29 Haziran 2025 Pazar

BAŞKASININ GAZETESİ (2/2)

Heyecan dolu günlerin sonunda masalını gazetede gören küçük kız; yayımlanan ilk öyküsü ile buluştuğunu, ardından nice yazıları olacağını elbette o anda hayal bile edemez.

Ama yıllar sonra çocuk edebiyatının en ünlü ve sevilen ismi olur.

İlk öyküsü gazetede yayınlanan o kız çocuğu, ilkokuldan sonra ailesi ile beraber İstanbul'a gelir.

Nişantaşı ortaokuluna başlar.

Yazılarla arası o kadar iyidir ki Türkçe öğretmeni tarafından kısa sürede fark edilir.

Günlerden bir gün, tam Türkçe dersindeyken sınıfa müfettiş gelir.

Öğretmen ders anlatırken genç müfettiş, küçük kızın yanındaki boş sıraya oturur.

Ders biter. Sınıftaki çocuklar teneffüse çıkar.

Öğretmen küçük kızı müfettişle tanıştırmak için durdurur. Ona kızın edebiyata olan ilgisini anlatır ve ileride çok büyük bir yazar olacağına inandığını söyler.

Bu güzel övgüler küçük kızın yanaklarını kızartırken, müfettiş duyduklarına sevinir. Hemen akabinde küçük kızın okul kütüphanesinde görevlendirilmesinin yerinde olacağını söyler.

Böylece kütüphane görevlisi olan küçük kız, çok sevdiği kitaplarla buluşur. Zamanı oldukça oradaki kitapları okumaktan hiç geri durmaz.

Aradan yıllar yıllar geçer.

O küçük kız çocuğu büyür.

Artık ülkenin en ses getiren ve Türkiye'de üç kuşağı eserleri ile büyüten kadın yazarıdır.

Gülten Dayıoğlu.

O gün derse giren ve o küçük kız çocuğunun hayatına dokunan müfettiş ise, ülkemizin en ünlü yazarlarından Reşat Nuri Güntekin'dir.

Tesadüflerle kesişen hayatların güzelliğine bakar mısınız?

Son ilginç nokta ise "Kudret" gazetesinde yayımlanan ‘Bahçıvanın Oğlu’ isimli ilk öyküsünü kaybedince yaşanır.

Gülten Dayıoğlu, gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister. Gelin görün ki gazete binasının yandığını öğrenir.

Bu nedenle baca temizleyicisini anlattığı o ilk öyküsüne hiç ulaşamaz. Elim bir yangın onu elinden alıp gitmiştir.

Zor bir çocukluk dönemi geçirmiş olmasına rağmen; örnek yaşam tarzı ve eserleri ile kendini çocuklara ve gençlere adayan bir yazar kendisi.

Çocuk edebiyatıyla ilgili dünya çapındaki hemen her etkinliğe katılan Gülten Dayıoğlu; eserlerinde hep sevgi ve umudu vermeye devam ediyor.

Hayatını ödül aldığı eserleriyle dolu dolu yaşayan; eserleri ile kalplerimize dokunmaya devam eden yazarın; çocuk ve gençlik kitaplarının yanı sıra radyo ve televizyon oyunları da var.

Ayrıca ne mutlu ona ki ismi doğduğu ilçede (Kütahya-Emet) bir caddeye de verilmiş.

Böylesi değerli bir yazarımız olduğu için ne kadar şanslıyız.

Sayısız romana imza atan Gülten Dayığolu’nun en sevdiğim kitabı; Türkiye'de çocuk klasikleri arasına giren ve kendi yaşamından izler taşıyan Fadiş romanı.

Peki ya sizlerin ki?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

13.03.2025

Kaynaklar: https://afyonprestij.com; http://www.sunayakin.com.tr; https://tr.wikipedia.org; https://teis.yesevi.edu.tr; https://www.gaziemetgazetesi.com; https://egitim.com.

Not: Bu güzel anektottan haberdar olmamı sağlayan, çok sevdiğim özel kadın Tülay Aker Mutlu’ya çok teşekkür ederim.

 

BAŞKASININ GAZETESİ (1/2)

Yıl 1950.

Baharın gülümseten aylarından Mayıs.

Afyon’dan Eskişehir’e doğru yola çıkan ve Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri çalışan bir tren.

Trenin kompartımanında kesişen hayatlar.

