22 Ekim 2018 Pazartesi

İHTİYAÇ LİSTEMİZ HİÇ BİTMESİN


Yaşam döngüsü içinde oradan oraya savrulurken; elimizde upuzun bir ihtiyaç listesiyle koşuşturuyoruz. Tam listeyi sonlandırdığımızı düşünürken, bakıyoruz ki yepyeni bir liste daha yapmışız. Ve ironiye bakın ki; bu listeyi tamamlama koşusundayken; bitirdiğimizde mutlu olacağımız inancıyla hareket ediyoruz.

Peki mutluluğu yakalıyor muyuz?

Yoksa bir sonraki listenin tamamlanmasına kadar erteliyor muyuz?

Elinde listeyle koşarken bir yandan da mutlu olup tebessüm edenlerimiz var elbette. 
Listenin eksik kalmasına, istedikleri gibi olmamasına pek aldırış etmiyor onlar. Çünkü hayatın her şekilde güzel ve yaşanmaya değer olduğuna gönülden inanıyorlar. Bu duygu ve düşünceyle, yollarına keyifle devam ediyorlar.

Aslında her birimiz farkında olmadan; Amerikalı psikoloji profesörü, Abraham Harold Maslow’un ‘İhtiyaçlar Piramidi Kuramı’nı uyguluyoruz.

Listemizdeki öncelikleri bu piramidin en alt basamağından başlayıp en üstüne kadar sıralıyoruz.

Bu sıralamayı yaparken kendi içimizden gelen ihtiyaçları göz önüne alıyor, dış etkenleri fazla önemsemiyoruz.

En alt basamaktaki ihtiyaçlarımız en acil olanları kapsıyor. Tepe noktasına yerleştirdiklerimiz ise en az ihtiyaç hissettiklerimizi.

İnsan güdüleriyle ilgilenen ve aldığı pek çok ödülle dünyanın en ünlü psikologları arasında saygın bir yer edinen Maslow; ihtiyaçlarımızı tam beş kategoriye ayırmış.

Yaşamımıza devam etmemizi sağlayacak fizyolojik ihtiyaçlarımız; tehlikelere karşı güvenlik ihtiyacımız; sosyal yaşamda tutunabilmemiz için gereken sosyal ihtiyaçlarımız; başardıklarımız ve hayat tarzımızla yaratacağımız saygınlık ihtiyacımız; kendimizi geliştirdikçe ortaya çıkacak olan kendini gerçekleştirme ihtiyacımız.

Bu piramitteki temel ihtiyaçların eksikliği, elimizi kolumuzu neredeyse bağlıyor. 
Tamamlanana kadar kendimizi gergin hissediyoruz. Ne zaman ki karnımız doyuyor, susuzluğumuz geçiyor, barınma problemimiz çözüme kavuşuyor; işte o zaman kendimizi tok ve güvende hissediyoruz. Ondan sonra listeyi elimize alıp diğerleri için girişimde bulunmaya başlıyoruz.

Dolayısıyla listeye en acil olanlardan başladığımızda hissettiğimiz gerilimi azaltmış oluyoruz. Böylece daha dengeli bir halde adım adım tepeye, yani gelişmeye doğru yol alabiliyoruz.  Ancak tepeye yakın olanların gerçeğe dönüştürülmesi en alttakiler kadar kolay olmuyor.

Peki ihtiyaçlarımızı tamamlarken hiç eksiksiz olması şartı var mı?

Elbette yok.

İçinde bulunduğumuz şart ve koşullara göre, sadece açlığımızı bastırmak; kana kana su içmek isterken sadece bir bardak suyla yetinmek de olasılıklar arasında. Haliyle sosyal ihtiyaçlarımız, saygınlık ve sevgi ihtiyacımız ve hatta kendimizi geliştirme ihtiyacımız da azar azar tamamlanabilir.

Beş temel ihtiyacın dışında Maslow’un söz ettiği diğer iki ihtiyacı; bilişsel gereksinimleri ve estetik gereksinimleri; kendini gerçekleştirme ihtiyacının içinde düşünmek de olası.

Elbette yaşam şeklimiz ve koşullarımız yıllar içinde değişiyor. Gelişen teknoloji ve ardı ardına gelen yeni buluşlar nedeniyle ihtiyaçlar listemizi güncellemekte fayda olduğunu belirtiyor konunun uzmanları.

Maslow’un belirlediği bu ihtiyaçlar listesinin her bir kademesi bizler için önem taşıyor.

Yaşamsal ihtiyaçlar bedenimizi doyururken, sosyal ihtiyaçlar ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçları ruhumuzu onaran, besleyip gülümsememizi sağlayan oldukça önemli faktörler.

Bu nedenle en alttaki iki ihtiyaç tamamlandığında listeye boş verirsek; zaman içinde aidiyet duygusundan yoksun, yalnız ve terkedilmiş hissetmemiz an meselesi.

Yine aynı şekilde yaşadığımız toplumda değer verilen, saygı gören bir birey olmamız gerekiyor ki; en tepe noktada yer alan kendimizi geliştirme yönünde başarıyla yol alalım.

Yeteneklerimizi kullanacak alanlarda kendimizi geliştirirken; saygınlığımız artarken; bir yandan da sanat ve estetikle güzellikleri kolay fark eder hale gelelim.

Takdir edersiniz ki, böylesi zor hayat şartları altında daha sakin ve huzurlu olmanın yolu kolay değil.

Emek istiyor.

Özveri istiyor.

Bol bol pratik istiyor.

Elbette içinde büyüdüğümüz aile ortamı, kültürel değerler, çevresel etkenler bizi etkileyecek. İçimizde var olan güdülerin belirginleşmesinde baskın bir rol oynayacak. Ancak sonrası tamamen bizim elimizde. Göstereceğimiz gayretli adımlarımızda.

Üstelik işin en güzel tarafı; Maslow piramidinin her bir basamağının bir üsttekine sağlam adımlar atmamıza vesile olması.

Mükemmel olmasa da kendimize göre yeterli olması şart diye düşünüyorum.

Kendimize duyduğumuz saygı, sevgi ve öz güven; o basamakları çıkarken bizim en büyük yardımcılarımız. Özümüzde ne kadar kuvvetli ve cesur olursak, kendimizi gerçekleştirme yolundaki başarımız o kadar kuvvetli olacak.

Yaşama hak ettiği değeri verenlerden olacağız bu sayede.

Hiçbir maskeye gerek kalmaksızın kendimiz olarak, kendimizle barışık yaşayacağız. 

Bu ise bize daha çok sevgiyi taşıyacak. Çünkü dünyaya; zor koşullara aldırmadan; sevginin tebessümüyle bakmasını öğreneceğiz.

Giderek daha mütevazi, daha paylaşımcı, daha zarif, daha duyarlı, daha yaratıcı, daha çalışkan, daha insani olmanın yolundayız her birimiz.

Dileğim o ki, emeklerimize değsin ve yaşama hakkını verenlerden olalım.

Tam da bunun için diyorum ki İHTİYAÇ LİSTEMİZ HİÇ BİTMESİN.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

08.08.2018








15 Ekim 2018 Pazartesi

HAZZIN TAKDİRİ (2/2)


İtalya’yı görmüş olanlar bilirler. Orada yaşamın en güzel gökkuşağı renkleri vardır her daim.

Tarihi, tarihi yansıtan eski eserlere olan saygıları, sevgi dolu korumacı yaklaşımları, her biri bir romana ilham olacak kadar kıymetli eserlerle dolu müzeleri, adım başı çağlayan çeşmeleri, sıcacık küçük aile lokantaları, pizzaları, dondurmaları, sanata olan düşkünlükleri; Roma’dan Venedik’e; Napoli’den Capri adasına kadar her alanda kendisini hissettirir.

İtalyanlar yaşamdan zevk almasını bilirler. Çalışan kesimin dahi öğlen yemeği tatilinin üç saat olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Varın gerisini siz hesap edin.

Dolayısıyla orada bulunmak, size de hazzı tattırır. Farkında olmadan hazzın takdiri iliklerinize kadar işler.

Sonuç mu?

Dünyanın tüm olumsuzluklarına karşı yenilenmiş ışıltı dolu bir ruhla donanmak. Hele bir de oralara sürekli gidip gelme lüksünüz varsa, zamanla siz de ruhunuzun yaralanmış, hırpalanmış parçalarının kendiliğinden onarıldığını sevinçle fark edersiniz.

Burada verdiğim sadece bir örnek elbette. Bana göre önemli olan hayata BAKIŞ AÇIMIZ.

Bakıp da gördüğümüz şeylerdeki hazları FARK ETMEMİZ.

HAZZI takdir etmemiz.

Tıpkı geçmiş günlerde bir alış veriş sırasında denk geldiğim sakin beyefendinin tavrı gibi. Sıcak bir yaz günündeyiz. Büyük bir markette hayli kalabalık bir kasa kuyruğu var. Tam önümde elinde sadece gazete olan bir beyefendi; ikimizin önünde ise market arabaları tıka basa dolu insanlar var. Herkes sırasının gelmesini bekliyor.

Çoğu benim gibi sabırsız. Ama söz ettiğim beyefendi sakin. Gülümseyerek insanları izliyor ve sırasını bekliyor. Sinirlenmiyor. Kimseden izin isteyip öne geçmeye yeltenmiyor ki ben olsam yapardım. (Ah öğreneceğim çok şey var biliyorum.) Sonunda sıra ona geliyor. Sakince elindeki parayı kasiyere uzatıyor ve gazetesini alıyor.

Arkasından yetişip onu izlediğimi ve sakin tavrından dolayı çok takdir ettiğimi söylüyorum. Bana verdiği mini ders için de teşekkür ediyorum. Yüzüme içtenlikle bakıp o da bana teşekkür ediyor.

Aslında her şey bu kadar basit. Eğer böylesi bir ruh yapısına sahip değilsek, dünyanın neresinde olursak olalım hiçbir şey fark etmeyecek. Elimizdekilerin kıymetini bilmeden yaşam önümüzden akıp gidecek.

Gerçek yaşantımızda yaratmış olduğumuz karmaşalar her neyse, ondan kaçmak için arayışa çıkmak yerine; normal yaşantımızda kalıp, iyi insan olmaya ve sevgiyi çoğaltmaya çalışmak en uygunu.

Ta ki o karmaşaları hayatımızdan tamamen eleyene kadar.

Ta ki karmaşaların üzerine büyük dramatik durumlar yaratmak için hiçbir sebep olmadığını anlayana kadar.

Haz alacağımız nice güzellikler olsun dünyamızda. Hazları takdir edeceğimiz ruh yapımızla birlikte.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

09.07.2018

Kaynak: Elizabeth Gilbert imzalı YE DUA ET SEV romanı.




HAZZIN TAKDİRİ (1/2)


Haz almak; yaşamın renkleri arasında gezinirken yüzümüzü gülümseten, içinde bulunduğumuz O ANA içtenlikle şükretmemize vesile olan güzelliklerin FARKINDA OLMAK demek.

Kendimizi mutluluğun tarifini yapacak kadar keyifli hissetmemiz demek.

Her türlü zorluk ve olumsuzluk arasında dahi bunu başarabilmek demek.

Adeta yaşam nedenimiz değil mi bu?

Her birimiz şartlarımızı onu yakalamak için zorlamıyor muyuz?

Peki aramızdan kaç kişi haz aldığı anları takdir ediyor?

O anı karşısına çıkaran kişiyi (ki bu kendimiz de olabiliriz), bir sebeple vesile olanı; gerçekten kalbi olarak takdir ediyor?

Bunu başaranların sayısı çok fazla değil kanımca. Keşke olsaydı.

Neden mi?

Çünkü kişinin haysiyetini korumasında önemli bir dayanak noktası olabilecek kadar kıymetli olan HAZZIN TAKDİRİni çoğumuz bilmiyoruz. Bunu başaranlar yaşama sıkıca tutunmayı hepimizden çok daha iyi biliyor ve uyguluyor.
Dünya üzerinde bunu hakkıyla yapanlar İtalyanlar. Özellikle Sicilya sakinleri.

O halde gelin hep beraber İtalya’ya mini bir seyahat yapalım. Hazzın takdirini başaranların yöntemini anlamaya çalışalım.

Ama tıpkı Goethe’nin dediği gibi önce Sicilya. Çünkü ‘Sicilya’yı görmeden, kişi İtalya’nın neye benzediğine dair net bir fikre sahip olamaz.’ diyor kendileri.

Sicilya, İtalya’nın en güneyinde küçük bir ada parçası. Depremler yaşayan, bombalanan ve hatta mafya tarafından yağmalanan bir liman kenti.

Tarihi geçmişi son derece doyurucu. Antik Roma’nın ve antik Yunan’ın üç bin yıllık tarihini içinde hapseden bu adada; zamanında pek çok bilim adamı ve iyi oyun yazarı yaşamış.

Geçirdiği onca savaş, travma ve yoksulluğa rağmen burada yaşayan çilekeş insanların tutunduğu TEK bir ÇIKIŞ NOKTASI olmuş. Ve bu sayede Sicilyalılar nesiller boyunca haysiyetlerini korumuş. Hayata sevgiyle tutunmuş.

Peki bu son dayanak noktası ne olmuş dersiniz?

Sadece ve sadece HAZZIN TAKDİRİ.

Dünyanın tüm kötü gidişatına karşı her zaman güzelliğe ve güzelliği yaratan şeylere değer vermişler.

Sanatın her alanında kendi güzellik ve keyif yaratma becerilerini geliştirmişler. Böylece ruhlarını parça parça onarmışlar.

Bu sayede içlerinde yanan minicik mutluluk ışığına dört elle sarılmışlar. Hissettikleri hazzı takdir etmişler. Giderek olumsuzluklara karşı daha dayanıklı ve cesur hale gelmişler. Hayatın her anına farkındalıklarını eklerken; hızdan olabildiğince uzak kalmışlar. Yaşadıkları yerin doğal ve tarihi güzellikleri arasında gülümsemeyi, mutlu olmayı, sevgilerini paylaşırken çoğaltmayı bir yaşam felsefesi haline getirmişler.

Ve belki de bu yüzden; gerçek hayatta çoğu insan kendi kişisel kimliğini anlamak, doğru analiz etmek için İtalya’yı seçiyor. 


Evet yanlış duymadınız İtalya.

Hepimizin tahmin ettiği gibi Tibet, Hindistan gibi mistik ve her şeyden uzak dağların zirvelerindeki yaşam şeklini değil. (devamı 2/2’ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

09.07.2018

10 Ekim 2018 Çarşamba

ŞEHRİN SÖZCÜKLERİ


‘’Her şehrin onu ve orada yaşayan çoğu insanı tanımlayan bir sözcüğü var.  Bir şehri ve insanlarını anlamanın sırrı bu sözcükleri öğrenmekten geçiyor.’’ diyor ‘Ye Dua Et Sev’ isimli romanında Amerikalı kadın yazar Elizabeth Gilbert.
Ve devam ediyor;

‘’Eğer herhangi bir yerde yanınızdan geçmekte olan insanların düşüncelerini okuyabilseydiniz, birçoğunun aynı düşüncelere sahip olduğunu görebilirdiniz. 
Çoğunluğun düşünmekte olduğu şey her ne ise, işte o şehrin sözcüğü de odur. Ve eğer sizin kişisel sözcüğünüz şehrin sözcüğü işe örtüşmüyorsa, o halde siz gerçekten o şehre ait değilsiniz.’’

Ben sevdim bu cümleleri. İtiraf etmem gerekirse şimdiye değin şehirleri ve dahi yaşayanlarını en doğru ifade eden sözcükler üzerinde hiç düşünmemiştim.

Hadi gelin birkaç ülke ve şehrin sözcüğüne bakalım.

Örneğin New York’un sözcüğü ELDE ETMEK.

Los Angeles’ın BAŞARMAK.

Stockholm’un UYMAK.

Napoli’nin KAVGA.

Roma’nın sözcüğü SEKS.

Vatikan’ın ki GÜÇ.

Bu satırları yazarken dünya güzeli İstanbul’umuzu düşündüm. Ona uygun tek bir sözcük yok sanki. Bilmem bana hak verir misiniz ama; gündüz başkadır İstanbul, gece bir başka. Gecesi için EFSUN olabilir. Gündüz içinse GÜZELLİKLER İÇİNDEKİ 
KAOS belki.

Şu anda yaşadığım yer olan minik Ege beldesi Sığacık’ın ismi zaten konmuş. 

Sakinliğin ve huzurun alt yapısını oluşturan YAVAŞLIK.

Dünyanın en yavaş beldesi ödülünü alan Türkiye’deki ilk yer.

Simgesi de kocaman pembe renkli, şirin bir salyangoz.

Seviyorum burayı, özellikle insanlarını. Ama size bir sır vereyim mi? Benim yapım hiç de yavaş değil. Dolayısıyla bu beldeden ve sevgi dolu insanlarından öğreneceğim çok şey var diye düşünüyorum.

Buradaki ilk arkadaşım çok şirin bir kadın. Kızıl saçları, güzel yüzü, sıcaklığı ve sevgi dolu kalbiyle mutlu ediyor yanındakileri. Ama hareketleri, yapısı, davranışları yaşadığı yerle o kadar zıt ki. Daha önce hiç hiperaktif bir arkadaşım olmamıştı. Ben de hızlıyımdır ama o beni geçti. Onun yanındayken yaşam saati çok daha hızlı çalışıyor sanki. İşte ona en uygun kelime bence YERİNDE DURAMAYAN güzel.

Güzeller güzeli yurdumuz için MERHAMET ilk aklıma gelen oldu.

Bize cennet vatanımızı armağan eden ve güzellikler içinde yaşamamıza vesile olan ATATÜRK’ümüz içinse tek bir kelime yetmez elbette. ASİL, ZARİF, IŞILTI DOLU, ZEKİ, ÇALIŞKAN, İLERİ GÖRÜŞLÜ, AZİMLİ, CESUR, KAHRAMAN … ve daha niceleri.

Şimdi sözcükler arasında sörf yapıp kendimizi en iyi anlatan sözcüğü seçelim mi?

İnanın hiç de kolay değil, insanın kendi özelliklerini tek bir kelime ile tanımlaması. Belki aklımıza gelen sözcükleri eleyerek doğruya yakın olanını bulabiliriz.

Eğer yanıtı hemen bulamıyorsak kendimize zaman tanımak en doğrusu. Çünkü hiç beklemediğimiz bir gün, bizi heyecanlandıran o sözcük kendiliğinden gözümüzün önünde belirecek. Hele hele bir kitap tutkunu iseniz işiniz çok daha kolay. Her gün gözünüzün önünden geçen yüzlerce sözcükten bir tanesi kalbinizi ısıtacak. Ben buna eminim.

Ben kendimden yola çıkıyorum. Yeni şeyleri öğrenmeye olan hevesim o kadar çok ki BİLGİ TUTKUNU olabilirim mesela. Yine de beni en doğru ifade eden sözcük sanırım oldum olası NET olmam. Zaten ismimin manası da böyle değil mi? 

Peki ya sizler? Kendinizi anlatan bir sözcük bulabildiniz mi?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.08.2018



3 Ekim 2018 Çarşamba

SEVGİNİN OLMA İHTİMALİ


Sevgi öylesine tılsımlı ki, onun olma ihtimalini ve getireceklerini görebilmek bile insana kendisini çok iyi hissettiriyor. Umutla yarınlara sarılmamıza vesile oluyor.

Tabii o ihtimali görebiliyorsak…

Bu satırları bana yazdıran geçen günlerde izlediğim ‘The Giver - Seçilmiş’ isimli bir sinema filmi oldu.

1993 yılında Amerikalı yazar Lois Lowry romanından uyarlanan bu film; ütopik bir dünyayı anlatıyor.

Şu anda birebir yaşadığımız ve endişeyle izlediğimiz gibi; savaşlarla, kavgalarla, acılarla, aşırı tüketme hırsıyla düzenini bozduğumuz dünyada; bir grup yaşlı insan geçmiş uygarlık tarihi ile olan tüm bağlarını kesiyor.

Ve kendilerince acının, kederin, savaşın, gözyaşının olmadığı mükemmel bir dünya yaratmaya çalışıyor. Bu amaçla gerçek duygulardan ve gerçek dünyadan tamamen uzak, izole bir yaşam kuruyor.

Önce kendilerine dümdüz bir yerleşim alanı seçiyor ve sınırlarını belirliyorlar. Bu bölgede deniz, nehir, ova, göl, dağ, tepe ve hiç renk yok. Burada kurdukları yeni düzen tek bir iklime sahip. Her gün güneşli ve açık. 

