25 Ocak 2023 Çarşamba

YAPACAK ÇOK İŞİMİZ VAR

Gerçekten de dünyaya geldiğimiz andan itibaren yoğun bir mücadelenin içindeyiz.

Geçen senelerle beraber artan sorumluluklar ve hiç bitmeyen koşuşturma.

Zaman zaman yorulduğumuzu hissetsek de koşturmaya devam ediyoruz cesaretle ve umutla.

Bu boynumuza taktığımız madalyonun bir yüzü.

Bir de madalyonun diğer yüzü var.

Tüm bu koşturmalar yaşanırken; kendi içimizdeki mutluluk ve huzur.

Gelin görün ki sürekli mutlu olmayı hedeflerken, duygularımız inişli çıkışlı bir dönme dolap misali bizi sallıyor.

Bazı duygularımızı yok sayarken, yaşadığımız öfkenin, kızgınlığın ya da üzüntünün de bize has olduğunu unutmamak gerekiyor.

Kendimizi sevdiğimiz ve kendi iç sesimizi dinlediğimiz sürece sorun yok.

Duygularımız olumsuz olsa da bastırmak yerine; hiçbir duyguyu bastırmadan olabildiğince kısa süreli yaşayıp bitirmek en güzeli elbette.

Aslında söylemeye çalıştığım şey kendimizi iyi tanımak.

Bunun için yalnızlıkta kendimize zaman ayırmak, duygularımıza sabırla ve sevecenlikle yaklaşmak.

Başkalarından beklemek yerine, hayatın güzelliklerini iç sesimizle fark edebilmek.

Gerekirse kendi kendimizin eğitmeni olmak.

Nasıl mı?

Gelin ünlü Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy ile ilgili minik bir anektoda kulak verirken; içindeki öğretiyi sakince düşünelim.

Günlerden bir gün; insanlardan sürekli kaçan, daha çok yalnız yaşamayı tercih eden yaşlıca bir adama; yalnız olmayı neden tercih ettiği sorulur.

Adam yapacak çok işi olduğunu; eğitmesi gereken iki şahini ve iki kartalı olduğunu söyler.

Ardından sakinleştirmesi gereken iki tavşanı ve eğitmesi şart olan bir yılanı olduğunu da sözlerine ekler.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi motive edeceği bir eşeği ve evcilleştirmesi zorunlu bir aslanı olduğunu da.

Soruyu soranları alır bir düşünce.

Yaşlı adamın söz ettiği hayvanları ne görmüş ne de seslerini duymuşlardır.

Şaşkınlıkla o hayvanları nerede sakladığını sorarlar.

Adamın yanıtı oldukça düşündürücüdür. Çünkü saydığı tüm hayvanların içimizde yaşadığını ifade eder.

İki şahin; gördüğü her şeye saldıran, iyi ile kötüyü ayırt etmeyen gözlerdir.

İki kartal; yardımı ve hizmeti öğrenmeleri gerekirken; yeri geldiğinde dokunduklarını yaralayan, parçalayan ellerdir.

Zor durumlarda korkup kaçan ve hemen saklanan tavşanlar ise ayaklardır. Oysaki sakinliği ve sabırla mücadeleyi öğrenmeleri şarttır.

Tüm bunlar arasında en zor olanı ise bulduğu her boşlukta saldırmaya ve zehirlemeye hazır olan yılan, yani dildir.

İnadıyla direnen ve işten kaçan eşek vücuttur ki ona mutlaka şükretmek ve akışta olmak öğretilmelidir.

Hepsi bununla biter mi, bitmez elbette.

Benlikte yaşayan, herkesten üstün olduğuna inandıran aslanı yani gururlu egoyu terbiye etmeden olmaz.

Sonuçta insanın yapacak çok işi ve yürünecek daha çok yolu vardır.

Bu öyküden ve içindeki müthiş dersten kime ne kadar hisse düşer bilemiyorum ama; çok geç olmadan yetenek ve çabayı, içtenlik ve nezaketle birleştirmenin ve sevgiyle harmanlamanın tam zamanı.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.01.2021

Kaynaklar: https://www.hayatimdegisti.com.

 

 

 

 

 

 

 

11 Ocak 2023 Çarşamba

KAYIP RENK (2/2)

Bu amaçla Güney Batı Afrika Namibya’ya gider ve orada Himba kabilesini bulur. Dillerinde mavi sözcüğü geçmeyen bu kabileyle renk deneyleri yapar.

Bir çemberin içine 11 yeşil ve bir mavi renk yerleştirildiği halde kabile üyelerinin çoğu maviyi algılayamaz. Fark eden az sayıda üye ise ona bir isim veremez. Oysaki yeşilin türlü tonlarına pek çok isim vermişlerdir.

Sonuçta Jules Davidoff tüm bu araştırmalarına bir yorum getirir.

Düşüncesine göre; bir rengi tanımlayan sözcük yoksa, o renk var olmuyor. Yani bir şeyin farklılığını tanımlayacak bir sözcük yoksa, farklı bir özelliği fark etmek çok daha zor.

Mavi renk gerçekten de doğada çok az bulunuyor.

Nedenini ise; mavi pigmentinin doğada neredeyse yok denecek kadar az bulunmasına bağlıyor araştırmacılar. Öte yandan nesneleri mavi renge boyamak için doğal olarak oluşan mavi bir bileşik olmadığını da belirtiyorlar. Mavi bir kaya ya da minerallere rastlamak hiç de kolay değil. Binlerce yıl önce ilk defa Mısır’da bulunan mavi renkli lapis lazuli minerali gibi.