Hayatın bazen bizlere çok güzel sürprizler de hazırladığının en özel örneklerinden biri.

Üstelik hepsi gerçek.

Gazeteci Cüneyt Mollaoğlu bir iş takibi için Afyon’dan trene biner. Yalnız olduğu kompartımanda gazetesini açıp okumaya başlar.

Tren Kütahya’ya ulaştığında istasyondan iki kişi biner.

Küçük kız çocuğu Cüneyt beyin hemen yanına oturur ve o andan itibaren gözünü gazete sayfalarından ayırmaz.

Kız çocuğuna refakat eden akrabası; çocuğu yaptığının yanlış olduğu konusunda bir iki kez uyarır. Ama nafile.

Tüm ilgisi gazetede olan küçük kız; kendisine yapılan uyarıları duymamış gibidir adeta.

Birden Cüneyt beye dönerek gazeteyi okumasını bitirdiğinde, okuyup okuyamayacağını sorar.

Uyarılarını kulak ardı eden, üstüne üstlük bir de tanımadığı bir adamdan gazetesini isteyen yeğenine hayli kızar akraba.

Küçük kızın masum isteğini ve çıkışmaları duyan Cüneyt bey, tebessüm ederek gazetesini uzatır.

Yemyeşil doğanın arasında sessizce süzülen o tren kompartımanında; o andan itibaren küçük kızla gazete sahibi arasında tatlı bir sohbet başlar.

Sohbet sırasında küçük kızın okumaya, kitap ve dergilere son derece ilgi duyan bir çocuk olduğunu, hatta masallar yazdığını öğrenir Cüneyt bey.

Bu sohbetten son derece mutluluk duyar. Küçük kızın yazdığı masalları merak ettiğini, eğer daktilo ile yazıp kendisine gönderirse gazetesinde yayınlayabileceğini söyler.

Bu sözlere hem çok şaşıran hem de çok sevinen küçük kız, hemen orada masalının gazetede basıldığını hayal etmeye başlar.

Gelin görün ki o zamanın şartlarında bir daktilo bulması hayli zor olur.

Bu sorunu nasıl çözeceğini düşünürken, günün birinde adliyenin önünde çalışan arzuhalcileri fark eder. O dönemlerde okuma yazma bilmeyen ve devlet dairelerine dilekçe yazmak zorunda kalan insanlara yardım eden arzuhalcilere sevinerek bakar.

Nihayetinde çekinerek birinin yanına gider. Bir masalının olduğunu, daktiloda yazıp yazamayacağını sorar kısık sesiyle. Arzuhalci 2 lira karşılığında yazacağını söyler.

O zamanlarda 2 lira herkes için, hele bizim küçük kız çocuğu için çok kıymetli bir paradır.

Bu kadar parası olmayan küçük kız büyük bir azimle haftalık harçlıklarını biriktirmeye başlar. Pek çok şeyden mahrum kalsa da kararından vazgeçmez. Sonunda arzuhalcinin istediği parayı denkleştirir.

Hemen ertesi gün arzuhalciye gidip masalını daktilo ettirir. Ardından baca temizleyicisi bir çocuğun hayatını anlattığı ilk öyküsünü gazeteye gönderir. 

Artık sabırla bekleme zamanıdır. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

13.03.2025

24 Haziran 2025 Salı

MATEMATİK ve SANATIN GÜCÜ (1/2)

Hayrete düşüren, bizlere olanaksız olduğunu düşündüren farklı bir nesne ile tanışmaya hazır mısınız?

Alışılmış değil.

Bildiklerimize hiç benzemiyor.

İnsanı farklı düşünmeye zorluyor.

Şaşırtıyor.

Sorgulatıyor.

Öyle bir şekil ki sadece geometrik bir illüzyon deseniz de kafanızda bir yerlerde sorular soruları kovalıyor.

Çünkü imkansız gibi duruyor.

Çünkü üç boyutlu uzayda var olması mümkün değil.

Hal böyle olunca bu görsel şekil matematiği, felsefeyi ve sanatı ortak bir tartışmaya davet ediyor.

İşte karşımızda Penrose Üçgeni ve Penrose Merdiveni.

1934 yılında; ilk bakışta uygulanabilir görünse de fiziksel olarak inşa edilemeyen 3 boyutlu çizimler sanatına öncülük eden; İsveçli grafik sanatçısı Oscar Reutersvärd tarafından ortaya atılır.

