20 Temmuz 2015 Pazartesi

SEVGİNİN GÖKKUŞAĞI SONSUZLUKTA


‘’Tıpkı güneşe tutulan bir prizmanın ışığın gökkuşağını göstermesi gibi. Asıl olan sevginin gökkuşağını gösterebilmek. ‘’ diyor ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho.

Bunca yıldır yazılarımın çoğunda sevgiyi işledim. Farklı konular olsa da sonunda hep sevginin hayattaki en sihirli merhem olduğunu vurguladım. Ancak şimdi sevgi daha da derinleşti benim gözümde. Çünkü bu iki sözcük beni benden aldı.

‘Sevginin Gökkuşağı.’

Düşünsenize sevginin o gökkuşağı harelerini. Her biri bir diğerine nazire yapan pek çok muhteşem duygunun, bir araya gelip SEVGİyi oluşturduğunu.

Sevgi ırk, dil, din, ten rengi, statü hiçbir şeye bağlı değil. Çok geniş. Çok kapsamlı. Derin. Evrensel. İşin içinde sevgi varsa dilinden herkes anlıyor. Tüm canlılar. Bitkiler, hayvanlar herkes.  Çünkü öyle bir çağrısı var ki, bunun için konuşmaya gerek yok. Sarılıp, kucaklamaya da.

‘’Gerçekten seviyorsan, uzaklık gözünü korkutmamalı. Çünkü unutma yanındayken bile uzaktı bazıları.’’ diyen Amerikalı günümüz yazarlarından Adam Fawer ne kadar da haklı. Araya giren mesafelerin, zamanın hükmü yok sevgide.

Hayata bakışımız, onu algılayış ve yaşayış biçimimizle sevgiyi dillendiriyoruz zaten. Öyle değil mi?

‘’Hayatımızda bağışlayabileceğimiz en önemli şey SEVGİNİN YANSIMASIdır. ‘’ derken Coelho’ya katılmamak elde mi?

İster minicik bir tebessümle olsun, ister sımsıkı bir kucaklamayla, isterse sözcükleri bile kendine hayran bırakan birkaç mısra ile.

Önemli olan onu yansıtabilmek. Kalbimizden çıkarken ki o muhteşem enerjisini, sıcaklığını koruyarak hayata aktarabilmek. Oradaki muhteşem renklerle bezeli gökkuşağına minicik bir fırça darbesi de olsa katabilmek.

Peki bu muhteşem gökkuşağı nelerden oluşuyor? Hiç düşündünüz mü?

İçinde en naif duygular saklı. Sadece gerçek sevgiden haberdar olanların farkına vardığı en nadide renkler bunlar.

Yumuşacık her biri.

Enerji verirken incitmiyor.

Duyarlı ancak zorlayıcı değil.

Beyazın masumiyeti, morun ihtişamı ve asaleti, pembenin tevazusu, turuncunun cömertliği, kırmızının samimiyeti, mavinin iyiliği ve hoşgörüsü, sarının zarafeti ve sabrı, yeşilin güven veren dinginliği gibi.

Sarıyor, sarmalıyor gönülleri. Her defasında gücüne güç katarken.

*Sabır. Sevginin olmazsa olmazlarından. Gerçek sevgilerde sabır tohumları mis gibi çiçekler açıyor çünkü. Hayal ettiklerimizden bile güzel tonları.
*İyilik. Kendimizi çok daha iyi hissettiren bu duygu, sevgisizliğin olduğu yerlerde solmaya mahkum ne yazık ki. Hepimizin içinde saklı bir yerlerde. Yeter ki kullanmasını bilelim.
*Cömertlik. Paylaşmanın tadına doyulmaz neşesi. Her detayda, verdikçe daha da zenginleştiğimizi hissetmenin büyüsü.
*Tevazu. Büyüdükçe ne kadar küçük olduğumuzun bilincine varmak. Çok şey öğrenip, hala hiçbir şey bilmediğimizin farkında olma hali.
*Fedakarlık. Beklentisiz. Zevk alarak. Cömertliğin itici gücünden destekle. İçten gelen tüm samimi duygularla. Alabildiğine vermenin gücü.
*Hoşgörü. Su gibi akışta kalabildiğimiz anlarımız. Ne kadar zorlayıcı olursa olsun, tebessümle bakabilmenin cesaretiyle dopdolu. Gücümüzün simgesi adeta.
*Masumiyet. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi. Hayata merakla yaklaşırken, en iyimser niyetlerin baş tacı yapıldığı zamanlar.
*Samimiyet. Gözlerimizdeki o tatlı tebessüm. Gözden dile, dilden bedene ve hareketlerimize yansıyan yegane güzellik. Kaliteli duruşun en belirgin nüansı.

İşte tüm bu duygularla harmanlanan sevgiler, GERÇEK SEVGİ ve renkleri GÖKKUŞAĞI tadında SONSUZLUKta. Paylaşıldıkça çoğalmayı bekliyor sadece.

‘’O kadar mukaddestir ki sevgi… Her zerresine kadar rahmani.’’ diyor sözcüklere can veren Ömer Faruk Yeltekin.

Peki ilahi evrene, dünyaya ve tüm canlılara duyulan sevgi en basit şekilde nasıl belli oluyor dersiniz?
İnsanlara SEVGİmizi göstererek.

Yalnızca gerçek sevgi, bu dünyadaki diğer sevgilerle boy ölçüşebiliyor çünkü. Bizler insanları sevdikçe seviliyoruz. Sevgimiz sayesinde nadide duygularımızı körelten; korku, kıskançlık, öfke, kin, nefret, sıkıntı gibi tüm olumsuz duygulardan arınıyoruz aynı zamanda.

‘’Coşkuyla sevmeyi bilenler, coşkuyla yaşamayı da biliyorlar. Sonsuza dek sevmek, sonsuza dek yaşamak demek.’’

Sevgi olmadan bunu başarmamız mümkün değil, çünkü aralarındaki bağ muhteşem.

Sımsıcak sevgiler sevgileri doğuruyor. Zamanla artıyor, çoğalıyor. Sevmeyi biliyorsak, gerçeklerden korkmuyoruz. Onların farkındayız; ancak mutlu olma yollarını da biliyor ve uyguluyoruz.
İşte bunun için sevmeyi öğrenmemiz ve çocuklarımıza da öğretmemiz gerekli.

Nasıl mı?

Çoğumuz farkında değiliz belki ama,  hayat bize sevgiyi öğrenmemiz için her gün binlerce fırsat sunuyor. Yeter ki farkına varalım ve değerlendirelim. Çünkü yaptıkça cesaretleniyoruz.   Her bir yeni farkındalığımızla bir üst basamağa güvenle geçiyoruz.

Elbette etrafımıza yaydığımız sevginin bize ne zaman ve ne şekilde geri döneceğini bilmiyoruz. Ama ne gam? Sabırla bekleyip, zamana yaydığımızda; sevginin ne kadar OLAĞANÜSTÜ bir duygu olduğunun farkına varıyoruz sonuçta. En güzel gönül zenginliği de bu değil mi zaten?

Bebeklik çağından itibaren kör, sağır ve dilsiz olan Amerikalı pedagog, yazar ve aktivist; Helen Keller; öyle güzel özetlemiş ki sevgiyi.

‘’Dünyanın en iyi ve en güzel şeyleri görünmez. Onlara dokunulmaz. Onlar sadece yürekle hissedilir.’’

Bu sıcacık hislerle sevginin gökkuşağında buluşalım mı bizler de? Kalpten kalbe akıttığımız nadide sevgilerin, dünyamızı yaşanır hale getireceğine olan umut ve güvenle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

01.04.2015


Kaynaklar: Paulo Coelho-Aldatmak; http://indigodergisi.com

6 Temmuz 2015 Pazartesi

GÖZ DEYİP GEÇMEMEK GEREK (3/3)

Gözlerle ilgili öğrenilecek, paylaşılacak o kadar çok bilgi var ki. Bu son bölümü dünyanın en tuhaf gözlerine sahip hayvanlarına ayırmak istedim. Görüntülerini eğer dilerseniz ekteki video’ dan izleyebilirsiniz.

