çünkü.

Hayata küsmek, yüz çevirmek ve mutsuzluğa yelken açmak yerine yavruları Ototake tam tersini yapar.

Özel bir eğitim almadan normal bir okula gönderilir. Bu arada hobilerinden hiç vazgeçmez. Her türlü sporu dener. Basketbol oynar. Kano yapar. Eğitiminin ardından çalışmaya başlar.

Cesur, canlı ve büyüleyici havasıyla her zaman neşeli havasını koruyan 
Ototake, şu anda 40 yaşında. Bir gazetede spor yazarı olarak çalışıyor.

Etrafındakilere örnek olmak adına, yaşadıklarını ve duygularını anlattığı bir de kitap yazar. Bir yıl içinde Japonya’da satış rekorları kıran bu kitap, Amerika’da ‘No One Perfect’ ismiyle raflara konur.

Engellilerin de yaşamdan keyif alabileceklerini, eğitim, iş ve sosyal hayatları olabileceğini dünyaya kanıtlar.

Daha çok insana ulaşır.

Daha çok kalbi aralar.

Onlara cesaret verir.

Bakın Ototake’nin yaşama bakışı nasıl?

‘’Ben dört uzvu da olmayan,  dört dörtlük kusurlu bir bedenle dünyaya geldim.  Ancak çok MUTLU bir hayat yaşadım. Aksine dört dörtlük kusursuz vücutlara sahip olmasına rağmen mutsuz da çok hayatlar gördüm.”

Haksız mı?

Bence çok haklı.

Şimdi önümüzdeki iki örnekle biraz düşünelim mi?

Kendimize, ruhumuza, o hep kusur bulduğumuz bedenimize haksızlık etmedik mi fazlasıyla?

Artık yetmez mi?

Yaşam bir saniyesini bile es geçilemeyecek kadar kıymetli.

Etrafa, başkalarına değil kendimize, yüreğimize bakalım.

Seçtiğimiz yolda yürürken yanımızda cesaretimiz olsun yeter. Başkalarının yanımızda olup olmamasına da fazlaca takılmadan, o yolun sadece kendimiz tarafından yürürsek mutluluğa ulaştıracağını unutmadan.

Küçük bir dipnot olarak kayıtlara resmi ile geçen ilk tetra-amelia hastası bir kadın. Kendisi 1920’li yıllardan bir sanatçı. İsmi ise Violetta. Yandaki resim de ona ait.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

02.11.2016

Kaynaklar: http://www.engelsizdostlar.com; http://www.ralphmag.org; https://en.wikipedia.org; http://www.bloghaber.net; http://www.omactivities.com; https://www.izlesene.com; http://arsiv.ntv.com.tr.

SORUN DA NEYMİŞ (2/3)

Öncelikle engellerini kabul eder Nick Vujicic. Bedenini yarım olsa da sevmeye başlar. Kısacası kendisiyle barışır.

Bu büyük hamle ile günlük işlerini tek başına yapmayı öğrenir. Şans olarak gördüğü o minicik ayak parmağıyla yazmaya başlar. Gayreti azmiyle öyle bileşir ki; okuldaki başarıları her geçen sene katlanarak artar.

Zaman içinde dünyayı, insanları tanıdıkça onlara yardım edebileceğini, umut aşılayacağını fark eder.

Henüz 17 yaşına geldiğinde ‘Life Without Limbs-Uzuvsuz Yaşam’ derneğini kurar.

Ardından da üniversiteyi çift ana dalda başarıyla bitirir. Bir finans planlama uzmanı olarak çalışmaya başlar.

Bu arada hayatı hiç es geçmez. Bilgisayar kullanmak, tenis oynamak, davul çalmak, golf oynamak, yüzmek, rüzgar sörfü yapmak onun vazgeçilmezleri olur.

Her anından doyasıya keyif alır.  

Kendisine önerilen kısa filmler ve belgesellerle daha çok insana ulaşır. 

Bu onun mutluluğunu daha da artırır. Derken Amerika- California’ya taşınır.

Geçen yıllar içinde konferans verdiği ülke sayısı onları; ulaştığı insan sayısı ise milyonları aşar.

Umudu, pozitif düşünceyi adeta haykırırken; hayatının aşkını bulur. Kanae Miyahara ile evlenir. Aşklarının güzel meyvesi yavrularıyla ANLARI ve YAŞAMı gururlandıran örnek bir aile olurlar.

Şu anda 34 yaşında.

Denizde yüzerken, rüzgar sörfü yaparken öyle mutlu ki. Resimlerine baktığınızda, videolarını izlediğinizde içinizden ‘Sorun da neymiş?’ diye haykırasınız geliyor. Öyle değil mi?

Fiziksel sınırları o kadar çokken, hayata tutkuyla bağlı olan bu genç adama bırakıyorum son satırları.

"Hayatımda sınırlara yer yok benim! Sizlerin de zorluklar karşısında sınır tanımadan cesurca ilerlemesini istiyorum. Sınırları olmayan bir yaşam için ne kola ihtiyacınız var, ne de bacağa. İhtiyacınız olan tek şey SINIRLARI OLMAYAN bir AKIL.’’

Şimdi bir başka örnekte sıra.
Yine aynı gen hastalığı. 

Yine minicik bedenli, kocaman azimli, yaşama tutkun bir adam var karşımızda.

Bunun için beraberce Japonya’ya gidiyoruz.

İsmi Ototake Hirotada.

1976 doğumlu. (devamı 3/3’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

02.11.2016
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...