Doğada az sayıda var olan mavi renkli pigmentlilere en iyi örnek ise; kanatlarında mikroskobik yansıtıcı pullar taşıyan Morfo kelebeği ile okyanustaki bir tür yumuşak mercan.

Mavinin bu kadar gizemli kalmasındaki bir diğer etken de gözlerimizle ilgili.

Yapısı gereği gözlerimiz var olan koni hücreleri ile sadece mavi, kırmızı ve yeşil rengi algılıyor. Diğer renkler içinse o renklerin içindeki ana renklerin oranına odaklanma söz konusu. Ancak gözümüzün maviye odaklanabilen koni hücreleri en az sayıda. Dolayısıyla mavi renk uzun yıllar fark edilmeden saklı kalmış.

Peki en çok sevilen ve tercih edilen renk hangisi derseniz; tüm renk skalası arasında en çok sevilen renk mavi. Uzmanlara göre bunun nedeni evrimsel gelişimimizdeki yaşamsal zorunluluklar.

Sanatsal alanda ise mavi Antik Mısır’da başlıyor. Roma imparatorluğunda sıkça tercih ediliyor.

Zaman ilerledikçe; 19. yüzyılda kaydedilen ilk renk çalışmalarından bu yana; deneylerle yapay olarak pek çok mavi renk ve tonu üretilmeye devam etmiş.

Bu arada sevilen renk araştırmalarında çarpıcı sonuçlara ulaşılmış.

Amerika’da 1993 yılında, pastel boya üreticisi, çocuklardan en sevdikleri rengi söylemelerini ister. Çoğu maviyi ve farklı tonlarını seçer.

Aradan yedi yıl geçer ve deney tekrarlanır. Yine mavi ilk on sırada yer alır.

Özellikle çoğu kültürde ve yetişkinler arasında mavi hep ön sıralardaki yerini hala koruyor.

Görsel uyum, içimizde yarattığı dinginlik, olumlu düşünmemizi sağlaması mavinin bu kadar tercih edilmesindeki ana etkenler  olmalı.

Son sözü şair ve yazar Cemal Süreyya’ya vermek istedim.

‘’ Bugün hayallerimi maviye boyadım, hiç yıkılmasın diye...

   Bugün sessizliğimi maviye gömdüm, hiç duyulmasın diye...’’

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

11.11.2022

Not: Bu yazımı konusu itibarı ile mavi rengi çok seven canım ablam Nilgün Özbir’e ithaf ediyorum.

Kaynaklar: https://www.webtekno.com; https://bilimfili.com; https://www.bbc.com; https://www.matematiksel.org; https://www.artkolik.net.

 

 

 

 

 

KAYIP RENK (1/2)

Dünya üzerinde yıllardır kayıp olan ve sonradan bulunan bir renk olduğunu okuduğunuzda sizin de benim kadar şaşıracağınızı biliyorum.

Ama önce rengin ne olduğunu hatırlayalım mı?

Işığın gözümüzün retinasına değişik biçimlerde ulaşması ile ortaya çıkan algılamaya renk diyoruz hepimiz.

Işık maddeler üzerine çarpıyor. Bu arada kısmen emiliyor, kısmen yansıyor. İşte bu da renk çeşitliliğini ve tonlarını oluşturuyor.

Düşünsenize aslında ışık var olduğu sürece hayatta her şey rengarenk.

Kimi renk fazlasıyla dingin, kimisi aşırı heyecanlı, kimi enerji fışkırıyor, kimi ise iç karartıyor.

Her ne olursa olsun hepimizin çocukluk yıllarımızdan itibaren sevdiği renkler var. Gerçi aradan yıllar geçtikçe tercih ettiğimiz renkler değişim gösteriyor ama bu renkler arasında bir tanesi var ki uzun yıllar fark edilmemiş.

Peki bu renk hangisi dersiniz?

Mavi.

Bu rengin eski çağlarda görünmediğini ilk fark eden kişi; bilim insanı aynı zamanda Büyük Britanya Başbakanı William Gladstone olur.

Nasıl mı?

1858 yılında Homeros’un Odyssey eserini okurken; birden denizin renginin koyu şarap olarak tarif edildiğini görür.

Merak eder ve araştırmaya başlar. Gerçekten de eserde pek çok renge rastladığı halde maviyi bulamaz.

Tüm bu çalışmayı takip eden Alman filolog Lazarus Geiger de diğer kültürler üzerinde araştırma yapar ve maviyi bulamaz.

Ancak pes etmez.

Bu sefer diller üzerinde araştırma yapar.

Her dilde ilk olarak karanlık (siyah) ve ışık (beyaz) tanımlarına ulaşır. Ardından kan ya da şarap rengi kırmızı ve sırasıyla sarı, yeşil tanımlanır.

İlginç olanı ise her dilde en son ortaya çıkan renk mavi olur.

Aradan yıllar geçer.

Bir Alman filozof aynı merakla maviyi aramaya başlar. Eline geçen tüm eski destanları, her dildeki yazıtı araştırır; ancak o da bir şey bulamaz.

Yıllar 2006’yı gösterdiğinde Profesör Jules Davidoff bir araştırma yapmaya karar verir. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

11.11.2022

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...