İlk örneğimiz bir maymun. Tarsier maymunu. Beden yapısına göre dünyanın en büyük gözlerine sahip çünkü.

İkinci örnek bir bukelamun. Bulunduğu ortamda kamufle olmak için renk değiştirdiğini hepimiz biliyoruz. 
Gözlerinin yapısı ise gerçekten ilginç. Bir gözü ile sola bakarken, diğer gözü ile sağa bakabiliyor. Böylece her yanı tarama lüksüne sahip.

Üçüncü örnekte Gecko kertenkelesi var. Dikey gözbebekleri ile gece o kadar iyi görüyor ki; bu değer bizim tam 350 kat fazlamız.

Diğer bir örnekte denizlerden. Dev mürekkep balığının gözleri 30 santimetre kadar ve gözbebekleri birer portakal iriliğinde.

Yine denizlerdeyiz. Dört göz balıkta sıra. Bu balığın aslında iki gözü var ana su üstünde yüzüyor. Bu arada gözünün yarısı hava ile temas ederken diğer yarısı suyun içinde. Böylece havadaki böcekleri avlarken, aşağıdan gelecek tehlikelere karşı temkinli kalıyor.

Örümceklerden yukarı ki bölümlerde söz etmiştim. Zıplayan örümceğin tam sekiz gözü var. Bunlardan dördü yüzünde ve diğer dört tanesi de başının üzerinde.

Anten gözlü böceğin ise gözleri aynı birer anten gibi. üstelik çiftleşmede etken. Çünkü dişiler en uzun antanli erkekleri beğeniyor.

Hayalet balık ise ayna gözlü. Denizin 2 km. kadar derinlerinde yaşıyor. Gözlerindeki ayna sistemi sayesinde hem aşağıyı hem de yukarıyı tarıyor tıpkı bir radar gibi.

Son örnek saldırganlığı ile ünlü bir karidesten geliyor. Mantis karidesinin tırnakları çok keskin. Öyle ki parmağımızı bir vuruşta ikiye bölecek kadar. gözleri ise çok daha ilginç. Çünkü beyinlerinden bağımsız çalışıyor. Yani görme işlemi sadece gözün içinde gerçekleşiyor. Bu anlamda da bilim adamlarının incelemesi altında.

Elbette örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak sizleri daha fazla sıkmamak adına artık son noktayı koyma zamanı.

Burada tanıklık ettiğimiz canlılar; doğanın sadece minicik bir parçası. Ve o minicik parça da bile her şey o kadar MÜKEMMEL ki. Tüm bunlara tanıklık ettiğimizde; doğaya, canlıların bu şahane yapısına hayran olmamak elde mi?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

20.05.2015





GÖZ DEYİP GEÇMEMEK GEREK (2/3)

Şimdi sırada en çok göz yapısına sahip olan hayvan var. Onun göz sayısını okuduğunuzda; ‘’Kara sineklerin ki de bir şey değilmiş.’’ diyeceksiniz. Halk arasındaki ismiyle yusufçuk; yani kız böceğinden söz ediyorum. Her bir  gözünde tam 30.000 küçük gözcük bulunuyor. Neredeyse kafalarının tamamını gözleri kaplıyor.


Küçük kanatlı bir böcek bu bahsettiğim. Düşünsenize o minicik yapının içinde gözcükler ve onları oluşturan binlerce sinir sistemi, retina, mercek var. Her şey detay detay işlenmiş, yerine konmuş adeta.

Kurbağaların görüşleri çok net değil. O üzerinde bir ömür geçirdikleri yemyeşil çimenleri, güzelim nilüfer çiçeklerini sadece gri renkte görüyorlar ne yazık ki.

Toprak altında yaşayan köstebeklerin gözleri ise sadece ve sadece bir toplu iğne başı büyüklüğünde. Bu sayede toprak altında gözlerine bir şey kaçmadan yaşayıp gidiyorlar.

Bizlerden daha hızlı bir görüş açısına sahip kuşlarda sıra. Gözleri son derece keskin. Nesneleri uzaktan rahatlıkla seçme yeteneğine sahipler. Böylece rahatça avlanıyorlar.

Ama gözleri bizim gibi hareketli değil. Göz yuvası içinde tamamen sabit.

Peki nasıl oluyor da bizim parça parça gördüklerimizi; onlar tek bir bakışta bütün olarak algılıyor dersiniz?

Çünkü baş ve boyunları çok hareketli. Üstelik hızlı. Örneğin gecelerin uyanık kuşları baykuşlar. Başlarını 360 derece çevirebiliyorlar. Geceleri net gören gözlere sahipler. Böylece rahatlıkla avlanabiliyorlar. Ama görüntüler bizdekiler gibi renkli değil. Sadece siyah beyaz. Zaten gecenin koyu karanlığında renklere ihtiyaçları da yok. Öyle değil mi? Biz insanların göz ağırlığı kafatasımızın %1 ‘i kadarken, baykuşların 1/3 kadar.

Bizler bir dakika içinde, yaklaşık olarak 20-22 kere gözümüzü kırpıyoruz. Ve bu kısacık süre içinde görüşümüzü kapatmış oluyoruz. Böylelikle gözümüz nemleniyor ve temizleniyor. Benim gibi lens takanların bunu çok daha iyi fark ettiğine eminim.

Peki kuşlar ne yapıyor dersiniz uçarken? Onlar da gözünü kırpıyor. Ancak görüntüleri hiç kesilmiyor.

Neden mi? Çünkü üçüncü bir göz kapağına sahipler. Bu sayede gözlerini bizim gibi tamamen kapatmaları gerekmiyor. Bu şeffaf kapak aynı zamanda suya dalan kuşların gözlerini tuzlu sudan koruyor. Yani daha doğarken havacı ve dalgıç gözlükleri de gözlerine yerleştirilmiş adeta.

Bazı kuşlar bizim gibi renkli görüyor. Bu sayede tohumları, böcekleri kolayca ayırt edebiliyorlar.

Gökyüzünün hakimi kartalların gözleri de bir başka muhteşem örnek bizler için. Avlarını kilometrelerce uzaktan net olarak seçip, hızla yakalama şansına sahipler. Retinalarını kaplayan sayısız sinir hücresi var gözlerinde. Ve bu hücreler bir damla renkli sıvı ile boyanmış. Böylece en küçük renk farkını algılıyor; istedikleri görüntüyü büyütebiliyorlar.  Üstelik aynı anda 300 derecelik geniş bir açıyla çevreyi tarayabiliyorlar. 

Uzmanlar kartalların gözlerinde milimetrekareye düşen hassas alıcı sayısının neredeyse 3000 kadar olduğunu belirtiyor.  bu ne muhteşem bir sayı.

Biz insanlar böylesi yetenekli gözlere sahip olsaydık ne olurmuş biliyor musunuz? Her birimizin greyfurt kadar gözleri olurmuş.

Burada tanıklık ettiğimiz canlılar; doğanın sadece minicik bir parçası. Ve o minicik parça da bile her şey o kadar MÜKEMMEL ki. Tüm bunlara tanıklık ettiğimizde; doğaya, canlıların bu şahane yapısına hayran olmamak elde mi?

Gerekli her şeye, ama her şeye sahipken; gereksiz hemen her şeyden nasıl da arınmışız. Farkına vardığımız her muhteşem yapı; önünde saygıyla eğilmemize bir vesile. Şükretmenin ve şükrettikçe zenginleşmemizin en güzel göstergesi aynı zamanda.   (devamı 3/3' de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

20.05.2015


GÖZ DEYİP GEÇMEMEK GEREK (1/3)

Bilim adamlarını hayrete düşüren çok yönlü ve duyarlı bir yapı.

Tıpkı bir fotoğraf makinesine benzeyen karmaşık bir düzen.

Canlı türünün en önemli organlarından bir tanesi.

Gözler…

İngiliz yazar Phineas Fletcher’in deyimiyle; ‘’Aşkın dili.’’

Bizim için de kalbimizin aynası.

Beynimizin dış dünyaya açılan penceresi.

Detayları ise algılama gücümüzü zorlayacak cinsten.

Biz insanlardan tutun da bir sineğe, bir kuşa ya da balığa kadar.

Tümünde harikulade bir yapının izleri saklı.

Her canlının göz yapısı; türüne, yapısına, yaşadığı yere, yaşama ve beslenme şekline uygun bir şekilde. 


Küçüğünden, büyüğüne istisnasız hepsi de birbirinden farklı.

Araştırdıkça, okudukça hayran olmamak  mümkün mü?

Gelin beraberce gözler arasında gezinelim. Eminim ki; sizler de benim kadar şaşıracak ve keyif alacaksınız, derlediklerimi okuyunca.

Bazı gözler var ki çok keskin. Bazıları tam tersine pek net görmüyor. Kimisi gecenin koyu karanlığında görmeye uygun. Göz yuvasının içinde hareketli olanı da var, sabit olanı da. Beden yapısına göre çok küçük olanı da var, kocaman olanı da. Hatta bazı canlıların gözleri hiç yok. Çünkü onların görmeye ihtiyaçları yok. Solucanlar ve denizyıldızları gibi. Vücutlarındaki ışığa duyarlı hücreleri sayesinde avlanıyor ve yaşıyorlar.

Bazı canlılardaki göz yapısı ise pek çok gözün bir araya gelmesiyle oluşmuş. Kelebekler ve arılar bunların en güzel örneği.

Arıların sadece açmış çiçekleri gördüğünü biliyor muydunuz? Solmuş çiçekleri ya da tomurcukları görmüyorlar. Yani onların gözüyle, dünya bir çiçek cenneti gibi. Gözleri bizim göremediğimz ultraviyole (mor ötesi) ışınlarına karşı duyarlı çünkü. Bu sayede çiçek özlerini, kendilerini çağıran parlak işaretler olarak algılayorlar. Ve o enfes ballar için gerekli nektarları, çiçekten çiçeğe gezerek kolayca topluyorlar. 

Doğanın o en zarif canlısı kelebeklerin gözleri de çoklu (petek) göz yapısında. Bu sayede; çiçeklerin parıldayan taç yapraklarını görüyorlar. Çiçekten çiçeğe en güzel danslarını yaparken türlerin çoğalmasına da katkı sağlıyorlar.

Petek göz yapısına bir başka örnek ise örümcekler. Asıl gözleri önde ve iki tane. Buna destek, yanlarda küçük gözleri de var ama. Böylece aynı anda 360 derecelik bir alanı tarayabilme özelliğine sahipler. Böylelikle avlarını kolaylıkla takip edebiliyorlar.

Yine bazı hayvanların gözleri; hem karada hem de suyun altında çok net görebiliyor. Timsah, su kaplumbağası, karabataklar bunların en güzel örneği.

Şimdi sıkı durun peki ya karasineklerin gözleri nasıl dersiniz? Hani o pek de önemsemediğimiz karasineklerden söz ediyorum. Göz yapıları muhteşem. Petek bir yapıya sahip. Ve her bir parça bir puzzle gibi görmeyi destekliyor. Bu gözcüklerin sayıları mı? Tam 4000 adet.

Üstelik bunları her yöne oynatabiliyorlar. Yani etraflarını tam 360 derece tarıyorlar. Önlerini görürken, aynı anda arkalarını görüyorlar. Sollarına bakarken sağlarında olan bitenden de haberdarlar. Aynı anda 100 görüntü algılama yeteneğine sahip olmaları da bir başka özellikleri.

Evimizin tatlı misafirleri kedilerin gözleri; gece görüşüne oldukça uygun bir yapıda. Bizlerin normal görüş için ihtiyaç duyduğu ışığın 1/6 kadarı bir ışık; kediler için yeterli. Ancak yakını görme problemleri var. En iyi görüş alanları 2 ile 6 metre arası. 

Görüşleri bizler kadar keskin değilse de hareketlere duyarlı ve panoramik göz yapıları ile oldukça avantajlı durumdalar. (devamı çarpıcı örneklerle 2/3 ‘ de)


Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

20.05.2015
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...