‘’Bir kez içindeki göğe yerleştin mi, bir yuva
buldun mu; eylemlerinde ve davranışlarında muhteşem bir olgunluk yükselir. O
zaman yaptığın her şeyde bir zarafet vardır. O zaman yaptığın her şeyin ta
kendisi bir şiirdir. Şiiri yaşarsın; yürümen dans olur; sessizliğin ise
müziktir.’’
Felsefesine hayran
olduğum ünlü Hintli düşünür Osho’nun bu sözleri hayata bakışım hakkında öyle
çok şey anlatıyor ki, seviyorum sözlerini. Hayatı şiir gibi yaşayabilmek,
engellerde bile dansla yürüyebilmek ve sessiz kaldığın noktalarda bile evrene
anlamlı nüanslar bırakabilmek… Kaliteli bir yaşam tarzını, hayata karşı
hepimizin özlediği naif duruşu dile getirir bu cümleler. MUHTEŞEM bir bakış
açısı, öyle değil mi?
Ancak hayatı hep
doğrularla yaşamak insanı bir yerden sonra bıktırıyor mu acaba? Böyle düşünmeme
sebep olan geçen ay okuduğum bir kitap. İsmi ‘’Beni Hep Sev’’. Kusursuz hayatı
içinde tek düze yaşayan bir gencin, kendisine göre yanlışlarla dolu yaşama imza
atan bir kıza olan aşkı, hatta bağımlılığı.
Pekiyi sorarım size; kusursuz
hayatın tek kusuru özlenir mi? Aranır mı? Deli gibi sevilir mi? İnsanı
düşündüren noktaları var. Biraz daha geniş yelpazeden baktığınızda hak vermiyor
da değilsiniz öte yandan. Ama bu durum zıt karakterlerin birbirini çekmesi
yasası ile açıklanıp geçilmemeli bence. Evet doğrudur. Zıt kutuplar, zıt
karakterler birbirini çeker. Ama buradaki durum biraz daha farklı. Yanlışların
içinde olan kişi değil; tamamen doğruların içindeki kişi bağımlılık derecesinde
bağlanıyor. Diğerinin umurunda değil o kadar. Elbette hayatındaki onca yanlışın
arasında doğrularla yaşayan birisinin hayatına girmesi ona artılar kazandırıyor; ama o kadar. Bir
süre sonra sıkılmaya başlıyor. Çünkü hayatında hep yanlışlara yer var.
Doğruları yapan, savunan birisi ona fazla geliyor. Daraltıyor.
Gelin dağınık çalışmayı
seven ve masası hep kağıtlarla, dosya
yığınlarıyla kaplı birisinin durumunu ele alalım. Hayatını düzgün yaşayan, tertipli,
düzenli birisi için kabul edilebilir bir manzara dahi değildir. Ama o kişi, o
dağınıklıkta daha kolay konsantre olur ve rahatça çalışır. Hatta aradıklarını
da kolayca bulur. Çünkü öyle çalışmaya alışmıştır, böyle çalışmak onun için bir
anlamda özgürlüktür. Bir gün bir başkası sadece iyi niyetiyle de olsa masasını
toparlasa. Dosyalarını düzenlese,
kağıtlarını uygun yerlere dizse kıyamet kopar. Rahatsız olur o düzenden. Ve
işin ilginç yanı o düzen içinde aradıklarını bir türlü bulamaz. Öyle değil mi?
Hayattaki karmaşık yaşama, yanlışlara
alışkan birisi için de hep doğru bir yaşam tarzında yaşamaya uymak
zor gelir. Adeta eli ayağına dolaşır.
Kendisini bir türlü rahat hissedemez.
Pekiyi madalyonun diğer
tarafındaki bay doğru için durum nedir
dersiniz? O kendini bildi bileli alışık olduğu düzeninden sıkılmış, hayatına
renk mi katmak istemiştir? Yoksa hayatı hep doğrularla yaşadığında
yakalayamadığı mutluluğu, yanlışların arasındaki kişide bulduğu için mi
doğrularından sıkılmıştır?
Yıllardır yapamadığı her
şeyi yapmış olmasına, hayatı hep yanlışlarla dolu olmasına rağmen yine de
hayatından mutlu bir insana rastlamak önce şaşırtır bay doğruyu. Ama sonra
doğru hayatının tek yanlışı olmasını ister tüm benliğiyle. Kendisine,
düşüncelerine, yaptıklarına uymadığını bildiği halde kabullenir. Ama karşı
taraf yanlışlarla yaşamaya o denli alışmıştır ki bay doğrunun hayatından bir
süre sonra sıkılır. İleride belki de pişman olacaktır ve olur da ama kendi
yanlışlarla dolu dünyasında daha mutlu olacağını düşünür. İlginç değil mi? Bay
doğruyu bir kurtarıcı olarak görmez. Hayatına çeki düzen verecek, onun da
doğrularla daha kolay yaşamasına olanak tanıyacak renkli bir merdiveni elinin
tersiyle iter, düşürür. Neden ?
Bu noktada doğru ve
yanlışı biraz açmak gerekli diye düşünüyorum ben. Çünkü evet doğrular var ve
yanlışlar… ama kime göre, neye göre, hangi zamana göre bu doğru ve yanlışlar?
Bu yanlışları kim belirlemiş, ne zaman? (cevabı ve daha fazlası 2. Bölümde)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder