18 Nisan 2023 Salı

ÜÇ MAYMUN FİGÜRÜ (2/2)

Peki, günümüzde sıkça karşımıza çıkan bu semboller nasıl yorumlanıyor sizce?

İlk ortaya çıkış felsefesinde taşıdığı değerin, yani özünün hakkı veriliyor mu dersiniz?

Yoksa yaşadığı toplumda karşılaştığı gerçeklere gözünü kapatan, doğruları araştırmayan, detaylıca dinlemeyen, sadece kendini düşünen bencil ya da kurnaz bir yapı mı resmediliyor?

Oysaki araştırmacılar; üç maymunun çıkış noktasının ve simgelediği değerlerin bunlardan çok daha farklı olduğunu savunur.

İşte bu felsefeyi daha iyi ve doğru şekilde anlamak için; çok eski yıllardan günümüze kadar gelen sembollerin; Japonya’da anlatılan ve hayli ilginç olan öyküsüne kulak verelim.

Çok çok eski yıllarda bir dağın yamacında akıllı ve akıllı olduğu kadar iyi kalpli bir maymun kral varmış.

Kral burada, yaşlı ama aynı zamanda bilge üç danışman maymunu ile beraber bir hayat sürermiş.

Tüm kötülüklerin sahibi şeytan ise onların tam karşı yamacındaymış.

Maymunların inanışlarına göre; karşı yamaca bakan ve orada şeytanı gören her kim olursa taş kesilecek, krallık da lanete uğrayacakmış.

Şeytanı sadece görmek uğursuzluk sayılmazmış ama. Çünkü sesini duymak da bir o kadar lanet habercisiymiş.

Günlerden bir gün üç danışman maymun, kralları için nadide çiçekler aramaya tepeye çıkarlar.

Birden çalıların ardında duydukları hışırtıyı merak edip araladıklarında, şeytanla göz göze gelirler. Hemen ardından da şeytanın çığlıklarını kulaklarında hissederler.

Bu şok edici durum karşısında bizim akıllı maymunlardan ilki görmemek adına hemen gözlerini kapatır. Ancak şeytanın çığlıklarını duymaya devam eder.

İkincisi ise hemen kulaklarını kapatır, ancak gözleri açık olduğu için şeytana bakmaya devam eder.

Üçüncüsü ise adeta dona kalır. Hiçbir şey yapamaz. Şeytanı hem görür hem de işitir. Ne yapsın o da hemen elleri ile ağzını kapatarak kimselere söylememe yemini eder.

Her üç maymun da kendince önlem aldığını düşünse de bilirler ki kalpleri taşlaşacak. O nedenle ormanda bir söğüt ağacı bulup onun dalları arasına saklanırlar. Orada hareketsiz şekilde saatlerce dururlar.

Vakit gece yarısını vurduğunda bu büyük sırrı saklamak ve kralları ile beraber haklarını bu kötü lanetten kurtarmak adına, ellerini kapattıkları yerden çekmemeye, sırrı saklamaya söz veririler.

İşte o günden sonra insanlar gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatan üç maymun gördüklerinde; bazı şeylerin sır olarak saklanmasının önemini daha çok anlar.

Efsaneler, inanışlar ve gerçekler.

Önemli olan hayatı paylaşırken gördüğümüz, duyduğumuz her ne varsa tümünü önce kendi içimizde sindirmek.

Belki bir parça üzerine düşünmek, belki biraz araştırmak.

Bizi ya da başkalarını ilgilendirmeyen hiçbir konuyu gereksiz yere bir başkasına taşımamak. Gerekli durumlarda sadece muhatabı ile iletişime geçmek. Ortada duyulmaması gereken özel bir sır varsa saygı duyup susmasını bilmek.

Kısacası hayatın daha zarif yaşanacak hale gelmesi için katkıda bulunmak. Özellikle eleştiri yaparken ya da öneri de bulunurken.

Bununla beraber sosyal yaşam içinde gerekli sorumluluğa sahip çıkan, davranışlarında dikkatli, düşünen, araştıran, yanlış ve kötü olanı düzeltirken bilgi ve görgüden sapmayan, bildiklerini zarafetle aktarırken dinlemesini de bilen, farkındalığı açık olarak yaşamak değil mi asıl olan?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

25.01.2023

Kaynaklar: https://www.phrases.org.uk; https://dunyalilar.org; https://www.safaknakajima.com; https://www.neoldu.com; https://www.akademikakil.com; https://listelist.com.

 

 

ÜÇ MAYMUN FİGÜRÜ (1/2)

Bazı figürler var ki sözcüklerden daha çarpıcı.

Hepimizin bildiği üç maymun figürü de bunlardan bir tanesi.

Gözlerini, kulaklarını ve ağzını elleri ile kapayan üç maymun onlar.

Ortaya çıkış öyküleri ise hayli değişik.

Bunun için tarih sayfalarında epeyce geriye gitmek ve ülke kültürlerini araştırmak gerekiyor.

Uzmanlar üç maymun felsefesinin 8. yüzyılda Hindistan’da ortaya çıktığını savunur.

Sonraki yıllarda Budist rahipler tarafından Çin’e ve Japonya’ya taşınır.

Bu felsefede Vadjra düşüncesi baz alınır.

Vadjra aslında mavi yüzlü biraz ürkütücü bir Tanrı.

Üç gözü ve birçok eli var.

İnsanlara kötülüklerden uzak durma mesajı vermek adına; elleri ile gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatır şekilde resmedilir.

Bu felsefede halk Vadjra’dan çok korkar. Onu görmezlerse, duymazlarsa ve onunla konuşmazlarsa Vadjra tarafından rahatsız edilmeyeceğine inanırlar.

Çinliler’in bu felsefeyi nasıl karşıladıkları ve kültürlerinde nasıl yaşattıkları hakkındaki kaynaklar çok kısıtlı. Değişik yorumlar olsa da bilgiler net değil.

Japonlar ise felsefeye daha farklı yaklaşır. Kendi gelenekleri ile harmanlayarak geliştirir. Hatta mitolojiye bile dayandırır.

Kaynaklara göre eski Japon Koshin Folk geleneği esas alınır.

Bu felsefede davranışlarına göre isimlendirilen bilge maymunların her biri, bir önemli değeri simgeler.

Mizaru (görmeyen), Kikazaru( duymayan) ve Iwazaru (konuşmayan) anlamına gelir.

İki eliyle gözünü kapatan maymun Mizaru, etrafına kötü gözle bakmamayı;

Kulaklarını kapatan Kikazaru, kötü olan her ne varsa dinlememeyi;

Ağzını kapatan İwazaru, kötü söz söylememeyi öğütler aslında.

Kısacası söz konusu maymunlar ahlaki duruşun sembolü gibi kabul görür.

1636 yılında Japon tarihinin önemli sembollerinden biri olan ve ülkesinde iç savaşı bitiren Tokugawa anısını yaşatmak adına bir anıt yapılır. İşte o anıtın ön tarafındaki oyma figürler arasında ilk kez üç maymun figürüne rastlanır.

Bununla beraber Japonlar, kültürlerinde maymunları farklı bir yere koyar.

Örneğin tapınaklara giderek dua etmeyi alışkanlık haline getirdikleri özel bir günleri vardır ki ismi ‘Maymunlar Günü’dür.

Ayrıca astrolojide yıldız burçlarından bir tanesi maymun sembolü ile temsil edilir.

Tam bu noktada Japonların bir başka üç maymun inanışından daha söz edilebilir.

Bu inanışa göre; Sanshi ve Ten-Tei aracılığı ile insanların günahlarını görmemesi, duymaması ve bilmemesi sağlanır.

Sanshi; insanların bedeninde onunla beraber yaşayan ve yaşam boyu yaptıklarını yazan bir ruhtur.

Ten-Tei, Cennetteki bir Tanrı olarak düşünülür.

İnsanların yaptıkları kötülüklerden dolayı ceza alıp, lanetlenmelerini engelleyen ise inanışlarındaki üç maymun olur. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

25.01.2023

11 Nisan 2023 Salı

YAZAR OLMAK UĞRUNA

İnsanlar zaman gelir idealleri ve hayalleri uğruna pek çok fedakarlığı göze alır.

İşte bu yazımda da öylesi bir güzel insanı konuk etmek istedim.

Kendisi benim de romanlarını çok severek okuduğum, sözlerinden alıntılar yaptığım ünlü bir yazar.

‘’Gideceğin yoldan eminsen, engeller 'dinlenme noktan' olmaktan öteye gidemez.’’ diyen ve bunu kendi yaşamında da bizzat uygulayan Paulo Coelho.

