26 Şubat 2020 Çarşamba

BİR ADA, BİR YANARDAĞ ve SAĞ KALAN 3 KİŞİ


İnsanlığın doğa olayları karşısındaki çaresizliği gün gelip sadece tarihin tozlu sayfaları arasında yer bulsa da; her hatırlandığında kalplerde burukluk yarattığı bir gerçek.

Yaşanmış en dramatik aynı zamanda en ilginç olayı için gelin küçük bir adaya yolculuk yapalım.

Burası Karayipler’in en güzel adalarından biri olan Martinique adası.

Fransa’ya bağlı.

Batı Hint Adaları'nın bir parçası aslında.

Tamamı 1088 kilometrekare.

Beş körfezi, çok sayıda koyu, muhteşem plajları, bir yanardağı, yağmur ormanları, tropikal meyve ağaçları ve rengarenk çiçekleri var.

Etrafı dağlık ancak kuzeydeki Pelee Dağı eski bir volkan.

Yüksekliği ise 1397 metre.

İşte öykümüz bu masal tadındaki adanın yaramaz yanardağı ile ilgili.

Pelee Yanardağı Felaketi ( Saint Pierre Felaketi ) ve sonrasında yaşananlar sizi hayata dair bir kez daha düşündürecek eminim ki.

Tarih 8 Mayıs 1902.

Ada halkı ve yöneticiler bu tarihten sadece iki gün sonra yapılacak bir seçime hazırlanmakta. Çoğunluğu temsil eden beyazlarla, adanın gerçek sahibi olan siyahi melezler karşı karşıya. Kısacası güç dengelerinin korunması adına oldukça önemli bir seçim.

Tüm bunlardan habersiz baharın henüz başlarında, Nisan gibi hareketlenir Pelee yanardağı.

Ada sakinleri yanardağın ağzından fışkıran külleri gördükçe endişelenmeye başlar. 
Hatta aralarında göç etmeyi düşünenler olur. Ancak Fransa Hükümetinin valisi seçimi kaybedebileceğini düşünerek buna izin vermez.

Adanın söz sahibi gazetesi ile insanları kalmaya ikna etmek adına anlaşır. Tehlikeden hiç söz edilmeden seçim günü beklenir.

Gelin görün ki doğa bildiğini okur her zaman. Mayıs ayının başlarında iyice hareketlenir yanardağ. Yakınındaki dağ köylerini birer birer yok eder. Yüzlerce insan hayatını kaybeder. Çevre köyde yaşayanlar ise korunmak adına Saint Pierre şehrine göç eder.

Durumu endişe ile takip eden vali, halkı rahatlatmak amacı ile 7 Mayıs gecesi şehre gelir. Kaldığı otel penceresinden gördüğü manzara üzerine verdiği karara pişman 
olur. 

Giderek artan kül oranı ve uğultu çok yakın gelecekte büyük bir felaketin habercisi gibidir. Bunun farkına varan vali ertesi sabah halka tahliye ile ilgili açıklama yapmayı planlar.

Ama 8 Mayıs sabahının güzelliği, yanardağının patlaması ile gölgelenir.

Her yer adeta bir ateş topuna döner. Kızıl lavlar öyle şiddetli bir şekilde akar ki, şehir kısa sürede lav ve küllerin altında yok olur.

İçinde yaşayan 30.000 kişi hayatını kaybeder.

Yaşam bir anda biter.

Dünyanın en büyük felaketleri arasında kabul edilen olaydan kısa bir süre sonra bölgeye kurtarma ekipleri gelir. Araştırmaya girişir. Patlama sonrası sadece 3 kişinin hayatta kaldığına şahit olduklarında ise şaşkınlıklarını gizleyemezler.

Bunlardan bir tanesi evinin hemen yakınındaki bir mağaraya sığınarak hayatta kalan on yaşında bir kız çocuğudur.  

Diğeri şehrin sınırında yaşayan ve patlama sırasında okyanusa atlayan bir adamdır. 
Ancak lavlarla kaynayan sular nedeni ile tüm bedeni ağır yara alır. Yine de tedavi sonrası yaşama tutunur.

Üçüncü kişi ise öykünün kilit noktası olarak ismini tarihe yazdırır.

Neden mi?

Çünkü bu kişi o felaketten sağ kurtulan bir idam mahkumudur.

İsmi Louis Auguste Cyparis.

İdam günü olan 8 Mayıs’ı kalın taş duvarlı bir yer altı hapishanesinde beklerken hiçbir yere kaçamaz. Ancak kader ona adeta zeytin dalı uzatmıştır.

Öleceği günü beklerken; ölümünü dört gözle bekleyen öfkeli kalabalığın ve hatta idam emrini veren onlarca kişinin ölümüne tanık olur. Kendisi ise öleceğini bildiği o gün yaralı da olsa kurtulur.

Ne diyelim.

Bazen yaşam bize öyle planlar yapıyor ki son dakikada hayatımızın rotasını tamamen değiştirebiliyor.

O nedenle hiçbir zaman umutsuz kalmamak gerekiyor.

Ne zaman, nerede nasıl bir değişim rüzgarına kapılacağımızı; o rüzgarla savrulup yok olmakla, hayata sımsıkı tutunma arasındaki ince ve keskin çizgide nasıl yol alacağımızı; hiç unutmayalım derim ben.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

21.11. 2019




9 Şubat 2020 Pazar

BİR SOSYAL PSİKOLOJİ KLASİĞİ


Söz ettiğim dünyaca ünlü sosyal psikoloji deneyi ‘Robbers Cave Deneyi’ olarak geçiyor.

İsmini Oklahoma’daki Robbers Cave Milli Parkı’ndan almış.

Deney Oklohama Üniversitesi profesörlerinden Türk asıllı Muzaffer Şerif ve Carolyn Şerif tarafından uygulanmış. O nedenle bazı kaynaklarda ‘Şerif Deneyi’ olarak da geçiyor. Sosyal psikolojinin kurucu öncüleri arasında yer alan Şerif, deneysel psikoloji metotlarını başarıyla uyguladığı için alanında son derece başarılı çalışmalara imza atar.

İşte bu deney de onlardan bir tanesi.

Sosyal önyargıları daha iyi anlamamızı sağlıyor. Ortak çaba ve ortak umudu daha net görmemize vesile oluyor.

İnsan, yapısı gereği yaşadığı toplumda kendisiyle ortak özellikleri olan kişilerle bir araya gelmeyi tercih ediyor. Bir gruba dahil olmaktan, onlarla zaman geçirmekten, beraberce bir şeyler yapmaktan hoşlanıyor. Grup dışındaki kişileri ise zaman zaman dışlayabiliyor.

İşte söz konusu deney bunu araştırmak amacıyla yapılır. Sonuç ise dünyada yankı uyandıracak kadar başarılıdır.

Şimdi gelin beraberce deneye göz atalım.

Denekler bir tatil kampına götürüldüklerini düşünen 11 yaşındaki 22 çocuktan oluşur. 
Daha önceden birbirlerini tanımayan çocuklar arasından yapılan seçimde; çocukların geçmişlerinin, ders notlarının, hobilerinin benzerlik göstermesine dikkat edilir. 
Gruplar birbirlerinin varlığından habersiz olarak  otobüslerle parka getirilir.

Üç aşamalı deneyin ilk aşamasına geçilir.

Grup üyeleri kendilerine ayrılan bölgelerde faaliyet göstermeye, etkinliklere katılmaya başlar. Oyun öncesi her grup kendi içinde liderini belirler. Ast üst ilişkisine uyum gösteren diğer üyelerle beraber etkinliklerin keyfine varır.

Sorunsuz bitirilen bu aşamaya “Ortalama uyumlanma” ismi verilir.

İkinci aşamaya geçildiğinde iki grup karşı karşıya getirilir ve birbirleri ile tanışmaları sağlanır. Etkinlikler başladığında denekler kendi grupları adına diğer grupla yarışmaya başlar. İşte her ne olursa bu ikinci aşamada olur. İstisnasız tüm denekler yarış sırasında diğer gruba karşı agresif bir tutum izler.

Artık “Çatışmanın doğuşu” ismi verilen ikinci aşama kıyasıya yaşanacaktır.

Kendilerini ait oldukları gruba o denli bağlı hissederler ki yarışmanın eğlenceli kısmını kaçırır, sert tavırları ile rakiplerini zorlarlar. Rekabete dayalı aktiviteler gerginliği körükler.

Hatta o denli ileriye giderler ki tehlikeli davranışlar karşılıklı can yakmaya başlar. 
Tahammül sınırları gerginleşir. Giderek kötüleşen durumu gören profesör Muzaffer Şerif bu aşamayı iptal eder.

Çünkü durumun düzeltilmesi ile ilgili üçüncü aşamanın zamanı gelmiştir. Ancak bu aşama en zor olanıdır. Çünkü iki grup da neredeyse birbirine düşman gibidir. Beraber yürümeyi, piknik yapmayı, sinema izlemeyi rededer. Atışmalar, sert kavgalar hiç bitmez.

Bu nedenle ‘ortak amaç - ortak hedef’ devreye sokulur.

Aralarında rekabet oluşturacak her şeyden kaçınılır. Bu amaçla kampın su kaynağı kullanılmaz hale getirilir. Kampa yemek getiren kamyon bilerek çamura saplanır. Şimdi sorun herkesi ilgilendirmektedir. Hal böyle olunca tüm denekler bir araya gelir. Sorunu çözmek için fikirler aramaya ve el birliği ile uygulamaya başlarlar.

Nihayetinde ortak fayda kavgaları sonlandırır.

Beraber zaman geçirmeye başlayan denekler arasındaki sert tutumlar tamamen silinir. Ortak hedefler beklenen sonucu verir.

Aynı deney, defalarca başka yaş ve eğitim düzeyindeki deneklerle yapılır. Sonuç hep aynı çıkar. Ortak amaç ortak çabanın her zaman olumlu sinyalleri ile toplumu birleştirdiği gözlenir.

Yukarıda sözünü ettiğim deney; bugün sosyal psikolojinin klasiklerinden biri sayılıyor. Bir şekilde oluşan ayrımcılığı ve dışlamayı önlemenin, ortak huzuru ve barışı yakalamanın yollarını göstermesi açısından mükemmel bir örnek olduğunu düşünüyorum ben de.

Birbirimizi daha iyi anlamamıza vesile olan ve bizleri farklı şekilde düşündüren böylesi deneylere emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.11.2019


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...