Oscar, nesnelerin mesafesini ve boyutunu tahmin etmekte zorluk çeken bir disleksi hastasıdır.

Ailesinin teşviği ile sanata yönelir.

Resim ve heykel çalışmaları yapar. Özgün bakış açısı yıllar içinde gelişir.

Henüz bir okul öğrencisi iken; perspektifte bir dizi küpten oluşan  ‘imkansız üçgen’ isimli bir şekil yaratır.

Üçgen ilk başta tüm okul çocuklarının bildiği basit geometrik bir şekil gibi görünür. Ancak göz, ana hatlarını takip etmeye çalıştıkça, üçgen aniden baş döndürücü bir deneyime dönüşür. Çünkü beynin fiziksel yasalar hakkındaki sezgisel bilgisini alt üst eder.

İleri ki yıllarda  ‘imkansız figürün babası’ olarak tanımlanır kendisi.

Bir anda ortalığı karıştıran, matematikçilerle felsefecileri tartışmaya sürükleyen bu konu giderek daha çok ilgi çeker.

Tam o yıllarda İngiliz Penrose ailesinin zeki aile üyeleri de matematiğe kafa tutan bu görsel şekil ile ilgilenmeye başlar.

Psikiyatrist ve ünlü matematikçi baba Lionel Penrose, oğulları fizikçi, matematikçi ve bilim felsefecisi Roger Penrose, yine matematikçi Oliver Penrose ve satranç ustası Jonathan Penrose.

Oxford Üniversitesi Matematik Enstitüsü'nde Matematik Fahri Profesörü olan Roger Penrose; matematiksel fizik alanında olan çalışmalarıyla tanınır.

Özellikle de genel görelilik ve kozmolojiye olan katkılarıyla birçok ödül alır. Tıpkı Oscar Reutersvärd gibi bu akımın arkasında durur ve kendi soy isimlerini taşıyan üçgeni 1950’lerde dünyaya tanıtır.

Roger Penrose ayrıca imkansız dörtgen, beşgen, altıgen ve sekizgen şekillerini de geliştirerek insanları şaşırtmaya devam eder.

Tüm bu çalışmaları; özellikle genel görelilik ve kozmolojiye olan katkıları; pek çok ödülü kucaklamasına sebep olur.

‘İmkansızlığın en saf formu’ olarak tanımlanan Penrose üçgeni, birbirine dik açılarla birleşen üç düz kirişten oluşuyor aslında.

Elbette böylesi bir tanımlamayla, Penrose üçgeninin üç boyutlu uzayda gerçek karşılığı bulunmuyor. Çünkü üçgenin köşeleri, aynı anda hem içe hem de dışa doğru bükülmüş gibi görünüyor. Hal böyle olunca bakan kişide imkansız algısı yaratıyor.

Üstelik, bu durum Öklid geometrisinin; bir üçgenin iç açılarının toplamı 180 derece olmalı; kuralına da aykırı.

Peki nasıl oluyor da bu özel şekil, yıllar içinde herkesin ilgisini çekmeyi başarıyor dersiniz? (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

28.01.2025

MATEMATİK ve SANATIN GÜCÜ (2/2)

Öncelikle zihnimizi zorluyor.

Beynimizin görsel algısını yanıltıyor ve bize görsel bir illüzyon sunuyor.

Şekliyle matematiği ve sanatı bir araya getiriyor.

Matematikte imkansız kabul edildiği halde, sanatsal duruşu ile insanı düşündürüyor olması ilgiyi artırıyor.

Tüm bunlar olurken, felsefi açıdan gerçekliği, illüzyonu, yanılsamayı aynı anda sorgulatıyor.

Belki de bu yüzden imkansız şekiller, neredeyse pek çok alanda mimariden müzik videosuna kadar karşımıza çıkar.

Hatta 1982 yılında İsveç hükümeti tarafından üç İsveç posta pulu serisiyle onurlandırılır.

Sadece üçgenle yetinmeyen baba Lionel Penrose ve oğlu Roger Penrose tarafından oluşturulan bir başka imkansız nesne daha var.

Penrose merdiveni.

Bir anlamda Penrose üçgeninin merdiven şeklindeki varyasyonu olarak kabul ediliyor.

Elbette yine bir yanılsama, görsel illüzyon söz konusu. Şöyle ki 90 derecelik dönüşlerle yükselen (veya alçalan) bir merdiven iki boyutlu olarak tasvir ediliyor.

Bu durumda merdivenleri çıktığı hayal edilen bir kişi, herhangi bir yükselme ya da alçalma olmadığı için hep başladığı yere dönüyor. Yani sonsuz bir döngü ortaya çıkıyor.

İşte üç boyutlu uzayda, iki boyutlu böylesi bir merdivene de kullanılması imkansız olduğu için ‘Penrose merdiveni’ deniyor.

Bir başka deyişle merdiven iki boyutlu olduğu içi, başta dikey bir merdivene tırmanan kişi aslında aşağıya iniyor. Kısacası başladığı noktaya dönüyor. Bu nedenle imkansız merdiven.

Biliyorum hayli kafa karıştırıcı. Hatta bazılarınıza zaman kaybı gibi bile gelebilir. Ama burada matematik, felsefe ve sanat bütünü var. Bu nedenle yıllar içinde bu imkansız şekillerin meraklıları ve araştıranları hiç bitmiyor.

İlk yaratıcısı ve imkansız şekillerin babası Oscar Reutersvärd ise ilerleyen yıllar içinde 2.500'den fazla figür üretir.

1960 yılının sonlarında, eserlerini içeren kitapları yayınlanır.

İmkansız figürleri, İsveç Ulusal Müzesi ile Stockholm Modern Sanat Müzesi’nde sergilenir.

Günümüzde de hem matematikçiler hem de psikologlar, görsel algıyı incelemek için onun çizimlerini şablon olarak kullanmaya devam ediyor.

Bir disleksi hastasının imkansızlığa olan tutkusu ve geride bıraktığı muhteşem imza.

Hala düşünülüyor, hala imkansızlığı araştırılıyor.

Daha ne olsun?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

28.01.2025

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://www.hurriyet.com.tr; https://evrimagaci.org.

 

 

 

15 Haziran 2025 Pazar

HÜZÜN ve UMUDUN SESİ

Konçertolar.

İtalyan barok dönem klasik müzik bestecisi, virtüoz kemancı ve rahip Antonio Lucio Vivaldi’nin müziğe kattığı muhteşem bir renk.

Bir ya da birkaç enstrüman ve orkestra eşliği için düzenlenen, genellikle üç veya dört bölümden oluşan Klasik Batı Müziği beste türü; olarak tarif ediliyor konçertolar.

Genelde solo enstrümanların olağanüstü yeteneklerini (virtüözitesini) göstermek için yazılıyor.

İşte bunlardan bir tanesi de ‘Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’.

İçinde hem hüzün hem de umut el el ele vermiş, adeta beraberce dans ediyor kulaklarımızda.

Bu dokunaklı eser; “Allegro Con Spirito”, “Adagio” ve “Allegro Gentile” isimli üç bölümden oluşur ve toplam 22 dakika sürer.

Müzik tarihinde klasik gitar için yazılmış en tanınmış eser olarak müzik tutkunlarının gönlüne taht kurar.

İspanyol klasik müzik bestecisi ve piyano virtüözü olan Joaquin Rodrigo Virde; 1901 yılında çok çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak; İspanya Valencia’da doğar.

Henüz üç yaşında ülkeyi kasıp kavuran difteri hastalığına yakalanır ve gözlerini kaybeder.

Karanlık dünyasına ışık olan müzikle ailesi sayesinde çocuk yaşta tanışması en büyük şansı olur.

Sekiz yaşında solfej, piyano ve keman eğitimi almaya başlar.

1925 yılında orkestra için bestelediği Beş Çocuk Parçası ile İspanya Ulusal Ödülü’nün sahibi olurken, yurtdışı eğitim bursu kazanır.

Fransa’ya gelip Paris’e yerleşir.

1927 yılında ünlü Fransız besteci, müzisyen ve müzik eğitimcisi Paul Abraham Dukas ile çalışır. Bu keyifli beraberlik beş yıl sürer.

Tam bu yıllarda, kaderin cilvesi karşısına İstanbul doğumlu İspanya kökenli Sefarad Victoria Kamhi’yi çıkarır. Yetenekli piyanist ve besteci Türk kızı, onun üzerinde derin izler yaratır.

Üç yıllık beraberliğinde aşık olduğu kadına ‘gözümün nuru’ diye hitap eder.

