29 Nisan 2012 Pazar

KAYBOLAN YILLAR...



 ‘’Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler,
   Şimdi bana seninle bir ömür vaad etseler,… ‘’

Ne güzeldir Sezen Aksu’nun bu şarkısı ve sözleri ve ne kadar anlamlı.

Üstelik yıllar yılları kovalayıp, hayatın yorucu çarklarına kendinizi kaptırdığınız; ama yaşadığınızın pek farkına varmadığınız o yaşlarınız ellerinizin arasından yitip gittiğinde.

Birdenbire kırklı, ellili yaşlar önünüze dizildiğinde anlarsınız ancak zamanın ve yaşamanın ne denli kıymetli olduğunu.  Hele bir de hayal ettiğiniz, belki çocukluktan beri düşlerini kurduğunuz o yaşamdan çok uzaklardaysanız; vay halinize. İşte o zaman o kaybolan yıllar içinizi daha bir acıtır. Teninizi kızgın demirle dağlasalar duyacağınız o acıyı siz kalbinizde yaşarsınız kendi kendinize. Sorarsınız yalnız gecelerinizde neden diye; sorarsınız da ne cevap vereniniz olur, ne de sizi o yıllara geri döndüreniniz.

Oysa ki umutlarınız öylesine masum, öylesine erişilebilir şeylerdi ki…

Ama yok, hayat işte. Olmayınca olmuyor. Şans yüzünüze gülmediyse ya da elinizdeki fırsatları o deli çağlarınızda bir kenara ittiyseniz farkına varmadan; yılların suçu ne?

Zaman kimine göre öyle yavaş, kimine göre atlı sırtında dolu dizgin…
Geçip gidiyor gözlerimizin yaşına bakmadan.

Kaybolan yıllara ise neler neler yükleniyor her defasında. Kimimiz okuyamamanın ezikliğinden dem vuruyor; kimimiz önümüze çıkan onlarca fırsatı değerlendiremediklerimizden; kimimiz ise gurura yenik düşüp aşkımızın peşinde koşmamaktan. Bir kısmımız keşkelerininin bedelini anne babaya dargınlığı ile ödüyor; bir kısmımız öfkesine yenik düşüp kırdığı, paramparça ettiği ailesinin ardından çektiği vicdan azabıyla. Bir kısmımız sevmeden, aşık olmadan yaptığı evliliğin ceremesini çekiyor hala; bir diğeri gururu nedeniyle kaybettiği aşkının hala yüreğini yakan hasretini özlerken yalnızlığına ağlıyor.

Öyle çok ki örnekler…

Her bir kalp bir başka özlemde…

Pek çok keşkenin sislendirdiği o kayıp yıllarında…

Ama ne çare?

Geri dönülmez bir yoldayız. Yapılacak olan ise şu anın kıymetini bilmek, şu an sahip olduklarımıza sımsıkı sarılmak ve şükredecek pek çok nimetle hayata gülümsemek.

Belki bir beş, belki bir on yıl sonra, hayat muhasebesini yapmak adına geriye dönüp baktığımızda bu sefer ikinci durakta; keşke dememek adına o gün kaybolacak yıllarına, şimdilerde sahip çıkmak.

Her ne şart altında olursa olsun hayatın yaşanılası değerlerine göz kırpmak.

Sevgiyle kalın, kaybolan yıllarınız olmasın hayatınızda.
Belgin ERYAVUZ

29.04.2012

22 Nisan 2012 Pazar

AŞK OLSUN AŞKKK…

‘’Aşk bir sızma halidir.’’ demişti çok yakın zamanda kaybettiğimiz ve kalemini de yüreğini de sevdiğim sanatçı Meral Okay.

Ne güzel bir cümle aşkı tarif eden…

Aslında aşkın öyle çok tarifi var ki, herkes kendi yaşadığını kendince anlatıyor; belki de ondan. Belki de aşk yüreklere kondu mu ve an be an tüm duyguları ele geçirdi mi; artık yapabilecek bir şey kalmıyor tariflemekten başka.

Sızmak… belli, belirsiz, fark ettirmeden o alanı ele geçirme hali. İşte aşk da kalbimize aşk meleği erosun okuyla gelip yerleşti mi, siz fark edinceye kadar olanlar oluyor. İsteseniz de istemeseniz de aşk sizi esir alıyor bir şekilde.

Kime, neden, nasıl, niçin bilemeden...

Aşık olmak dünyada yaşanabilecek en naif duygu bana göre. Her haliyle yaşamak, damarlarında, ruhunda, kalbinde, tüm bedeninde hissetmek de çok özel. Sonu nasıl biterse bitsin, süresi uzun ya da kısa sürsün hiç fark etmez. Aşk olsun yeter ki gönüllerde. O aşkla her şey öyle güzel görünür ki gözlere. Daha önce baktığınız ama görmediğiniz pek çok detay gözünüze çarpar aniden. Ve hepsi ne hikmetse güzeldir. Kötü, çirkin yoktur aşkın ruh halinde. Sadece ve sadece güzellikler vardır.

Mavi pembe bulutlarda gezinmek, en olmadık yerlerde en olmadık şeylere tebessümle bakmak, çoğu kez aklı başında olmama halidir aşk. Bir nevi içmeden sarhoş olmaktır. Gerektiğinde delilikler yapmak, çocukça hareketlerde bulunmak; ama her duruma ve şarta sevgiyle bakmaktır.

Aşk gözleri kör olmaktır, köprüleri bir an bile düşünmeden yıkmaya cesaret göstermektir. Aşk insanın en bencil halidir. İç sesinizin adeta haykırdığı, bağırarak şarkılar söylediği; tüm çılgınlıkların alabildiğine yaşandığı bir güzelliktir.

Aşk başın delice döndüğü, kalbin hızlıca çarptığı, serseri ruhumuzun yaşam kıyısındaki muzur çocuk yanımızdır.

Aşk yaşayanın gün gelip yaka silktiği, yaşayamayanın ise yaşamak için ömrünü adayacağı bir gizemli duygu halidir. Aşk hayata beraber tutunmaktır. Açık denizlerde pupa yelken yol alırken ellerin birbirine sımsıkı kenetlenmesidir.

Aşk mantığın devre dışı kaldığı, soruların hep yanıtsız bırakıldığı; göğüs gerilecek tüm zorluklara rağmen vazgeçilemeyendir.

Aşk, hayatın tadı tuzudur. Yaşamımızın rengarenk gökkuşağıdır. O denli albeniyle sarar içimizi, o denli titretir yüreğimizi.

Aşksız yaşamak ve bir ömrü bitirmek mi, yoksa en azından bir kere aşık olup o gökkuşağının sarmalına dalmak mı?

‘’Eğer hayatta aşk yoksa hiçbir şey yoktur.’’ diyordu Perfect Sense filmindeki özel bir kare. Ne kadar da doğru. Her şart ve durum altında elbette aşk yaşanmalı.

Tıpkı şiirleriyle yazılarıma renk kattığına inandığım, yüreği güzel insan Ersin Ay’ın dizelerinde söylediği gibi ruhta, yürekte, hatta tende, kısacası tüm bedende hissederek;

‘’Yağmurda şemsiyeni açma sevgilim.
  Yağmur diye yağan benim.
  Bırak, bir kez olsun tenini hissedeyim.’’

Sonucunda ayrılık, hüzün, gözyaşı olsa; o muhteşem aşk ritminde kısacık bir AN için kalınsa bile. AŞK HERŞEYE DEĞER…

Sevgiyle AŞKla kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.04.2012


NOT:bu yazımda fotoğraf aşığı  Cüneyt Çetiner'in de bir resmini kullandım, kendisine paylaşımı için teşekkür ediyorum.

16 Nisan 2012 Pazartesi

TUTSAK RUHLAR



Özgürlük ne kadar güzeldir. Hem de her anlamda. Özgür olunca insanın yaşama bağlılığı, hayal kurması, kurduğu hayalleri yaşatması ve hayattan zevk alması daha bir lezzetli olur.

Ülkeler bile özgürlükleri uğruna yıllarca savaşmıyor mu? Ama nedense insanlar bireysel özgürlükleri söz konusu olunca; kendi ruhlarının özgür olması adına aynı direnmeyi gösteremiyorlar bazen.

Hemen her kesimden ve her yaş grubundan toplumun tüm bireyleri için gerekli, ruhlarının özgür olması. Çocuklukta kendini ifade etmeye başladığı anlardan itibaren başlayan; genç yaşlarda, ergenlikte, delikanlılıkta doruğa ulaşan özgür olma isteği evliliklerde ve hatta olgun yaşlarda iyice kapana kısılan, eli kolu bağlı tutsak ruhlar haline gelebiliyor maalesef.

Baskıcı anne babaların, aşırı disiplin uygulayarak çocuklarını daha iyi yetiştireceklerini zanneden ebeveynlerin, o müthiş yanılgısı…

Sınırları aileleri tarafından çizilen ve o sınırların dışına çıktığında sert uyarılarla karşılaşan ve adeta hayata küsen pek çok genç var çevremizde. Farkında olduğumuz ya da hiç umursamadığımız…

Giderek kör kuyunun en diplerine çekilen, hayattan zerre kadar zevk almadan yaşayan, mutsuz gencecik bireyler onlar. Yarınlarımız… Çoğu hayata küskün. Çünkü ruhları tutsak edilmiş bir şekilde; adeta görünmez bağlarla bağlanmış sağa sola. Koparıp atmaları, özgür ruhları ile hayata kendi istedikleri gibi karışmaları yasak. Çaresizler, suskunlar. Her şeyden önemlisi kendilerini anlayacak, dinleyecek, yol gösterecek güvenlerini tazeleyecek kimseleri yok. Yalnızlar, hiç olmadıkları kadar yalnız hem de.

Bu baskı ve kısıtlamalar ileriki yıllarda bu kez de mutlulukla aşkla başlayan evliliklerde karşımıza çıkıyor. Sevgiler bahane edilerek, en çok sevilenler altın kafeslerde bir ömür boyu yaşamaya zorlanıyor. Kendi istekleri, hayalleri, arzuları yok sayılarak.

Oysa ki insan ruhu ele avuca sığmaz ve sadece kişinin kendi yönlendirmesi ile en güzel şeklini alır. Onu dar kalıplara sokup, istemediği biçimler verilmeye çalışılırsa isyan eder. Ve bu isyan hem kendine hem de etrafındakilere mutsuzluktan başka bir şey getirmez.

Bir süre sonra tutsak ruhlarda yaralanmalar başlar ve içten içe kanar. Tıpkı altın kafesinden çıkmak isteyip her defasında kanatlarını kafesin tellerine çarpan kuş misali. 
Kanatları kırılıp bir daha hiç uçamayacağını bildiği halde; uçma isteği o denli yoğun, özgürlüğün susamışlığı o denli fazladır ki; bedeninin yara alacağını bile bile denemekten vazgeçmez.

Ruhunuz özgürse daha güzel düşünür, çevrenize daha geniş perspektiften bakar ve ayaklarınızın üzerine daha sağlam basarsınız. Yaptıklarınız yanlış dahi olsa, uğradığınız hayal kırıklıklarında pes etmek yerine hemen doğrulur ve bir başka hayalle koşmaya başlarsınız. Çünkü önünüz açıktır ve limitler sizin elinizdedir.

Tabii burada sözünü ettiğim ruh özgürlüğünün çok hassas bir çizgisi var. Bir başkasının sınırlarına girmediği gibi; aileyi, eşi, sevgiliyi hiçe sayma hali değil. Sadece kendi ruhunun o naif dalgalanışına yön verme biçimi.

Özgürlük gökyüzündeki o pembe mavi bulutlarda uçarken aşağıya gülümsemek; herkesi gördüğü, duyduğu halde sadece kendi iç sesine yönelmek ve yaşamı doyasıya içmektir. Her yudumdan ayrı bir zevk alarak, lezzetinin farkına  vararak. Kısacası özgür ruha sahip olmak demek yaşamın ta kendisidir.

Birisini çok seviyorsanız ona yapabileceğiniz en büyük iyilik ve sevgi gösterisi onun ruhunu özgür bırakmaktır. Ana babaysanız çocuklarınızı eğitirken; eş ya da sevgiliyseniz o en çok sevdiklerinizle hayatı paylaşırken buna dikkat edin lütfen. 

Unutmayın ki, siz sevdiklerinizi ne kadar özgür bırakır, ruhlarının kendi istedikleri gibi şekillenmesine izin verirseniz o ölçüde sevilir ve hiç unutulmazsınız. Sevginin can alıcı noktası, naifliği de bu değil midir zaten.

Sevmek ama severken ruhları tutsak etmemek, canlarını acıtmamak, kısacası kıyamamak…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

15.04.2012



11 Nisan 2012 Çarşamba

BAHAR AŞK VE UMUT KOKAR…



Bahar aşktır, umuttur, filizdir, rengarenk çiçeklerdir, renktir, gök kuşağıdır, sevinçtir, çoşkudur, kıpır kıpır olmaktır, yeniden doğuştur, uyanıştır, yaşanılası en güzel mevsimdir, anları her dem taze güzelliklerdir…Bahar her sene yeniden doğmaktır...

Baharın gelişini izlemek ne kadar da keyifli. Sabahları gökyüzünün birbirinden değişik renkleri, güneşin zaman zaman bulutlarla yaptığı oyunlar, nazlı bir gelin edasıyla ağır ağır doğuşu, havanın o tertemiz kokusu hepsi ayrı bir lezzette. Artık sabahlarımız daha farklı ışıldıyor, bu ışıltının etrafımıza yaydığı enerji ise hepimiz tarafından bir başka hissediliyor.
Başımızı nereye çevirirsek orada bir kıpırtının, tazeliğin tınıları fark ediliyor. Tıpkı bir melodi, bir şiir dizesi tadında; ahenkle dans ediyor her anında. Bakıyorsunuz bir ağaç yemyeşil olmuş, yaprakları ışıl ışıl parlıyor yeşilin en güzel tonlarında. Bir başkası yapraklarının yanında öyle güzel çiçekler vermiş ki, beyazdan pembeye en göz alıcı tonlarıyla gözümüzü adeta okşuyor. Bazıları ise belli ki bekliyor bir şeyleri, vakti geldiğinde çoşacağının sinyallerini vermeyi vaat ediyor güçlü gövdesiyle ve dikkatli gözlerin seçeceği minicik yeşil filizleri ile.

Sahillerdeki martılar, güvercinler, hatta kargalar doyma telaşında, hepsi kıyılardan ağaç dallarına, kumlardan tekrar denize kanat çırpıyor masmavi gökyüzünde beyaz, gri, siyah görüntülerle. Bir ressamın tuvaline yaptığı fırça darbeleri misali.


Deniz bile daha sakin artık. Sahili dövmekten, hırçın dalgalarıyla kabarıp çoşmaktan yorulmuş sanki. Usul usul gidip geliyor nazlı bir gelin edasıyla. Kışın yaptıklarından özür diler gibi sahile sarılıyor.

Kışın soğuk, kasvetli havalarından; üşümekten yorulan bedenler, buldukları azıcık güneşle doğaya koşma peşinde. Doğanın o muhteşem uyanışına eşlik etmek istercesine çoşkulu.

Kışın kapanan gönüller, yeni aşklara sevdalara yelken açmak için sabırsızlanıyor adeta. Doğanın gizemli uyanışına kalbindeki kapıları ardına kadar açarak eşlik etmek, aşkın en tarifsiz duygularında sarhoş olmak istiyor. ‘’Ben her bahar aşık olurum’’ demiyor mu o güzel şarkı. Tüm boş kalpleri tutkulu bir aşka çağırmıyor mu?

Bahar ayları güzeldir. Her biri bir diğerinden farklı, ama bir o kadar da albenili. İçinde öyle büyük umut duygusu vardır ki, bu duygu ile yaşama sımsıkı sarılmamanız nerdeyse imkansızdır. Doğanın muhteşem uyanışına bizzat tanık olmak da cabası.

Gökyüzündeki masmavi renge eşlik eden pembe beyaz bulutlarıyla, bazen nazlı bazen ısrarcı güneşiyle, tazelik kokan yemyeşil doğası ve rengarenk çiçekleriyle insana yaşama sevinci verir.
Hiç sebepsiz tebessüm ettirir. İçimizdeki tüm güzel duyguları harekete geçirir, kıpır kıpır yapar. Yeni hayaller kurdurur, eski hayallerimize daha sıkı sarılmamızı sağlar. İçimizdeki o çocuk sevincini öyle bir uyandırır ki, umutlarımız peşimizden renkli balonlarla beraber koşar.


Yüreğindeki duygu dolu dizelerini sevdiğim Sevgili Ersin Ay’ın umuda dair güzel şiirinden küçük bir bölüme gelin kulak verelim.

‘’Yarına dair her şeyin güzel olacağını düşünürsün,
  Olmayacağını bile bile,
  Ama yitirmezsin içindeki umudu.
  Bazen sadece ummaktır hayat! ‘’

Evet bazen sadece ummaktır hayat ve her bahar mevsimi umutlarımızın sulanıp yeşillendiği, mis gibi çiçekler açarak gönlümüzü şenlendirdiği zamanlardır. Yaşanılası her anı ile özel olan. Güzellikleri görüp detayların gizemini çözmek, o gizeme tebessümle sarılmak sizin elinizde. Kaçırmayın yeter, yüreğinizi açık tutmayı da unutmayın, hangi yaşta olursanız olun. 



Bahar her sene nasıl sil baştan yapıp yeniden doğarsa; siz de her an hayatınıza yepyeni bir güzellik ve anlam katabilirsiniz, bu belki gelip geçici bir aşk, belki de koyu bir sevda olur yüreklerde iz bırakan...

Sevgiyle, aşkla ve umutla kalın.
Belgin ERYAVUZ

29.03.2012
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...