30 Ağustos 2018 Perşembe

GAZ LAMBASI DEYİP GEÇME (2/2)


İş adamı ölmekten son anda kurtulduğu için şükretmesi gerektiğini bildiğini söyler. 
Ardından başlar söylenmeye. Akşam oteldeki eğlenceyi, otelin muhteşem yemeklerini, havai fişek gösterisini kaçırdığını; sıcacık odasında dev ekranda televizyon seyredecekken; şimdi bu minicik evde mahsur kaldığı için üzgün olduğunu anlatır.

Yaşlı adam sakince onu dinledikten sonra, adeta hayat dersi niteliğindeki sözlerine başlar.

İnsanı hayata bağlayan tek bir dilim kuru ekmeğin, en lezzetli yemeklerden daha iyi olduğunu; yağda yapılan tazecik yumurtaların ve çorbanın en mükellef yemekleri aratmadığını; diğer eksiklerin ise tamamlanabileceğini söyler.

Genç adam minicik bakımsız evle lüks oteli kıyaslar ve kendi kendine güler. Yine de ayıp etmemek için suskun kalır.

Yaşlı adam onu çatı arasında; dantellerle süslü büyük camı olan küçük bir odaya çıkarır. Bacanın geçtiği bu odada kesinlikle üşümeyeceğini, tiftik yorganın fazla bile geleceğini belirtir. Oldukça geniş olan karyola belli ki bir zamanlar yaşlı adamın eşiyle beraber paylaştığı yataktır.

Perdeleri açarken, iş adamına pencereden görülen güzel dağ manzarasının, dikkatle bakıldığında dağdan akan şelaleye yansıyan ayın yakamoz görüntüsünün; dev ekran televizyon programlarından çok daha kıymetli olduğunu belirtir.

Yatağa oturan ve dışarıdaki manzarayı seyre dalan adam; gökyüzündeki mehtaba, yaşlı adamın gösterdiği kutup yıldızına, meteor yağmuruna, saman yoluna hayran kalır.

Yaşlı adam odayı terk edecekken genç adama, yıldızlara dikkat etmesini ve bu güzel yıldız yağmurunun oteldeki havai fişekleri bile sönük bırakacağının altını çizer.

O ana değin hayatında belki de ilk kez gökyüzüne dikkatle bakan adam artık mutludur. Çünkü dünyaya farklı gözlerle bakarken, bakmaktan çok görmenin önemini anlar.

Yaşlı adama içtenlikle teşekkür eder. Odadaki gaz lambasını göstererek; onu her akşam dışarıya asması gerektiğini; böylece kendisi gibi cahillere yol göstereceğini, ruhlarını aydınlatacağını sözlerine ekler.

İşte öykümüz bu kadar.

Hayattaki gerçek zenginliğin insanın kendi gözlerindeki bakışlarda bulunduğunu; doğal, sade ve basit şeylerin kıymetini bilmenin, dünyadaki en büyük zenginlik olduğunu öyle güzel anlatıyor ki paylaşmadan geçemedim.

Eğer etrafımıza kalbimizle bakmıyor; her şeyi maddiyatla, dış görünümle ölçüyorsak; harun kadar zengin olsak da mutluluk bizden hep kaçacak. Bunu hiç unutmayalım, olmaz mı?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

24.07.2018




GAZ LAMBASI DEYİP GEÇME (1/2)


Varlığını neredeyse unuttuğumuz; zamanımızda nostalji yapmak isteyenlerin bahçelerini, balkonlarını ya da evlerindeki antik bir masanın üzerini süslemek amacıyla tercih ettiği gaz lambaları eskiden ne çok kullanılırmış. Yüksek voltajlı lambalara alışkın gözlerimize hayli solgun ve titrek gelen ışığı, eskilerin tek aydınlatma aracıymış.

Şimdi sizinle paylaşacağım öykünün kahramanı da böylesi bir gaz lambası. Onun nasıl bir mucize yarattığına, bakmaktan öte görmenin insan algılarını nasıl değiştirdiğine şahit olacaksınız.

Soğuk bir kış günü, bir kayak merkezindeyiz. Hafta sonu tatilini geçirmek için gelenlerle dolu bir bölge burası. Yoğun bir tipi ve kar yağışı olduğu için çoğu kayakçı otelinde hava şartlarının düzelmesini beklemekte.

