İsterseniz biraz açalım
bu konuyu. Beraberce öğrenelim. Herhangi bir konu hakkında düşünürken aynı
zamanda bir şeyler de hissediyoruz. Ve aslında neredeyse bu durumun %95 kadarlık bir kısmı bilinçaltımızda
gerçekleşiyor. Yani bizim farkındalığımızın dışında.
Duygularımızı ne kadar
bastırır ve yok sayarsak mutsuzluğa o kadar çok davetiye çıkarıyoruz aslında.
Elimizi acıtan o kalem misali sımsıkı tutmaya devam ettikçe, artık varlığı
bizden bir parça gibi oluyor zamanla. Ve biz farkına varamadan o acılardan,
hayal kırıklıklarından kendimize bir duvar örüyoruz. Onlara tutunuyoruz.
Başımızı kuma gömüp var olan duygulardan kaçmak da çözüm değil. Çünkü her
kaçışta daha çok sinyali bilinçaltımıza
yolluyoruz. Sırf bu yüzden yaşadığı şehirden kaçan, seyahate çıkan ne çok kişi
var, öyle değil mi? Hatta belki siz, belki biz onlardan bir tanesiyiz. Ama
sonuç aynı kalıyor maalesef. Çünkü yer değiştirmek, o duyguyu yok saymak
nafile. Bir süre sonra o duvarın
arkasındaki yoğun baskı demetinin altında hem ruhsal hem de fiziksel
rahatsızlıklar kendini göstermeye başlıyor.
Bakın dünya genelinde
yapılan araştırma örnekleri hayli çarpıcı. Bedendeki ağrıların, sürekli
hissedilen yorgunluğun, mide düğümlenmelerinin ana sebebi bu bastırılan
duygularımız. Depresyon, endişe ve psikolojik çöküntü gibi ruhsal hastalıkların
ise baş tetikleyicisi.
İskoçya’da Aberdeen
Üniversitesi’nde bu anlamda bir grup kadınla bir çalışma yapılmış. Ve hepsine
duygu yüklü görüntülerden oluşan klipler izlettirilmiş. Sonuç kızgınlıklarını bastıran kadınların
daha da kızgın bir ruh haline bürünmeleri. Üstelik bastırılan her duygu
beynimizde ciddi sonuçlar yaratıyor, hasarlar oluşturuyor. Ancak duyguları
hissettiğimiz anda açığa çıkarmak da çözüm değil. Yani kızgınken bağırıp
çağırmak, birisiyle paylaşmak, ortam değiştirmek, belki de ağlamak. Bunların
bizi geçici olarak rahatlattığını asla unutmamak gerekiyor. Derindekiler
yerinde durup kök saldıkça işimiz gerçekten zor.
Peki ne yapacağız? Tam
bir kıskaçtayız sanki. Üstelik devasa duygu duvarımızın arkasında kaldık. Kendimizi
daha çok yalnız hissediyoruz. Ve endişeler, kaygılar kapımızı çoktan aşındırmaya
başladı. Hatta bizden izinsiz, tuğlalarımızı kırıp içeriye atlayanlar var. Yani
önlem alma zamanı sinyallerini çoktan verdi. Her şey bize bağlı. Ya bu duvarın
arkasında hayata küsüp yaşamayı seçeceğiz ya da her şeyi durdurma cesaretini
gösterip özgürce yaşamın ışıltısını kucaklayacağız.
Eğer Sedona Yöntemini
kullanmaya karar verirsek, daha başladığımız ilk anlardan itibaren; farkında
olduğumuz duyguları serbest bırakıyoruz. Dolayısıyla bilinçaltımız aşırı
derecede dolmuyor. Farkındalık rotasını elimizde kolayca tutmayı öğrendikçe
bizi baskılayan bu hantal yapıdan kurtuluyor ve hafifliyoruz. Kısacası
özgürleşiyoruz.
Diğer yöntem ise; sözlerine
hayran olduğumu her defasında dile getirdiğim ünlü Hintli düşünür Osho’nun
Doğrulama Kuralı. Temelde aynı düşünce var. Nasıl çalıştığını ünlü düşünürün
satırlarıyla paylaşmak istiyorum;
‘’İçinden bir şeyi
derinlemesine bütün ve mutlak olarak doğruladığında o GERÇEK olmaya başlar. Bu amaçla;
OLUMSUZ olanı doğrulamayı bırakıp, OLUMLU olanı doğrulamaya başlayın. Birkaç
hafta içinde elinizde nasıl bir sihirli değnek tuttuğunuza şaşıracaksınız.
Örneğin; kolay üzülen biriyseniz, gece uyumadan önce yirmi kere, kendi kendinize
sessiz ve derinden, ancak kendinizin duyabilecek kadar yüksek bir sesle; ‘Mutlu
olduğunuzu, bunun gerçekleşeceğini, artık son üzüntüyü yaşadığınızı’ tekrarlayarak
uykuya dalın. Sabah uyandığınızda, daha gözlerinizi açmadan aynı sözcükleri yirmi
kere daha tekrarlayın. Görün bakın, gününüz nasıl değişiyor. Yedi gün içinde
bir şeyi doğrulayıp, onun sonucunu görmüş olacaksınız. Sonra yavaş yavaş
olumsuz olan her şeyden sırayla kurtulun. Her hafta olumsuz bir şey seçip ondan
kurtulun. Bir tane de olumlu bir şey seçip, onu özümseyin. Önce olumsuzlardan
başlayın, sonra olumluya geçin. Ama sonunda olumluyu da bırakın. Çünkü olumlu
düşünce de olsa hala bir düşüncedir. Sıfır düşünceye, düşüncesizliğe geçin; işte
o zaman istedikleriniz kolayca gerçekleşecektir.‘’
İşte önümüzde değerli ve
geçerli iki yöntem var. Hangi yöntemi kullanacağınız tamamen size kalmış. Ben her ikisinin ışığından yararlanmaktan, kendi
mantık süzgecimizden geçirmekten ve kendimize en uygun hali yaratmaktan
yanayım. Çünkü önemli olan bunu kendi hayatımızda uygulamaya koyabilmek ve elbette
endişelerden bir an önce kurtulmak. Evet başlarda zorlanacağız, koşar adım
yürümek yerine; belki de bir bebek gibi emekleyeceğiz; ama olsun. Kendimize,
azmimize güvenmemiz gerek. Haydi gelin ilk adımı beraberce atalım. Çünkü denemeden,
çalışmadan yani o ilk adımı atmadan ne sonuç alacağımızı bilemeyiz.
''Üzüntülüyseniz, geçmişte
yaşıyorsunuzdur. Endişeliyseniz, gelecekte yaşıyorsunuzdur. Huzur içindeyseniz 'ŞİMDİ'desiniz.'' der ünlü
Çin filozofu Lao Tzu.
Sonuçta endişelerden
arındıkça, ŞİMDİNİN VE ANLARIN farkına vardıkça; hayata ve birbirimize
bakışımız daha da güzelleşecek. Yüreğimizde endişenin en ufak bir izi bile kalmayacak.
Ve hepimiz var olan enerjimizi; aşkla baktığımız her yeni günde, sevgiyi huzuru
hissettiğimiz her anımızda; dolu dolu hissedip paylaşacağız. BİRken BİN
olacağız.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
19.09.2013
NOT: Yararlandığım kaynaklar:
http://sedonayontemi.com/ ve "Sedona Yöntemiyle
Serbest Bırakmanın Mucizesi" kitabı.
Güzel paylaşımlar... Çok teşekkürler.
YanıtlaSil