Yetiştirilen nesilin; aile bireyleri dışında  birbirlerine dokunmaları, yalan söylemeleri, dili yanlış kullanmaları ve sınır dışına çıkmaları yasak. Din, dil, duygu, düşünce gibi farklılıkları bilmiyorlar. Kendilerine sunulanlarla yetinmenin öğretildiği bir toplulukta yaşadıkları için seçme özgürlükleri yok. Kısacası sade, dümdüz bir düzende yaşıyorlar. Başka türlüsünü tanımıyorlar zaten.

Zihinlerinde bulunan geçmişe dair anılar ve bilgiler tamamen silinmiş. Hiç kimsenin duyguları, hissiyatları ve anıları olmadığı için de; anılarında olumlu olumsuz hiçbir bilgi kalmamış.

Sadece acı, keder, üzüntü, nefret, kin gibi olumsuz duygular aklınıza gelmesin. Sevgi, huzur, aşk, mutluluk, sevinç gibi ruhumuzu besleyen duygulardan da yoksunlar.

Tamamen izole halde yaşadıkları; bir başka yaşam şeklini görmedikleri, bilmedikleri için; konulan kurallara uyum sağlıyorlar. Sorgulamıyorlar.    

Evet aile kuruyorlar, evet çocuk yetiştiriyorlar. Okula gidip eğitim alıyorlar. Becerilerine göre işlere yerleştiriliyorlar. Ama hepsini görev kabul ediyorlar. Sade, dümdüz, renksiz ve steril bir yaşam sürüyorlar.

Toplumun geçmişini, anılarını ayrıntıları ile bilen tek bir kişi var. Ona ‘The Giver – Seçilmiş’ diyorlar. Genelde özel hisleri en kuvvetli yaşlı bir kişiye bu görevi veriyorlar ki ileride problem yaşamasınlar. Topluluğun eskilere ait tüm anıları, renkleri, geçmiş yaşamlarının, duygularının en mahrem bilgileri ona emanet ediliyor.

Ancak bir seferliğine bu kural bozuluyor. Ergenliğini tamamlayıp, yaşıtları gibi kendisine verilecek görevi bekleyen; hisleri hayli kuvvetli bir genç; bu göreve seçiliyor. Yaşlı adamın yanında çalışmaya başlıyor. Eğitimi sırasında kendisinden ve elbette herkesten sır gibi saklanan anıları görüyor. Hafızalarından silinen geçmişi öğrenmeye başlıyor.

Daha önce hiç tatmadığı bu muhteşem yaşam renkleri onu bambaşka duygulara itiyor. Heyecanlanmayı, çoşkuyu, aşkı, sevgiyi tadıyor. Kısacası yaşamın gerçeklerini, rengarenk duyguları keşfediyor. Böylece hayata bakışı bambaşka bir boyuta taşınıyor.

Zamanla öğrendiği sırların acımasızlığı ile de yüzleşiyor. Bunu herkese anlatması gerektiğine karar verdiğinde ise otorite ona karşı çıkıyor.  Önüne engeller çıkararak yakalanmasını istiyor.

Ancak seçilmiş gencimiz; adeta hapis hayatı yaşadıkları kapalı kutudan herkesi çıkarıp, gerçekle kucaklaştırma konusundaki fikrinden caymıyor.
İşte filmde o ‘Seçilmiş’ gencin mücadelesini izliyoruz.

İlginç, düşündürücü ve çarpıcı bir filmdi.

Hayata renk katan armonilerin ne denli kıymetli olduğunu, acıyı yaşamadan sevinci anlamanın mümkün olmadığını, sevgi ve aşkın tüm duyguların baş tacı olduğunu, SEVGİNİN OLMA İHTİMALİni anlatmasını sevdim en çok.

Yaşadığımız dünyada ne kadar kaos, acı, keder olursa olsun; en kötü diye bilinen insan da dahi sevgi ihtimalini görebilmek; tüm acıları yenmeye yetecek kadar güçlü bir merhem olabiliyor insana. Çünkü sevginin iyileştirici, kucaklayıcı, sihirli bir yönü var.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

28.07.2018


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...