Uzmanlar yaşamın temel
kuralının denge olduğunu savunuyor. Bu dinamik dengede birbirinin karşıtı olan
pek çok düşünce ve değer var. Hepsi birbirini etkiliyor. Bu ise hayatın
şekillenmesini sağlıyor. İşte doğru ve yanlış da bunlarda bir tanesi sadece.
Tıpkı sevgi ile nefret, güzel ile çirkin, güçlü ile güçsüz gibi… Asıl olan
hayatın bu dinamik çeşitliliği ve döngüsü içinde; kendi içimizdeki dengeyi koruyabilmek.
Pekiyi bu dengeyi
korumak kolay mı? Değil. Çünkü böyle bir dengeden haberdar olmak başka, hayatın
zıt değerlerinin dengesini kendi içimizdeki dengeyle korumak başka. Şöyle bir
düşünelim kendi hayatımızda bile ne çok yanlış yaptığımızı. Çünkü yapımız
gereği çoğumuz zıtlıkları yaşamadan, onlarla yeri gelip mücadele etmeden
doğrusunu bulamıyoruz. Farkındalığımız yeterli olmadığı, gönül gözümüzle
bakmayı yeterinde bilemediğimiz, empatiden yoksun olduğumuz için. Mutlaka
kendimiz yaşayacak, ders alacak ve sonra doğrusu buymuş diyeceğiz. Yani tecrübe
hanemize bir çentik daha atacağız.
Ünlü filozoflar yaşamın
tanımını yaparken de bu dengeden bahsediyorlar. Şöyle ki;
“Yaşam iç ilişkilerin dış ilişkilere, yani iç
dünyamızın dış dünyamıza devamlı uyum sağlama çabası içinde geçen bir zaman
sürecidir”.
Bir anlamda uçlarda
değil, aşırı sınırlarda değil; bunların farkında olarak kendimizi mutlu edecek
orta dengeyi uyumu yakalamak.
Satırlara sığdırıldığı
kadar kolay değil biliyorum. Özellikle bazı insanlar için. Onların tüm hayatı
hep aşırı uç noktalarda geçer. Aşık olduğunda gözü dünyada hiçbir şeyi görmez
adeta her şeyi unutur. Çok da mutludur. Ancak iş ayrılığa geldiğinde o
sınırlardaki hayatından vaz geçmeyi düşünecek kadar üzgün ve gözü karadır.
Anlatmak istediğim aşırılıklar bunlar aslında.
Çok mükemmel olmaya çalışmanın,
özellikle de kendimiz için değil başkaları için sürekli fedakarlık yapmanın
bize bir faydası yok. Zaman içinde kendimizi yıpratmaktan başka bir işe
yaramıyor. Kendi adımıza çizdiğimiz çizgilerde dahi birazcık esneklik payı
olmalı diye düşünüyorum ben. Çok kuralcı, çok prensipli, belirli sınır
çizgileri içinde yaşamak yoruyor insanı. Hayatı fark edemeden ömür
tüketiyorsunuz sadece. Varsın arada yanlışlar da olsun. Varsın içinizdeki o
çocuk heyecanına yenik düşüp; arada sırada da onun sesini dinleyin ve
çılgınlıklar yapın. Göreceksiniz ki mutlu olduğunuz Anlar daha çoğalacak.
Keşke’ leriniz azalacak.
Hepimiz doğru ve yanlış kurallarını
kendi mantıksal çerçevemizde değerlendirip ona göre bir hayat tarzına
yöneliyoruz. Ama gün geliyor ki bize yanlış gelen karşımızdakine doğru
gelebiliyor. Ya da kuşak farkı nedeniyle sıkça rastlanan yanlışlar ve doğrular
bir köprüdeki iki inatçı keçi misali kafa kafaya vuruşabiliyor. Eski
zamanlardaki birçok görüşün şimdilerde daha farklı algılandığı ise bir gerçek.
Burada önemli olan ‘mış’ gibi yapmadan yaşamak; ama bunu yaparken de toplumsal
çizginin ana temalarından, naiflikten, edepten, zarafetten, saygıdan, kaliteden
uzaklaşmamak.
Her yeni günle beraber
yepyeni umutlar, heyecanlarla günü karşılıyoruz. Hayatımızı kendi mantığımızdan
geçirdiğimiz doğrularla yaşarken çok büyük hasarlara meydan vermemek asıl olan.
Hatalarımızla barışık olup, her hatamızdan ders almamız önemli ancak; o söz
ettiğimiz uç noktalardan uzak kalmak şartıyla. Geri dönüşü çok zor kulvarlarda;
sınırlarda bile bile dans edeceğimize; heyecanlarımızın da sesini dinleyerek en
güzel hayat dansını zarafetle yapabiliriz. Böylece hem iç dünyamızı hem de dış
dünyamızı uyumla daha ilerilere taşıyabiliriz. Her yeni yolculuktan keyifle
dönebilmek, artılarımıza yeni artılar katmak adına öyle önemli ki bu durum.
Hep dediğimiz gibi yeri
geldiğinde hayatın akışına uyabilmek gerek. SU GİBİ… O zaman mutluluk dolu
anları çoğaltabilir ve keyfine daha çok varabiliriz. Sizler de benim gibi mi
düşünüyorsunuz bilemiyorum; ama doğrular ve yanlışlar arasında akışta olmak en
güzeli bence.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.09.2013
O kadar sorumlulukla nefes almak bazen zor oluyor..
YanıtlaSil