24 Ağustos 2020 Pazartesi

ÇALMA KAPIYI İÇERİDE YOKUM (2/2)


Soğuk sudan bıkan, canları yanan diğer dört maymun; yeni maymunu bacağından çekerek aşağıya alır ve dövmeye başlar. Yeni gelen maymun karşılaştığı tepkiye şaşırır ve can havliyle muzu almaktan vazgeçer. Kös kös yerine döner.

Bu sefer; ilk tecrübeyi yaşayan maymunlardan bir tanesi daha dışarıya alınır. Yerine ikinci yeni maymun getirilir. O da daha muza ulaşamadan diğer maymunlar tarafından feci şekilde dövülür.

Ona en çok vuran, öfkelenen hangi maymun olsa beğenirsiniz? Deneyin ikinci aşamasında içeriye alınan, soğuk suyla ıslanmayan ilk yeni maymun.

Deney ıslak ve tecrübeli üçüncü maymunun dışarı alınıp, yerine yeni üçüncü tecrübesiz maymunun getirilmesi ile devam eder. Doğal olarak üçüncü yeni maymun da hevenke uzanmak ister. Ancak o da henüz ilk girişiminde, diğer maymunlar tarafından dövülerek cezalandırılır.

Deneyin son aşamasında kafesteki tecrübeli ve ıslak iki eski maymun çıkarılır. Yerine yenileri alınır. Artık kafes içinde tazyikli soğuk su tecrübesi yaşayan, bu yüzden canı acıyan hiç maymun kalmamıştır.

Ama gelin görün ki maymunların hiç biri iştahlarını kabartan o büyük muz hevenkine yaklaşamaz. Bırakın muzu, merdivene bile yakın duramaz.

Ne kadar ilginç değil mi?

Tazyikli soğuk su yok artık. İsteseler merdivene tırmanıp muzları rahatça alabilirler. İstedikleri kadar yiyebilirler.

Ama hayır.

Hiç biri YAPAMIYOR.

Üstelik birbirlerine de mani oluyorlar. Çünkü hala korkuyorlar. Canları bir daha yansın istemiyorlar. Bir anlamda açlıkları, korkularını bile yenmeye yetmiyor.

İşte korkularımız da böyle çalışıyor.

Korkuya sebep olan nedenler tamamen ortadan kalktığı zamanlarda dahi korkumuz geçmiyor. O kapıdan içeri girdikten sonra maalesef kalıcı misafir olarak varlığını koruyor. Bizlere de hissettiriyor.

Bizler de korkup birçok şeyi kendimiz için engelliyoruz. Yeniliklerden, denemekten, düzenimizin bozulmasından, belki de en çok acı çekmekten korkuyoruz. Hayata ön yargıyla bakıyoruz.

Oysaki korkular kapımızı çaldığında tek yapacağımız şey ona şöyle seslenmek değil mi?

‘’ÇALMA KAPIYI İÇERİDE YOKUM’’.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

27.05.2020










ÇALMA KAPIYI İÇERİDE YOKUM (1/2)


Herhangi bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenirken, hepimizin yaşayabileceği bir duygu aslında korku.

Sevimsiz.

İnatçı.

Kapı çalmak gibi bir zarafeti de yok.

Pat diye aniden beliriyor içimizde.

Üstelik diğer duygularımızı rahatsız ediyor.

Bu nedenle hemen hepimiz bir şekilde bilinçli ya da bilinçsiz, onun girdabına yakalanıyor, kapıyı çaldığı anda tereddütsüz açmış bulunuyoruz. 

Bu konuya emek veren John B. Watson, Robert Plutchik, Paul Ekman gibi bazı psikologlar; korkunun doğumla başlayan küçük duygu dizilerinden birisi olduğunu ileri sürüyor. Eğer ortada dış tehditler, zorlayıcı duygusal unsurlar varsa korku; böyle nedenler yokken kendiliğinden ortaya çıkmışsa anksiyete olarak isimlendirileceğini belirtiyor.

