Hangimizin hayatında
endişeler yok ki. Tıpkı korkularımız gibi endişelerimiz de bizimle beraber yol
alıyor yaşam sahnesinde. Hatta bazen replikleri o denli yüksek volümlerde
çıkıyor ki, hayatımızı bir karabasana çevirmesi an meselesi.
Endişe nedir peki? Neden
endişeleniriz durduk yerde? Mutluluğumuzu bile gölgelemesine izin veririz
farkında olmasak da. Hani kahkaha atarken bile deriz ya ’’aman çok gülmeyeyim
arkasından ağlarım’’ diye. Bu bile en basit endişe göstergemiz değil mi sizce
de?
Endişe kelime anlamıyla
tasa, kaygı olarak karşılığını buluyor. Zihnimizde dolaşan ve bizi huzursuz
eden bir tür korku aslında. Bize hiçbir yararı olmadığının bilincinde olduğumuz
halde; endişe bulutları içimizdeyken hayatla aramızdaki o pamuk ipliği iyice
inceliyor. Uzmanlar aslında endişenin normal bir reaksiyon olduğunu; kendimizi tehdit altında hissettiğimiz durumlarda ortaya
çıktığını ve hatta bizleri koruyup motive ettiğini belirtiyor. Ama her şey gibi
dozunda olursa elbette. Yoksa bir anda öyle büyüyor ki; hayata karşı duruşumuz
bile farklılaşmaya başlıyor. Kendimizi yorgun, bezgin, bıkkın hissediyoruz.
Uykularımız kaçıyor. Hayatın tadı tuzu kalmıyor kısacası.
Endişe deyip geçmemek
gerek aslında. Çünkü uzmanlar endişe rahatsızlıklarının her 20 kişiden birini
etkilediğini belirtiyor. Kadınlarda ortaya çıkma olasılığı erkeklere oranla
daha fazla. Görünürde bir neden olmadan birdenbire ortaya çıkan endişe
rahatsızlığı; eğer zamanında tedavi edilmezse yaşam kalitemizi düşürüyor. Pek
çok sıkıntıya da neden olabiliyor. Bu nedenle bilgilenelim ve ‘nasıl uzak
kalırız?’ bunun üzerine daha fazla kafa yoralım istiyorum.
Güzel bir yaşam için ANlar
diyoruz, BUGÜN önemli diyoruz ya. Aslında bu o kadar doğru ki. Şu ANda
attığımız adımdan sorumluyuz. Henüz yarın olmadı. Bizler şimdiden bir sonraki
adımı düşünecek olursak; şu anda attığımız adımın keyfine ve farkına
varamıyoruz. Neden? Çünkü henüz ayağımız daha adımını tamamlayamadan;
düşüncelerimiz çoktan yarının negatifliği üzerine kuruldu bile. Ne bu andan
keyif aldık, ne de yarına güzel bir yatırım yapabildik. Düşünsenize; sadece
yarının endişesi yüzünden; belki de bugünkü adımda bile yanlışlar yaptık. Belki
de hiç adım atamadık. Çünkü biz beden olarak bugünde iken düşünce olarak yarına çoktan gittik
bile.
Bu arada negatif
hayallerimiz endişelerimizi körüklüyor. Ve bir süre sonra buna öyle inanıyoruz
ki; başımızı yaşam sahnesinden uzatıp etrafımıza bakmaya cesaret edemiyoruz
kolay kolay. Oysa ki , uzmanlar böylesi kaygı ve endişe dolu anlarımızı öncelikle
fark etmemizi ve kendimize şu soruyu sormamızı öneriyor.
“Bunun olma ihtimali
ne?”
Eğer bu soruya gerçekçi cevap
verebilirsek ve kendimize dışardan bakıp, objektif olarak gözlemleyebilirsek; endişelerle
baş etmeyi öğrenebiliyoruz. Çünkü endişe denilen şey aslında gerçekleşmemiş bir
düşünce. Ve belki de hiç gerçekleşmeyecek olan.
Peki endişelerimizin
hepsi mi negatif, verimsiz ve bizim hayata karşı direncimizi kırar vaziyette?
İlk başta bu soruya ben de hemen ‘evet’ diyenlerdendim; ama araştırınca
endişelerimizin verimli de olabileceğini öğrendim. Üstelik bizim hayatta
kalmamızı sağlayan endişeler bunlar. Neler mi? Sağlığımızla ilgili
endişelerimiz varsa hayatımıza sporu sokmak, uyku ve yeme düzenimize dikkat
etmek; varsa zararlı alışkanlıklarımızı bırakmak bu örneklerden sadece bir
tanesi. Ancak burada bile aşırıya kaçmamak önemli. Sağlığımız için dahi olsa
çok fazla endişelenmek, aklımızda olmayan negatif pek çok düşünceyi getirir ki
bu da bizi giderek daha fazla yorar.