Ancak usta kayakçı olduğunu düşünen bir iş adamı tipiye aldırmadan yola çıkar ve kaymayı dener. Maalesef kısa sürede yolunu kaybeder. Telefonunun da çekmediğini fark ettiğinde, etrafı daha iyi görmek adına biraz daha yükseğe çıkar. Gelin görün ki tipi şiddetlenir ve zengin iş adamı ormanlık alanda kaybolduğunu anlar.

Hava kararmaya, gözleri net seçememeye başlar. Yorgundur. Açtır. Elleri ayakları üşümeye başlar. Uzaktan duyduğu kurt sesleri korkusunu artırır.

En azından sığınacak bir yer bulabilme umuduyla etrafına son bir kez göz gezdirir. 
Derken zayıf mı zayıf, titrek mi titrek bir ışık görür gibi olur.

Birden umutlanır. Gücünün kalan son kısmını kullanıp, ışığa doğru yürümeye başlar. 
Karlar o kadar yüksektir ki düşer, her adımında tökezler; derken az ilerisindeki tahta kulübeye varır. Uzaktan ona yol gösteren ise kapı üstüne asılı duran, titrek ışıklı bir gaz lambasıdır.

Son bir gayretle kapıyı çalacakken, kapı ardına kadar açılır. Arkasında gülümseyen yüzü ile hayli yaşlı ev sahibi görünür. Tanrı misafirini kucaklayan yaşlı adam onu içeri alır. Isınması için kuzinenin yanına oturtur. Isınıp kendine gelmesini sabırla bekler.

Biraz ısınan ve yaşadığı şoktan kurtulan iş adamı, nasıl olup da geldiğini bildiğini ve kapıyı henüz çalmadan açtığını sorar yaşlı adama. Beklendiğini, bu nedenle gaz lambasının kapı dışına asıldığını duyduğunda ise epey şaşırır.

Yaşlı adam sözlerine gün içindeki işaretlerin ona bir misafir geleceğini fısıldadığını söyleyerek devam eder. Örneğin öğlen yapacağı tarhana çorbasına malzemeyi koyarken torbanın elinden kayması ve iki kişilik tarhananın tencereye dökülmesi; her zaman yaptığı ekmeğin iyice kabarıp büyümesi; üç tavuğundan her sabah sadece biri yumurtlarken bugün ikisinin yumurtlaması gibi.

Aklı karışan ve böylesi şeylere pek de inanmayan iş adamı, usulca yaşlı adamı ve evini izlemeye başlar.

Yerdeki ahşap masa üzerinde iki tabak, iki kaşık ve iki bardak görünce; yaşlı adamın eşiyle beraber yemeğe oturacaklarını düşünür. Adama eşini sorar.

Eşinin yirmi yıl önce hayattan ayrıldığını, çocuklarının evi terk ettiğini, kısacası yalnız yaşadığını; masayı da kendisi için önceden hazırladığını söyler.

Tüm duyduklarına sadece tesadüf gözüyle bakıyorken; yavaş yavaş yaşlı adam hakkındaki fikirleri değişmeye başlar. Bu arada kapının dışındaki gaz lambasını içeri alan adam gülümseyerek onu yemeğe davet eder.

Beraberce yemeklerini yerken dışarıdaki fırtına kesilir. Hava açar. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

24.07.2018

11 Ağustos 2018 Cumartesi

RİVAYET AMA…


Kulaktan kulağa aktarılan öyküler rivayetten, basit bir iddiadan öteye geçmez çoğu kez. Hele hele uzun yıllardır tartışılan bir hikaye ise anlatılan; gerçeğe ne kadar yakın olduğunu düşündürür insana sürekli olarak.

Tıpkı şimdi sizlerle paylaşacağım bu ilginç öykü gibi.

Biliyorum ki okuduğunuzda inanmayacaksınız ama; yazımın sonuna kadar bekleyin derim ben; peşin hüküm vermemek adına.

Öykümüz Fransa’da geçiyor.

Yaşamında iki devrim gören bir kimyagere ait.

Devrimlerin ilkinde bilime katkılarından dolayı bir kahraman; ikincisinde ise terör kurbanı ilan edilip idam edilen başarılı bir bilim insanı kendisi.

İsmi Antoine Laurent Lavoisier.

Öykümüz, ölüme mahkum edilip giyotin ile başının bedeninden ayrıldığı o ANA ait.

1789 Fransız ihtilalinden tam dört yıl sonraya uzanıyoruz şimdi. Bilimsel çalışmalarını anlamamakta ısrarcı olan, yeniliğe ve bilime karşı çevreler tarafından acele ile yargılanıp giyotin ile idama mahkum edilir.

Ancak bilime olan tutkusu ve öğrenme hevesi son anına kadar hep yanında kalır. Bu amaçla asistanından, başı kesildikten hemen sonra gözlerini dikkatle incelemesini ister.

Eğer başı bedeninden ayrıldıktan sonra 2 defa göz kırparsa, beyninin bir süre daha bilinçli faaliyetlerini sürdürebildiğini ispat etmiş olacaktır. İşte rivayete göre gerçekten de başı kesildikten sonra 2 defa göz kırpar.

Bu belki de onun hayata son vedası ve bilime son ama en büyük katkısı olur.

Evet bu bir rivayet ama gerçek olma ihtimalinden de uzak değil. Gerçi Lavosier’ e ait kaynakların hiç birinde bu öyküden bahsedilmediğini belirtiyor güvenilir kaynaklar. Yine de içimizdeki şüpheleri ve soru işaretlerini netleştirebiliriz.

İşte bu nedenle şimdi gelin; bu gerçekliğe büyüteç tutup, kahramanımızı daha yakından tanımaya çalışalım.

Antoine Laurent Lavoisier 1743 yılında zengin bir ailenin çocuğu olarak Paris’ te doğar. Babasının etkisiyle hukuk alanına yönelmiş olsa da; içindeki deneysel bilim merakı giderek vazgeçilmez olur.

Yirmi bir yaşında Paris sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği kazanır. 
Altın madalya ile ödüllendirilir. Dört yıl süreyle kimya alanındaki çalışmalarını aralıksız sürdürür. Hükümetin verdiği pek çok zorlu görevi başarıyla sonuçlandırır. Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması, tarımda verimin artırılması, savunma amaçlı barut üretimi ve hatta vergi sisteminin düzeltilmesi gibi.

Tüm bunları yaparken bir yandan da kendi özel araştırmalarına devam eder.

Simya devrimi ile dünyada öyle büyük ses getirir ki, tüm dünyanın kendisine örnek aldığı bir bilim insanı olur. En büyük yardımcısı ise onu sevgisi ile yüreklendiren, deneylerini görsele taşıyan, çevirilerini yapan, yazılarını makale ve kitap haline getiren sevgili eşidir.

Modern kimyanın temelini atan Lavosier, hepimizin bildiği kütlenin korumunu yasasını bulur. Hiçbir şeyin yoktan var edilmediğini, deneysel dönüşümlerde maddenin miktar olarak aynı kaldığını savunur.

Fransız ihtilali sonrasında solunumla ilgili deneyler yapmaktadır ki; iki suçlamayla tutuklanır. Kendisine savunma şansı dahi tanınmaz. Dilekçe ile yapılan başvurular, bilginlere ihtiyaç olmadığı gerekçesi ile reddedilir.

Maalesef sadece elli bir yaşındayken ve daha bilim adına çok şeyler yapacakken; hayatının o acı sonuyla tanışır.

Giyotinle idamını beklerken kitap okumaktadır. Cellat yanına geldiğinde ise ne yapar biliyor musunuz? Tam okuduğu sayfaya bir kitap ayracı bırakır. İşte öğrenmeye ve bilime aşık bu bilim insanının hayatı böylece son bulur.

Artık onu daha yakından tanıyoruz. Şimdi düşünelim istiyorum yeniden. Yazımın başında paylaştığım öykü gerçek olamaz mı?

Ben olabilirliğinden yanayım. Bunu güçlendirmek adına da sizlere kısaca başka benzer olaylardan bahsetmem gerekli.

Yapılan araştırmalar bu öyküdeki gibi son derece çarpıcı tespitlerin sinirbilim adına mümkün olduğunu gösteriyor çünkü.

İlk örnek birbirine düşman iki kişinin giyotinle idamına ait. Rivayete göre kesilen başlar aynı sepetin içinde düşer. İşte ne olduysa o anda olur. Başlardan biri diğerinin yanağını sertçe ısırır. Ardından gelen ölüm katılığı nedeniyle de iki başın birbirinden ayrılması mümkün olmaz.

1880 yılında giyotinle idam edilen katil Menesclou üzerinde yapılan deney ikinci örnek olsun. İdamdan neredeyse üç saat gibi uzun bir süre sonra başına kan pompalandığında verdiği tepkiler kayıtlara düşer. Dudakların titremesi, göz kapaklarının açılıp kapanması ve hatta bir şey söylemek ister gibi ağzın açılması notlar arasında yer alır.

Bundan yirmi beş yıl sonra yapılan deney de diğerleri gibi o ANdaki tepkileri izlemek üzerine yapılır. İnfaz sonrası başı bedeninden ayrılan Languille isimli katile ismiyle seslenirler. Kesik başın ismini duyunca gözlerini açtığı ve ses tarafına odaklandığı tespit edilir.

Son örnek 1989 yılında Kore’de yaşanan bir trafik kazasına ait. Arabalar arasında sıkışan bir kazazedenin gözlemlerine dayanır.  Tam önünde başı bedeninden kopan birisi vardır ve o kopan başta beliren yüz ifadeleri sırasıyla şaşkınlık, şok, aşırı korku ve acıyla son bulur.

Bu örneklerin yanında hiç tepki vermeyen vakaların da olduğunu bilmekte fayda var elbette.

Ancak bilimsel araştırmalar günümüzde, beynin ölüm sonrasında 15 saniye kadar faaliyetlerini koruduğunu gösteriyor.

Bilinç ise 5 saniye sonra kendisini tamamen kapatıyor.

Bu kısacık zaman aralığını göz önüne alarak yapılan deney sonuçlarını yorumlamak en doğrusu olsa da; rivayetle gerçeğin kol kola dans ettiğini söylemek yanlış olmaz. Şimdi bu rivayete inanıp inanmamak tamamen sizlere kalmış.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

16.05.2018





6 Ağustos 2018 Pazartesi

BEN BU AŞKI ÇOK SEVDİM


Hayatın içindeki en güzel pırıltılardan bir tanesi AŞK bana göre.

Yaşamı daha anlamlı ve derin kılıyor.

Güzelleştiriyor.

Bunu yakalayabilenlerden olmak ise büyük şans.

Örnekler elbette var; ama şimdi paylaşacağım aşkı hepsinden çok seveceksiniz eminim ki.

Neden mi?

Çünkü bu aşkın kahramanı bir LEYLEK çifti.

İsimleri Klepetan ve Malena.

Hırvatistan’da yaşıyorlar.

Bu aşkı koruyan kollayan kişi ise tüm bu olacaklardan habersiz sadece iyileşmelerine yardımcı olan Stjepan Vokiç.

Stjepan Vokiç; neredeyse yirmi yıl kadar önce; evine yakın bir arazide avcılar tarafından vurulmuş bir leylek bulur. Kanadı yaralıdır. Uçamıyordur. Leyleğin tedavisini yaptıran bu iyi kalpli adam, uçana kadar ona kendi evinin bahçesinde bakmaya başlar.

Dişi olduğu için leyleğe Malena ismini verir.

Aradan birkaç yıl geçer ve Malena göç sırasında oralardan geçen Klepetan ile tanışır. 
Ona aşık olur.

Aşk dolu iki leylek tanıştıkları bu özel yerde, Vokiç’in evinin çatısında yuvalarını kurar. 

Ardından da yavruları olur.

Derken aylardan Ağustos yani göç zamanı gelir. Ancak bu aşkı titreten büyük bir sorunları vardır. Tedavi olduğu halde Malena uçamaz. Dolayısıyla eşine eşlik edemez.

Hal böyle olunca Klepetan; eşini onu iyileştiren iyi kalpli adama teslim edip; 13.000 kilometrelik Güney Afrika yolculuğuna yalnız başına çıkar.

Yolları ayrılmış, araya zamandan öte büyük mesafeler girmiştir artık.

Bu durum ise en çok Vokiç’i üzer.

Ancak tam bir yıl sonra mart ayında Malena’nın yanında bir leylek görür. İlk önceleri bunun sadece çiftleşmek isteyen başka bir leylek olduğunu zanneder.

Gelin görün ki işin aslı bambaşkadır. Aşk her şeyi yenmiştir.

Çünkü o yıl ve sonraki yıllar içinde Klepetan hep aşkının yanına döner. Aradan geçen on altı yıl boyunca bu tekrar edip durur.

İşte sıcacık bir aşk öyküsü.

İşte aşkın yenilmez gücü.

Ne diyelim darısı yaşamak isteyen herkesin başına olsun.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

15.05.2018






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...