21 Nisan 2021 Çarşamba

MOLLA CÂMÎ’den GÜL YAPRAĞIna…

Zamanının tüm evliyaları ile görüşüp dersler alan tasavvuf’un önemli bir ismi kendisi.

15. yüzyılda yaşamış.

Horasan doğumlu.

Gerçek ismi Nureddin Abdurrahman el-Câmî.

Ancak ‘Molla Câmî’  olarak tanınıyor Anadolu’da.

Medrese eğitimi almış.

Ali Kuşçu ile matematiğe kafa yormuş.

Tüm bunların yanında Arapça şiirler de yazmış, çok yönlü İslam âlimlerinden bir tanesi.

En önemli özelliği ise ünlü kişilere yazdığı mektuplarda hep adaleti, iyiliği tavsiye etmiş olması.

Ona ait olan sözlerin hepsi insanı düşündürüyor.

Tıpkı "Kötü kimse, başkalarının ayıplarını saymak isterken, kendini söyler." sözleri gibi.

Ya da ‘’Her kime şu beş saadet verilmişse, tatlı yaşayışın dizgini onun eline bırakılmıştır: Beden sağlığı, güven, rızık genişliği, şefkatli ve vefalı arkadaş, feragat duygusu."

Şimdi paylaşacağım öykü de ise gül yaprağının zarafeti sızıyor satır aralarına.

Eski zamanların birinde, böylesi ilim irfan sahibi düşünürlerin, alimlerin bir araya gelip sohbet ettiği bir topluluktayız.

İsmi ‘Suskunlar Meclisi’.

Üye sayısı sınırlı olan meclis, dışardan bir başka kimseyi almamayı ilke edinmiş.

Beraberce düşünür; şimdinin deyimiyle ‘beyin fırtınası’ yapar; düz yazı ya da şiirler yazar; gönül sohbetlerine ise doyum olmazmış.

Sözleriyle pek kişinin kalbinde yer edinen; çok saygın kişilerden hürmet gören, sözleri keyifle dinlenen Molla Câmî de söz konusu meclisin üyesi olmak ister.

Gelin görün ki bu pek de mümkün görünmez, ta ki meclis üyelerinden bir tanesi hayatını kaybedene değin.

Bu haberi öğrenir öğrenmez, Molla Câmî yollara düşer ve meclisin kapısına ulaşır.

Kendini karşılayana hiçbir şey söylemez. Sadece ismini bir kağıda yazarak verir.

O sırada toplantı halinde olan Suskunlar Meclisi; kuralların herkes tarafından bilindiği halde böyle bir istek yapılmasını üzüntü ile karşılar. Hepsi Molla Câmî’nin bilgisine saygı duyar; ancak o gelene kadar eksik üyenin yerine bir yenisi çoktan alınmıştır.

Meclis başkanı, bir bardak alır. Su ile tamamen doldurur ve kapıda bekleyen Molla Câmî’ye gönderir.

Ağzına kadar su ile dolu bardağı gören Molla Câmî, düşünürlerin vermek istediği mesajı alır. Ama pes etmeye de niyetli değildir.

Bahçedeki güllerden bir gül yaprağı koparıp, yavaşça bardaktaki suyun üzerine bırakır. Tek bir damla suyun dahi taşmadığı bardağı içeriye yollar.

Meclis üyeleri bu bilgece, ama ayını zamanda zarif yanıtın ne manaya geldiğini anlar.

Ve o gün Molla Câmî meclise üye olarak kabul edilir.

Listeye ismi eklenir. Meclis sayısının artışı ise toplam rakamın sonuna eklenen sıfır rakamı ile yapılır.

Peki Molla Câmî, meclisin; değerinin kendisi sayesinde kat be kat arttığını gösteren; bu güzel jest karşısında ne yapar dersiniz?

Meclis üye sayısının sonuna eklenen sıfırı alıp en başa koyar.

Kendisinin bir HİÇ olduğunu, tıpkı sıfır rakamı gibi solda etkisiz kaldığını ve üye olsa da meclis yapısını etkilemeyeceğini kendi usulünce belirtir.

Ummadıkları bu zarif hareketi gören meclis üyelerinin Molla Câmî’ye olan hayranlıkları bir kat daha artar.

Ardından hep beraber susarlar. Bilirler ki susmak bazen en zarif ve anlamlı yanıttır.

İşte eski zamanlardan bir rivayet sözden yazıya dökülmüş ve zamanımıza kadar ulaşmış.

Zarafeti yaşam şekli haline getirebilmek, en gergin anlarda gül yaprağı olabilmek, varlığı ile usulca kalplere dokunmak bambaşka bir his olmalı.

Yapabilen her güzel ve özel kalbe selam olsun.

Şimdi yine susma zamanı.

Gül yaprağının hafifliğini içimize sindirmek için.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

16.02.2021

Kaynaklar: https://kidega.com;  https://tr.wikipedia.org; https://www.sabah.com.tr; https://www.wattpad.com; https://islamansiklopedisi.org.tr.

 

 

 

7 Nisan 2021 Çarşamba

İYİLİK HEP KAZANIR MI?