Korkunun duyguları ele geçirmesi hakkında yapılan sayısız sosyal deney var.

Bunlardan bir tanesi de çoğumuzun bildiği Stephenson deneyi (Beş maymun deneyi) 
Özellikle hayvan davranışlarını ve öğrenmeye dayalı davranış değişikliklerini inceleyen G.R. Stephenson’a ait.

Şimdi gelin ‘maymun-muz-korku’ deneyine bir göz atalım.

Önce büyükçe bir kafes hazırlanır. Kafesin üst kısmına maymunların hepsini ıslatacak şekilde basınçlı soğuk su düzeneği kurulur.

Tam orta kısmına bir merdiven, onun tepesine de büyükçe bir hevenk muz asılır. Artık sıra beş denek maymununu içeriye almaya gelir.

İçeriye alınan maymunlar ilk bakışta muzları fark eder. Her biri tek tek merdivene yönelip muzu almak ister. İşte tam o anda; yani maymunlar muza yaklaşamadan; üzerilerine basınçlı soğuk su sıkılır. Hepsi birden ıslanır. Merdivenden düşen maymunun yerini yenisi alır. Ve ardından diğerleri.

Her defasında muza yeltenen, akabinde merdivenden düşen ve hep beraber ıslanan maymunlar şaşkındır. Yine de hiç biri muzun peşini bırakmaya ve pes etmeye niyetli değildir.

Bir, iki… denemeler birbirini izler. Her maymun muza sahip olabilmek için çabalar. Ancak hepsinin akıbeti aynıdır. Tazyikli soğuk su ile ıslanmak ve acı hissetmek.

Aradan bir süre geçtikten sonra, maymunlar arasında farklı bir davranış gözlenir. Maymunlardan hangisi muza yönelse, diğerleri onu engellemeye başlar.

Artık deneyin ikinci aşamasına geçme zamanıdır.

Soğuk su kapatılır. Maymunlardan bir tanesi dışarı alınır. Yerine deneyden habersiz yeni bir maymun getirilir.

Yeni maymunun ilk işi kafese girer girmez muza yönelmek olur elbette. Bunun için merdivenlere tırmanır.

İşte kıyamette orada kopar. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

27.05.2020

12 Ağustos 2020 Çarşamba

BİR MASALLA GÜLÜMSEYELİM


Yaşamın zorlukları içinde biraz nefeslenelim istedim. O nedenle bu güzel masalla yolculuk yapacağız beraberce.

Aslında anlatacağım bir çocuk masalı. Ama verdiği ders öyle güzel ki aklımızın bir köşesinde kalsın, bu arada içimizdeki çocuk sevinsin ne dersiniz?

Kim bilir belki sizler de varsa torunlarınıza, çocuklarınıza aktarırsınız. Böylece tebessümlerimiz daha da büyür.

Bu masal çok eski yıllara ait. Öyle ki ilk versiyonu için kaynaklar ikinci yüzyılı işaret ediyor. İlerleyen yıllarda Eski Yunan masalcısı Ezop’un masalları arasına ‘Çoban ve Aslan’ ismiyle katılmış. Zaman içinde karakterlerde değişiklikler olsa da ana fikre hep sadık kalınmış. Ben ilk versiyonuna yakın olanı tercih ettim.

Masalımızın ismi ‘Androcles ve Aslan’.

Androcles, Afrika'nın bir bölümünü yöneten eski bir Roma konsolosunun kaçak kölesi.

Vakti zamanında efendisinden kaçıp Roma’nın ormanlarına saklanan ve izini kaybetmeyi başaran bu köle; uzun süre ormanda açlıkla ve yorgunlukla sınanır.

Tam umudunu yitirmeye başladığı sırada bir aslanın iniltisini duyar. Bu iniltiler arasında, kulakları sağır edecek şekilde kükreyen aslandan kaçması gerektiğini düşünür. Aceleyle bulunduğu yerden uzaklaşmaya çalışır.

Ancak çalılıklar arasından geçerken bir ağacın köküne takılıp düşer. Can havliyle ayağa kalkmaya çalışır. Beceremez. Başını kaldırdığında ise yüreğine korku salan aslanın tüm haşmetiyle kendisine doğru geldiğini görür.

Kaçmak istese de gücü tükenmiş halde olduğu yere yığılır. Gözünü ise aslandan ayıramaz. Tüm umutları kaybolur. Sonunun geldiğini düşünür.

Gelin görün ki genç aslan da yaralıdır. Her tarafı kanla kaplıdır. Sağ pençesi hayli şişmiş olduğu için topallayan aslan tam karşısında durur. Ve köleye bakar.

İşte o anda korku şokunu atlatan Androcles, aslanın pençesini yaralayan büyük diken parçasını fark eder.

Tüm cesaretini toplar. Kocaman bir nefes alır ve aslanın pençesindeki dikeni tek hamlede çekip çıkarır.

Acısı hafifleyen aslan minnet doludur. Yaralanmadan önce öldürdüğü avını hediye olarak getirip kölenin önüne bırakarak kendince teşekkür eder.

Günlerdir aç olan köle Androcles aslanın hediye ettiği geyikle kendisine güzel bir ziyafet çeker.  

Beraberce bir mağaraya sığınırlar. Günler geçtikçe aslan ona karşı evcilleşir. 
Avlanırken hayatını kurtaran Androcles'u hiç unutmaz. Kendi payının bir kısmını mutlaka ona getirir.

Artık hayatı kurtulan; yeni arkadaşı sayesinde karnı her gün doyan ve güçlenen kölemiz mutludur.

Ne yazık ki bu mutluluk uzun sürmez. Günlerden bir gün ormanda gezinirken askerlere yakalanır.

Ormanda ne aradığını açıklayamaz. Apar topar kaçtığı şehir olan Roma’ya geri gönderilir. Maalesef yine bir esirdir. Üstelik pazar yerinde, kaçtığı eski efendisi tarafından görülür ve ölüme mahkum edilir.

O yıllarda katillerin, kaçan esirlerin ve diğer büyük suçluların ölüm cezası arenada halk karşısında, aç aslanlara yem edilmektir. Vahşi hayvanlarla suçlular arasındaki bu 
zalim mücadeleyi izlemek ise halk için bir tür eğlence sayılırdı.

İşte kölemizi de böylesi acı bir son bekliyordu.

Nihayet cezanın uygulanacağı gün gelir. Arena meraklı izleyicilerle tıka basa dolar. Herkes biraz sonra başlayacak katliamı izlemek için sabırsızlanır. İmparator locadaki yerini alır. Ve oyunların başlaması için ilk işareti verir.

Kölemizin sırası geldiğinde kendisini koruması için eline bir mızrak tutuşturulur. 
Tutuklu bulunduğu yerden çıkarılıp arenaya yönlendirilir. Artık karşısına çıkacak aç aslanın bulunduğu kafesin kapağını kaldırma vaktidir.

Herkes nefesini tutmuş olacakları izlemektedir.

İşte o anda olanlar olur.

Arenaya giren aslanı karşısında gören Androcles şaşkındır. Hayatında belki de ilk defa kader ondan yanadır. Çünkü karşısındaki aslan üç yıl önce ormanda pençesindeki dikeni çıkarıp iyileştirdiği aslandır. Pençesindeki eski yara izlerinden onu tanımıştır. Hemen aslana eskiden oynarken öğrettiği komutları verir.

Komutları duyan aslan, karşısındaki adamın bir zamanlar hayatını kurtaran adam olduğunu anlar. Sevgiyle pençesini ona doğru uzatır.

Bu garip durum; İmparator dahil izleyenleri öyle şaşırtır ki, arenada çıt çıkmaz. İlk şaşkınlığını üzerinden atan İmparator, Androcles'ı yanına çağırır. Böylesi bir durumun nasıl olabileceğini sorar merakla.

Androcles başından geçenleri, aslanla yaşadıklarını tek tek anlatır. İmparator dostluğun gücünü kendilerine gösterdiği için onu affedeceğini söyler. Bununla da kalmaz. İlk efendisini buldurur. Onun da affetmesini sağlar.

Böylece özgürlüğüne kavuşan kahramanımız, aslanla beraber ormana geri götürülüp serbest bırakılır.

İşte masalımız bu güzel sonla biter.

Gökten üç elma düşmüş. Biri UMUT, biri İYİLİK diğeri ise SEVGİ olarak hepimizin kalbinde yer bulmuş diyelim mi?

Yeryüzünde hangi koşulda olursak olalım; her kime bir iyilik yapıyorsak, onun bumerang gibi gün gelip bizi bulduğu gerçeği ile yüzleştiriyor bu masal bizleri. Üstelik iyilikler yapıldıkça çoğalıyor kalplerde. Bunu hiç unutmamamız dileğimle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

05.06.2020




4 Ağustos 2020 Salı

NEDİMELER TABLOSU (2/2)


Şimdi tabloya bir kez daha bakıp, en arka tarafa doğru kaydırın bakışlarınızı.

Kralla kraliçe arkadaki bir aynaya yansımış sanki.

Dönemin İspanya Kralı IV. Felipe ve eşi Avusturyalı Mariana portreleri için poz vermiş gibi duruyor.

Şu işe bakar mısınız ressam kendisini de tablo yapar vaziyette eklemiş. Resmin sol tarafında kendisini büyük boy bir tuval üzerinde çalışırken görüyoruz. Muhtemelen kral ve kraliçenin de içinde yer aldığı bir eser üzerinde çalışıyor.  


Durun bir dakika!

Sakın bu tabloyu çiziyor olmasın?

Uzmanlar, tablonun üç ayrı odağı olduğu ve bunun ışık gölge oyunları ile desteklendiği görüşünde.

Bu nedenle hayli kafa karıştırıcı.

Aynaya yansıyan görüntü ile derinlik kazanılmış, üç boyutlu yanılsama duygusu yaratılmış. Uzmanların belirttiğine göre o dönemler için bu bir ilk.

Ressamın baktığı yer ile prensesin baktığı nokta farklı. Bir de aynaya yansıyan kralla kraliçenin baktığı yer var.

Şimdi her bir karakteri tek tek ele alalım.

Önce en arkada kapıyı açan adama odaklanalım. Kral ve kraliçe'nin her zaman yanlarında bulunan bir görevli. İsmi José Nieto Velázquez. (Ressamın akrabası olduğunu düşünenler çoğunlukta.) Sanki aceleyle dışarıya çıkacak gibi durmuş. Bir telaş sezinleniyor duruşunda. Belki de işleri bitmekte olan kral ve kraliçe için kapıyı açıyor.

Tabloda en net görülen kişi prenses. Tablonun odağında. Yüzündeki masum ifadeyle ilk bakışta sizi etkisi altına alıyor.

Etrafındaki nedimeler ona saygıyla yaklaşmış, hizmetindeler. Hafif gölgelenmişler onlar da. Tabloya ismini veren nedimelerden sağda reverans pozisyonundaki Dona Isabel de Velasco; solda ise prensese kırmızı fincanda içecek sunan Dona María de Sotomayor.

Diğerleri saray soytarısı, saray koruması ve ona bir şeyler fısıldayan hizmetli kadın olmalı. Yüzleri gölgeli. Hepsi kral ve kraliçeye bakıyor.

Son olarak odanın arka duvarında asılı duran iki tablo var. Barok tarzın önde gelen isimlerinden Flaman ressam Peter Paul Rubens'in çalışmalarının birer reprodüksiyonu. Bunlardan birinde Arakhne ile Athena, diğerinde Marsias ve Apollon resmedilmiş.

Peki kralla kraliçe tam karşıdaki aynaya yansıyor ise aslında durdukları yer neresi?
Bizim durduğumuz yerden mi bakıyorlar kızlarına?

Eğer öyleyse ressam nasıl tablonun içinde yer alabilir ki? Üstelik elindeki fırça ile yarısı görünen tuvale son rötuşları atarken bize bakıyor gibi görünüyor.

Tablodaki üç odağa; yani prensese, kralla kraliçeye ve ressama aynı anda baktığımızda gözümüzün yarattığı algı belki de bizi yanıltıyor.

Belki de ressamın tam da istediği bu.

Algımızla oynamak.

Düşündürmek.

İşte ressamın gücü de burada. Tabloyu öyle derinlemesine yapmış ki; kimin nerede ve nasıl durduğuna kafa yorarken; farkında olmadan tablonun içinde buluyorsunuz kendinizi.

Ben çok sevdim bu tabloyu. En çok da üzerinde düşünceler üretebilmeyi.

Renklerin beraberliğinde huzur bulan, zekasını sanatın zarifliği ile harmanlayan tüm sanatçılara selam olsun. İyi ki varlar ve dünyamızı zenginleştiriyorlar.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.19.2020

Not: Beni bu güzel tabloyla buluşturan çok sevgili arkadaşım Fatoş Şişmanyazıcıoğlu’na teşekkürlerimle.



NEDİMELER TABLOSU (1/2)




Muhteşem bir tablo süslüyor bugünkü yazımı.

Dikkatlice baktığınızda detaylarında adeta kaybolup gidiyorsunuz.

İllüzyon duygusu yaratıyor.

Şaşırtıyor.

Düşündürüyor.

Çünkü gizemli.

Bu yüzden özel.

Bu yüzden dünyanın üzerine en çok konuşulan, yorum yapılan ve etkilenilen tablolarından birisi olmuş.

İsmi ‘Nedimeler - Las meninas’.

1656 yılında İspanya’da yapılmış.

Sanatçısı İspanya Kralı IV. Felipe’nin baş ressamı Diego Velázquez.

Orta Çağ İspanya’sının kendine özgü ressamlarından.

Özellikle portreleriyle ünlü.

Ama gelin görün ki bu tablosu bambaşka detaylar barındırıyor ve ressamın başyapıtı olarak görülüyor.

Detaylar arasında kaybolmaya, tablonun karakterleri arasına karışmaya ve gizemleri bulmaya var mısınız?

Bunun için İspanya’nın başkenti Madrid’e Prado Müzesi’ne gitmemiz gerekiyor.

İşte yağlı boya devasa tablo tam karşımızda.

Boyutları: 318 cm × 276 cm.

Ressamımız Diego Velazquez’in en büyük boyuttaki tablosu. Üstelik sanat tarihinin ilk üç boyutlu tablosu olarak kabul ediliyor.

İlk bakışta tabloda on bir kişi ve bir köpek görünüyor. Sanki gerçek bir sahne canlandırılmış gibi duruyor.

Önce resmin bulunduğu odadan başlayalım. Burası ressamın Alkazar Kalesi’ndeki stüdyosu. Kralın on yedi yaşında ölen oğlu Baltasar'a ait. Dolayısıyla mekan tamamen gerçek. Uzmanlar böyle bir mekan seçimiyle şimdiki anla geçmişi, diğer bir deyişle yaşamla ölümü kesiştirdiği görüşünde.

Tabloda ilk dikkati çeken sarı uzun saçları, süslü beyaz elbisesi ile tam ortada yer alan prenses Margarita Teresa. Bir yandan tablosu yapılan anne ile babasını izliyor, bir yandan da gözlerinizin içine bakıyor gibi.

Etrafındakiler nedime olmalı.

Sol arkada iki hizmetli daha var.

Bir de en arkada kapıdan çıkacak gibi duran bir adam.

Peki ama kralla kraliçe nerede?

Bu bir kraliyet aile tablosu ise onlar da olmalı değil mi?

İşte gizem de burada başlıyor. (devamı 2/2’ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.19.2020

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...