Sadece gencecik bir çocukken yazar olmak istediğini söylediği için ailesi tarafından zorla akıl hastanesine kapatılmışken üstelik.

Pes etmiş mi?

Hayır.

Aksine her defasında kararlılığı artmış.

‘’Yazarlık, topluluk içerisinde soyunmanın toplumca yadırganmayan formudur.’’ derken ne kadar doğru söylemiş.

Paulo Coelho, 1947 yılının sıcak bir Ağustos günü Brezilya’da doğar.

Çocukluk yıllarında günlük tutmaya başlar.

Çok genç yaşlardan itibaren yüreğinde taşıdığı yazarlık tutkusunu ve mücadelesini yaşamı boyunca hiç bırakmaz.

Ailesinde mühendisler ağırlıkta olduğu için; kendisinin çok genç yaşlardan itibaren istediği yazarlık tutkusu hep hor görülür.

Hatta bu konudaki ısrarları ve inadı yüzünden anne babası tarafından tam üç kez akıl hastanesine yatırılır.

Buradan defalarca kaçmaya çalışır.

Her defasında yakalanır.

Sonuçta gençliğinin baharında neredeyse iki yıla yakın bir süre orada kalır.

Kendisini anlamayan ailesi, tam ihtiyacı olduğu zamanlarda kalbini yoran sevgisizlik; hastanede kaldığı süre boyunca verilen sakinleştirici ve hatta elektroşoklar ruhunu derinden yaralar.

Ama hayallerinden asla vazgeçmez.

Yazarlığa başlamadan önce tiyatro yazarlığı ve yönetmenliği, bestecilik ve şarkı sözü yazarlığı yapar. Hatta ülkesindeki diktatörlük yıllarında yazdığı şarkı sözleri nedeniyle kısa süre gözaltına alınır.

Yıllar geçtikçe yazdığı şarkı sözleri sayesinde yavaş yavaş tanınır. Ardından bir süre gazetecilik deneyimi yaşar.

Ancak yazdığı ilk kitabı ülkesindeki 32 yayınevi tarafından reddedilir.

O dönemlerde çektiği acı, hissettiği umutsuzluk belki de onu daha çok kamçılar.

Ülkesinde, edebiyat çevreleri tarafından kendi dilini ustaca kullanmadığı bahanesiyle bir süre dışlanır. Ancak kitapları yurtdışında ses getirmeye başladıktan sonra, tanınıp kabul görür.

Otuz dokuz yaşına geldiğinde Hristiyanların Batı Avrupa'dan İspanya'ya uzanan geleneksel hac yolculuğunu yapar. Bu yolculuk sonrası yazdığı kitaplarla dünya çapındaki tanınırlığı katlanarak artar.

Eserleri dünyanın neredeyse her diline çevrilirken ünü gün geçtikçe artar. Bu da onun pek çok ödülü kucaklamasını sağlar.

1988 yılında yayınlanan Simyacı romanı sayesinde; en çok yabancı dillere çevrilen yazar olarak; Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye hak kazanır.

Duygusal yapısı ve duyarlı yaklaşımları nedeniyle hayatı boyunca yardıma muhtaç olan insanlara; en çok da çocuk ve yaşlılara; destek vermeyi bırakmaz.

Ünü arttıkça yazdığı romanlardan bazıları film şirketleri tarafından satın alınır.

Dünyaya, insanlara ve yaşamlarına farklı bir gözle bakmayı başaran yazar; geçmişinde yaşadığı tüm zorlukları sevgiyle kabullenir. Ödediği zor bedellerin kendi ruhunu şekillendirdiğine inanır.  Başarısının sırrını da bu bağlar.

Simyacı, Hac, Portobello Cadısı, Veronika Ölmek İstiyor, Casus, Zahir, Hippi, Kazanan Yalnızdır yazarın çok sevilen eserleri arasında.

Son sözleri yazarın sevdiğim bir sözüne bırakmak istiyorum.

‘’Tek yapmanız gereken dikkat kesilmek; hazır olduğunuzda çıkarmanız gereken dersler size ulaşacaktır. Eğer işaretleri okuyabilirseniz, sonraki adımı atmanız için bilmeniz gereken her şeyi öğreneceksiniz.’’

İşaretleri okuyacağımız nice anlarımıza ve farkındalıkla gülümseyeceğimiz yaşama!

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.01.2023

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://listelist.com; https://www.cnnturk.com; https://t24.com.tr.

 

 

 

 

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...