Bu aşamada ilk iş endişe
anını fark edebilmek ve o anda endişelerimizin bizi nereye sürüklediğine dikkat
etmek. Yani endişelerimizin verimli mi yoksa verimsiz mi olduğunu bulmak. Kendi
içimizde endişemizi irdelemek. Bizi ne tarafa doğru sürüklediğini görmek. Bize
yararlı mı zararlı mı olacağını kestirmek.
Bunun için yaşadıklarımız
ve edindiğimiz tecrübeler bize yol gösterecek. Ve ilk adımı onların ışığında
atacağız. Ancak verdiğimiz kararın ve o ilk adımın; önümüzde beliren
olasılıklarla dengede kalmadığını gördüğümüz anda; endişe, şüphe kaygı kendini
göstermeye başlıyor maalesef. Daha ilk adımda ayağımız titremeye başlıyor. İçimizi
bir kararsızlık duygusu kaplıyor. Ve eyvah endişeler belirdi bile. Peki ne yapacağız?
İşte
o anlarda düşüncelerimizi, kendimize bakış açımızı değiştirip daha farklı
noktalardan proaktif düşünerek; yeni bir adım atmaya çalışacağız. Çünkü
endişelerle kaplı ruhumuzla verdiğimiz kararın arkasında sağlam durmak bizi
zorlayacak, zorlandıkça attığımız adımların rotaları şaşabilecek.
Şimdi
tüm bu verimsiz endişelerden kurtulmak adına önerilen bir yöntemden bahsetme
zamanı.
Ama
önce ünlü Amerikalı fizikçi Melwin SCHAWARTZ’dan ‘’Kendinize İNANIN , güzel
şeyler olmaya başlar.’’ sözünü içimize sindirelim.
Ve
yöntemi biraz aralayalım, bakalım neler gösterecek bizlere.
Dünyanın
bu en etkili kişisel gelişim metodunun ismi
‘Sedona Yöntemi.’ Hızlı, kolay ve güçlü. Son 35 yıldır tüm dünyada kullanılıyor.
Ve bu yöntemi bir yaşam biçimi haline getirdiğimizde, sorunlarımızdan kurtulmamız
daha da kolaylaşıyor. Hayaller, hedefler daha ulaşılabilir oluyor. Bu yöntemi
keşfeden kişi, aynı zamanda ‘Sedona Yöntemi ile Serbest Bırakmanın Gücü’ isimli
kitabın da yazarı Hale Dwoskin.
İnsanların
daha sağlıklı, mutlu ve başarılı olmalarını sağlayan bu yöntem hakkında
bilgilendikçe ilgimi daha çok çekti. Canımızı acıtan olumsuz duygulardan
kurtulmayı hangimiz istemiyoruz ki? Bunun için denemek, çalışmak, paylaşmak ve
gayret etmek gerek biliyorum. Başlayalım mı?
Sedona
Yöntemi, serbest bırakmayla ilgili. Hepimizin doğasında bulunan ancak bilinçli
olarak ve sürekli kullanmayı bilmediğimiz bir yöntem aslında. Ancak faydaları
hem bedensel hem de ruhsal sağlığımız adına mucizevi etkiler yapıyor.
Enerjimizi artırıyor. Kendimizi bir kuş kadar hafif ve özgür hissetmemizi,
stresten tamamen kurtulmamızı sağlıyor. Tüm kötü alışkanlıklarımızı terk
etmemize vesile oluyor. Kısacası var olan ve bizi çember kıskacında tutan
davranış kalıplarımızı değiştirebilmemize olanak tanıyor. Korku ve endişelerden
uzak tutuyor. Yaşama daha sıkı sarılmamızı, hayatı sevmemizi kolaylaştırıyor.
Daha ne olsun?
Üstelik
kuralları son derece basit. Ama önce serbest bırakabilmeyi beynimizin
kıvrımlarına iyice nakşetmemiz lazım. Çünkü olumsuz duygularımızı serbest
bırakmak, olumlu düşünmeye çalışmaktan çok daha etkili. Böyle söylüyor
uzmanlar. Bizler ne kadar çok olumsuz duygudan kurtulup, olumluya odaklanırsak o
kadar mutlu oluyoruz. Neden mi? Çünkü olumlu düşünceler hayatımıza daha çok
olumlu düşünceyi çekiyor da ondan. Ancak bunun için bilinçaltımızın boş olması
ve kontrolün tamamen bizim elimizde olması şart. Ve bu yöntem sayesinde bir süre sonra, hayatın
doğal akışında daha çok olumlu düşündüğümüzün farkına varıyoruz. Masal tadında
adeta, ama gerçek. Bunu beraberce yapabiliriz. Ne dersiniz? Ancak yolumuz biraz
uzun ve henüz ilk adımı atmadık bile. (devamı ve daha fazlası 2. Bölümde)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
19.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder