7 Temmuz 2010 Çarşamba

ÖFKENİN ŞİDDETİ PİŞMANLIK GÖZYAŞLARI OLMASIN



Öfke nasılda ilkel bir duygudur aslında. Çünkü insanlar sadece öfkeleri yüzünden çok şey kaybedebilirler. Oysa ki kızgınlıklarını, ani öfkelerini dizginlemeyi bilmek; aşırı duygularını, sert çıkışlarını kontrol altına almayı becerebilmek hayatları boyunca daha sorunsuz yol almalarını sağlar.

Ebette öfkeye yenik düşmemek, kızgınlığı dizginlemek, haksızlığa uğradığınızı düşündüğünüz anda sessiz kalabilmek kolay değildir. Bunun için insanın kendisini eğitmesi, duygularına ve hırslarına kapılmadan önce sakinliğini koruması yönünde deneyimli olması gereklidir. Çünkü öfkelendiğinizde önce içinizde dizginlenmesi zor bir fırtına kopar, o andaki ilk tepkiniz içinizdeki o fırtınanın size emrettiğini yapmak ve düşünmeden tepki göstermektir. Oysa ki çok değil, sadece 1-2 dakika düşünme anı yaratmak; o ilk fırtınanın dinmesi için yeterlidir. Tabii becerebilirsek…

Öfkeye yenik düşmek, kızıp bağırmak, kendimize yapılan haksızlığa hiç düşünmeden tepki vermek en kolay yoldur. Bizler de yapımız gereği maalesef hep kolay olan tarafa doğru kaçarız. Zor olanı denemeyi o an için aklımıza dahi getirmeyiz. Getirmeyiz ama birazcık gayretle, 1-2 sefer denemeyle bazı şeylerin değiştiğini gördükçe ve öfkemizi kontrol etmenin tadına vardıkça bunu bir alışkanlık, hatta bir hayat tarzı haline getirebiliriz belki, ne dersiniz?

İlk planda kazananın sadece sesini yükselten, esip gürleyen kişi olduğunu sansak da, asıl kazananın sessiz kalmayı becerebilen olduğunu sakın unutmayın.

Hem hiç düşünmeden verilecek cevaplar, öfkeyle ağzımızdan çıkan sözcükler içimizi ferahlatmayacak; tam tersine öfkemizden kurtulduğumuz anda belki de pişmanlık duymamıza sebep olacaktır. Çünkü kızgınken, öfkemizi kontrol edemezken peş peşe sıraladığımız sözcükleri kontrol etmemiz hayli zordur. O bir anlık gaflet anımızda ağzımızdan çıkan kontrolsüz sözcükler, kim bilir belki de karşımızdakini tahmin ettiğimizden daha fazla yaralar. Ne kadar özür dileseniz, ne kadar üzgün olduğunuzu ifade etseniz de nafile. İncinmiş, kırık bir kalbi onarmak artık neredeyse imkansız hale gelmiştir. Sebepsiz yere gerginliği uzatmış, aradaki yumuşak iletişimin bozulmasına, sevgilerin zedelenmesine, gönüllerin kırılmasına siz de katkıda bulunmuş olursunuz istemeden. Yani başlarda haklıyken, haksız bir konuma düşersiniz.

Sonra gelsin pişmanlıklar, gelsin üzüntüler ve belki de ayrılıklar… İnsanın kendini kör bir kuyuda yalnız ve çaresiz hissettiği o anlar. Adeta bir alev topunun ortasında kalmış gibidir insan; kaçacak tek bir yeri yoktur. Neler olmuştur böyle, bir anda ipler elinden kayıvermiş ve kendini o kopkoyu pişmanlık girdabında bulmuştur. Keşkeler öyle hızla çarpar ki suratına, her defasında dibe vurur, içi ezilir. Görünürde kanayan bir yeri yok gibidir ama içi tarifsiz bir şekilde acımaktadır işte.

Oysa ki sessiz kalabilseydi, öfkesine yenilmeseydi, bu kaybedişler olmayacak; pişmanlık gözyaşları dökmeyecekti. Evet belki zorlanacaktı öfke girdabını sessiz bir limana dönüştürürken, ama sonrasındaki kazancı ve iç rahatlığı buna değerdi. Hem kendisi hem de karşısındaki kişi için…

Öfke anlarında dinginliği korumaya çalışmak, kızgınlığın o insanı esir alan bağlarından korunmak için sessiz kalarak tebessüm etmek; bir takım değerlerden yoksun insanlara verilecek en iyi cevaptır. Bu sessiz tebessüm onlara söyleyeceğiniz ve belki de o an içinizi rahatlatacak olan tüm sözcüklerden daha etkili olacak ve karşı tarafın yüzünde bir tokat misali patlayacaktır. Çünkü sessizlik öfke anında sarf edilecek tüm kelimelerden çok daha fazla şeyi anlatacak öyle zengin bir dile sahiptir ki… Üstelik taraflardan birinin yüz; diğerinin sıfır olduğu hiçbir çatışma yoktur. Yani bir taraf yüzde yüz haklı, diğer taraf yüzde yüz haksız değildir. Belki sadece bu yüzden bile öfkelerimize yenik düşmememiz gerekmez mi? Öte yandan, kendimiz yüzde yüz haklı olduğumuza inansak bile, karşımızdakinin bunu teyit etmesini beklemek fazla iyi niyetli bir bakış açısı olmaz mı?

O halde gelin öfkelerimizin kontrolü bizim elimizde olsun her daim. Karşınızda ne kadar kırıcı ve rahatsız edici davranışlar olursa olsun; öfkeden elleriniz titrese, kanınızın beyninize sıçradığını hissetseniz bile yine de kontrollü olun ve öfkenizi kimselere göstermeden en kısa sürede bastırmaya çalışın.

Sırası geldiğinde sessiz kalarak, sırası geldiğinde söyleyeceklerimizi dikkatli seçmeye çalışarak keşkelere, pişmanlıklara meydan vermeyelim. 1-2 dakikalık rahatlamanın sonrasındaki karabasana yenik düşmeyelim. Güçlü olduğumuzun, kendimizden emin olduğumuzun teyidini yine önce kendimize yapalım. Bakın o zaman hayat nasıl da güzelleşecek, ruhumuz nasıl da dinginliğe varacak. Öfkenin şiddeti pişmanlık göz yaşlarımız olmasın hiçbir zaman.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
25.07.2007

ONDA VAR BENDE DE OLSUN



Başkalarının sahip olduklarına nasıl bakarsınız?

Ne güzel onda var, bende de olsun mu dersiniz?

Yoksa, onda var, bende neden yok diye hafiften üzülür müsünüz?

Ya da gözünüz kararmış bir halde onda var bende de mutlaka olmalı diye hırslanır mısınız?

Buna benzer iç çatışmalarıyla hemen her yerde karşılaşırız aslında. Kimimiz gıpta ederken, kimimiz çekememezlik ve kıskançlığın o iç karartıcı kışkırtmalarına yenik düşeriz. Bu ikisi arasındaki farkı bilip dengeli davranmak çoğu zaman imkansız bile olabilir. Bir acelecilik, bir sabırsızlıkla görüp beğendiğimiz, istediğimiz şeyin hemen o anda bizde de olmasını arzu ederiz.

Bu arzuyu gerçekleştirmek adına çalışmak, çabalamak, bu anlamda başkalarına ait olan şeylerden örnek almak güzeldir aslında. Bunun için görebilmek lazımdır ama, farkına varıp görebilmek içinde bilmek. Oysa ki bu öyle kolay değildir. Üstelik zaman alır. Belki bir geçmişten süzülerek gelmesi, belki de henüz çocuk yaşlardayken içimizde filizlenmesi gerekir. Zaman içinde sabırla o filiz beslenmeli, büyütülmelidir. Öyle her aklınıza gelen şeye o anda sahip olamazsınız. Olsanız da üstünüze oturmaz. Bir yerlerde mutlaka potluk yapar, eğreti kalır, yakışmaz.

Bunun için yatırım yapmak, emek harcamak, fedakarlıkta bulunmak, zaman harcamak lazımdır. O yapıyorsa, o başarmışsa buna yıllarını vermiştir emin olun. Siz farklı arayışlar içindeyken belki de uyumamış, koşturmuş, didinmiştir. Hayallerini içinde sabırla büyütmüştür.

Elbette gıpta etmek, hayal kurup kendinizde de o güzelliği görmeyi istemek hoştur. Kıskançlığa yer vermeden, etrafımızdaki başarıların farkına varmak, yeri geldiğinde onları alkışlamak, takdir etmek en insani duygulardan biridir. İnsanın bakış açısını, vizyonunu genişletir. Daha ileri boyutta düşünmesine, daha derin ve araştırıcı gözlerle bakmasına fayda sağlar. Üstelik itici bir güç, motivasyon olur.

Ama hemen, düşündüğümüz, gördüğümüz ilk anda değil. Emeksiz, çalışmadan hiçbir şey kazanılmaz. Zorlama, dayatma ile hiçbir yer varılmaz. Çünkü herkesin kendine özgü kişisel bir yeteneği ve kapasitesi vardır. Bunu bilmeden zorlamak ruhsal çöküntü ve depresyona sebep olabilir. Tıpkı dar gelen bir elbiseyi giymek için zorlarken bir yerlerden yırtılması gibi. Bu nedenle tercihler yapılırken dikkat edilmelidir.

Kıskançlığa prim verir, sabırsız davranırsak hayal ettiklerimizi tam olarak gerçekleştiremeyiz; her şey yarım yamalak kalır. Boşa zaman harcadığımız gibi; o gıpta ettiğimiz, özendiğimiz, örnek aldığımız kişinin başarısında olduğu şekilde etrafımızdakileri cezbetmez, büyülemez. Ama bunun bilincinde olursak, emek harcarsak yaşımız kaç olursa olsun yapamayacağımız hiçbir şey yoktur.

Azmin, kararlılığın, çalışkanlığın önünde hiçbir kuvvet duramaz kolay kolay. Her zaman hatırlamakta fayda var; istediğimiz bir şeyi önce kendi zihnimizde düşünmeye başlayalım, üstünde daha çok duralım ve onu hayallerimizde, içimizde yaşatalım. Ne istediğimizi bilerek, yürekten inanıp, bindiğimiz yelkeni hayal gücümüzün rüzgarlarıyla doldurursak, arzu ettiğimiz şeylerle kısa sürede karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır, buna inanın.

Onda vardı, bende de beni mutlu edecek ölçülerde, bana yakışır şekliyle var, başardım işte diyeceğimiz günler yakındır. Yeter ki inanalım.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
06.04.2007
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...