1933 yılında soğuk bir Ocak günü, sevdiği kadınla İspanya Valencia’da evlenir. Aralarındaki aşk ve uyum ömürlerinin sonuna kadar devam eder.

Evlendikten bir süre sonra piyano kariyerine son veren Victoria, eşinin asistanlığını yapmaya başlar. Bu sayede ‘Joaquin Rodrigo'yla el ele: Maestro'nun yanında hayatım’ isimli biyografi eser hayata geçer.

İlerleyen yıllarda usta bir piyano virtüözü olan Rodrigo, dünya çapında tanınan pek çok klasik müzik eserine imza atar.

Onu dünyaya tanıtan en önemli eseri ise ‘Rodrigo'nun Gitar Konçertosu - Concierto de Aranjuez’ olur.

Savaşın acımasız dönemlerini birebir yaşayan çift, bir süre Fransa ve Almanya’da yaşamayı seçer. Elbette onlar da diğer duyarlı insanlar gibi yaşanan acımasızlık ve haksızlıktan fazlasıyla etkilenir.

1936 yılında İspanya’da başlayan iç savaş tam üç yıl sürer.

İnsanların acıyla sınandığı o günlerde de dünya sessizliğini korur tıpkı bugünlerde olduğu gibi.

1938 yılının nemli bir Eylül günü, gittiği San Sebastian müzik etkinliğinden dönerken; arkadaşı İspanyol gitarist ve besteci Regino Sainz de la Maza ile karşılaşır.

Beraber akşam yemeği yerlerken; arkadaşı Rodrigo’dan bir gitar konçertosu bestelemesini ister. Daha önce hiç gitar konçertosu bestelememiş olması nedeniyle bu talebe hayli şaşırır. Pek de üstünde durmaz.

İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulmaya başladığı o yıl eşi hamile kalır. Henüz dokuz aya varamadan eşi Victoria aniden fenalaşır ve hastaneye kaldırılır.

Aşık olduğu kadının çektiği acı, yaşamla verdiği mücadele Rodrigo’nun tüm duygularını alt üst eder. Üstüne bebeklerini de kaybedince ruhunda kopan fırtınalar bir anda notalarda hayat bulur.

Aklının bir yerlerine yer eden gitar konçertosu acıyla, hüzünle, endişeyle ve umutla yoğrularak işte böyle zor bir zamanda aniden doğar.

Üç bölümlük konçertonun önce ikinci bölümü olan Adagio; devamında üçüncü bölümü olan Allegro Gentile bestelenir. En son bestelenen bölüm ise konçertonun birinci bölümü olan Allegro Con Spirito olur.

Acıyı, hüznü, umudu ve umudun çoşkusunu aynı anda kalbe tını tını işleyen ve gözleri nemlendiren ünlü eserine böylece imza atar.

Eşi ile beraber savaştan sadece iki gün önce İspanya’ya dönerken, yanlarındaki tahta bavulda gitar konçertosunun orijinal taslağı bulunur.

İşte tarihler 1939 yılını gösterdiğinde; Rodrigo, ruhunda kopan fırtınaları dindirmek için yazdığı ve eşinin yardımıyla notalara döktüğü eseri ile unutulamayan besteciler arasına girer.

1941 yılında bir kızları olur.

Uzun yıllar süren mutlu yaşamları boyunca pek çok yerde konser verir eşiyle beraber.

1972 yılında Türkiye’ye de gelirler. Ankara ve İstanbul’daki konserler çok başarılı geçer dünya çapındaki diğer konserler gibi.

Mutlu ve başarılı yaşamları; 1999 yılında eşi Victoria’dan iki yıl sonra; tam 97 yaşında Madrid’de sonlanır sessizce.

Müzik dehası bu muhteşem besteciden geriye pek çok eser hediye olarak kalır elbette, ama gitar konçertosu yıllar geçtikçe değerine değer katar.

İspanya folklorik müziğinin özelliklerini de taşıyan konçertoyu dünya o kadar sever ki sadece gitar değil başka enstrümanlarla da çalınır. Bazı filmlerin fon müziği, hatta bazı ülkelerin ulusal marşı olur.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

23.01.2025

Not: https://www.youtube.com/watch?v=LcNu7w9rv-k. (konçertoyu dinlemek isterseniz tıklayabilirsiniz.)

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org;  https://listelist.com.

 

 

 

 

 

 

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...