Tüm kalbimle evet diyorum buna.

En umutsuz olduğum anlarda dahi bu duygumu, umudumu hiç kaybetmedim.

Her ne olursa olsun, gün geliyor devran dönüyor ve iyilik kötülüğe karşı kazanıyor.

Kaybettiğiniz sandığımız zamanlar da bile.

Hiç düşündünüz mü bilmem ama; olan biten ve içimizi kanatırcasına acıtan yığınla olayın ardında; sessizce ilerleyen, çoğalan, fark edemediğimiz pek çok insani duygu var.

Vasili Şukşin ‘Yaşamak Tutkusu’ isimli eserinde bakın ne diyor?

"Ne güzellik, bak! Sevmek gerek, bundan ötesi boş! Sevmek, bu HER ŞEY demek! Geri kalanı boş."

Bunu daha güzel özetlemek adına bir yazarın eserinden küçük bir alıntı yapmak istiyorum.

Balkanların Maksim Gorki'si olarak anılan Rumen yazar Panait Istrati;  ‘Kira Kiralina’ isimli eserinde "Başkalarının ıstırabı karşısında insan yüreği, bu kadar duygusuz kalırsa her şey boşunadır." diyor ama devamı var.

Ve devamındaki öykü,  inanın bana umutlanmamız için güzel bir örnek.

Yıllar yıllar önce, adı sanı bilinmez bir kasabada bir genç yaşarmış.  Çocukluğu dahil olmak üzere sürekli işkenceler gören, bedeni gibi ruhu da yaralı on altı yaşında bir gençmiş kendisi.  

Kırbaç darbelerinin sesiyle ne yazık ki çok erken yaşlarda tanışmış. Yaşadığı her olayda gördüğü tek şey haksızlık ve zalimlik olduğu için adeta dünyaya küsmüş.

Yine kırbaçlandığı bir gün; dayanacak gücünün artık kalmadığını anladığı bir anda; karşısına öyle biri çıkmış ki…

‘’Tesadüf mü yoksa tevakuf mu?’’

İsterseniz buna öykünün sonunda siz karar verin.

Yaşamı boyunca ne sevginin sıcaklığını ne de iyiliğin ışıltısını gören yaralı genç; zorlukla attığı birkaç adımdan sonra yere yığılmış.

Tam o anda, orta yaşlı, kır saçları karmaşık sakallarına karışmış, yoksulluğu giysilerinden belli bir adam yanına yaklaşmış. Elinde taşıdığı salep kazanını, taslarını ve sepeti usulca yere koyup hemen bitkin gencin yardımına koşmuş.

Yarı baygın genci kollarının arasında tutmuş.

Kırbaçlanırken kendisini gördüğünü ancak yardım edemediğini söylemiş ve suçunu sormuş.

Yaşadığı zalimliğin üstüne bu soruyu duyan genç; çektiği tüm acıların öcünü almak istercesine öfkeyle bağırmış adama. İnsanların acımasız olduğunu ve artık yaşamak istemediğini söylemiş.

Genci sessizce dinleyen ve öfkesini anlamaya çalışan adam; bir yandan da taslarından birine sıcacık salep doldurmuş. Gence uzatmış. Her ne düşünürse düşünsün, yine de salebinden içmesini istediğini de eklemeyi unutmamış.

Üzgün ve şaşkın genç bir an duraklamış. Sonra salep tasını güçlükle kavrayıp yudumlamaya başlamış.

İşte her ne olduysa o anda olmuş.

Ruhunu esir alan tüm duyguları birbirine karışmış.

On altı yıllık acı dolu yaşamında hiç böylesi bir insana denk gelmemiş ki.

Bir yandan içi ısınırken öte yandan kalbini bir kurt misali kemiren olumsuz duygularının ardındaki buzul dağları yavaşça erimeye başlamış.

O günden sonra kendisini şanslı sayması gerektiğini düşünmüş. Yaşadığı onca haksızlık ve acıya rağmen.

Neden mi?

Çünkü o gün, iyiliksever tek bir adam sayesinde hayata yeniden tutunacak gücü bulmuş. Tek bir kişinin iyiliğinin; binlercesinin kötülüğünden daha güçlü olduğunu bizzat yaşayarak görmüş.

İşte öykümüz böyle.

Genç, o bir tas sıcacık salep sayesinde iyilikle tanışmış. Ruhunu kemiren kötülük, yerini sıcacık sevgi ve iyiliğe bırakmış. Hem de şimşek hızıyla.

"Kainatta tesadüf, gerçek olarak yoktur." derler.

Bütün bu gerçekler, tevafuka; yani her şeyin birbirine denk gelip bir düzen ve uyum içinde oluşunun anlamına işaret etmiyor mu sizce de?

Unutmayalım; kötülük aynı zamanda yapanı öldürürken, iyilik her daim parlamayı sürdürüyor.

O halde sevginin HER ŞEY olduğu ve iyiliğin hep kazandığı bir dünyaya, mutlu tevafuklara beraberce.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

31.01.2021

Kaynaklar: Panait Istrati - Kira Kiralina.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...