İşte bu yazımla, İstanbul'un
güneyine Marmara Denizine doğru mavi bir yolculuk yapıp; Prens Adalarına doğru gidelim
istiyorum. ‘İstanbul Adaları’ ya da ‘Kızıl Adalar’ da denen bu güzel adalar
topluluğu toplam 9 ada ve 2 kayalıktan oluşuyor. Ancak sadece 5 tanesinde
yerleşim var. Batıdan doğuya sırasıyla Kınalıada,
Burgaz Adası, Heybeliada, Büyükada ve Sedef Adası. Her biri bir diğerinden farklı
ve güzel. Ama ben bu yazımda sizleri diğer
adalara göre, daha sessiz, daha sakin olan; huzuru buram buram koklayacağımız Burgazada’ya
davet ediyorum. Neden mi Burgazada? Diğer adalara oranla daha az tercih
edildiği bir gerçek olsa da; yazımı okuyunca bana hak vereceksiniz, inanın
bana.
Maviliğin ortasında
süzülen bir kuğu misali yol alırken vapur; çıkardığı beyaz köpüklerle, o
turkuaza dönüşen rengine ve hemen yanında eşlik eden martılara bakınca… İnsan
nasıl güzel bir ülkede yaşadığının daha da iyi farkına varıyor. Şükran duygusu
tebessümlerine eşlik ediyor ve kucaklamak istiyor her bir karış toprağını
sevgiyle. Şanslıyız böyle bir ülkede yaşadığımız için, hem de çok şanslı.
Bir saati aşan bir süre
boyunca o doyumsuz yolculuğun keyfine varıyorsunuz; yudum yudum çay içer gibi.
Derken uzaktan baktığınız adalarla buluşma vaktiniz geliyor.
Denizi çok
sevdiğimden mi bilmem; adalar bana hep çok çekici gelmiştir. Suyun ortasında
kendi halinde bir yaşam. Araba yok, ses yok, doğa ile baş başa olmanın keyfi.
Belki de tüm bunlara duyulan özlem insanları adalara sevdalı yapıyor
bilemiyorum. Ama adanın keyfine varan, o tadı alan bir daha kolay kolay
bırakamaz gibime geliyor. Sakin ve asude bir yaşam var buralarda. Kedi, köpek,
kuş sesi duyuluyor yalnızca. Biraz da rüzgar, at nalı ve bisiklet tekerliği
sesi. İnanması çok zor olsa da yürüyen insanların adım seslerini duyduklarını söylüyor
adanın yaşayanları. İstanbul’un suç oranı en düşük bölgelerinin başında gelmesi
ise öyle güzel ki.
Her mevsimin tadı ayrı
adalar söz konusu olduğunda. İlkbaharda açan rengarenk çiçekler (erguvan,
yasemin, mimoza, hanımeli) hem görüntüleri hem de kokularıyla başınızı
döndürecek kadar cazibeli. Martıların kargalarla atışmaları, doğal ortamın bir
göz kırpması gibi adeta. Ağustos ayının sonuna doğru, güneye göç eden
leylekleri ve göçmen kuşları izlemek ise sonbaharın hüznünü serpiyor gibi kalplerinize.
Belki ayrılığı, belki de vedayı anımsattıkları için.
Burgazada mavilerin
içinde bir kale. Minicik endamı ile tarihin tozlu sayfalarından günümüze uzanan
bir kum tanesi misali… Evet vapurdan iskeleye adım atar atmaz, o serin ada
havası deniz kokusuyla burnunuzu şenlendirmeye başlar. ‘’O anda yapılacak en
güzel hareket bir iki dakika için gözlerinizi kapatıp; dünyanın sesini ya da
sessizliğini dinlemektir.’’ diyor adalılar. Gerçekten de doyumsuz bir huzur
dalgasıyla sarılmaya başladınız bile. Sonra gözlerinizi açın ve hayata
gülümseyerek bakın.
Sevgiyle kucaklayacağınız pek çok güzellik işte karşınızda
sizi bekliyor. İster yürüyün, ister bisiklete, isterseniz adanın en büyük keyfi
olan faytonlara binin. Hiç fark etmez; artık adanın büyüsüne kapıldınız ve
şimdi bunun tadını çıkarma vakti.
Her bir noktada
manzaranın tarihe, tarihin manzaraya nasıl eşlik ettiğine birlikte şahit
olabilmek için; benimle keyifli bir ada turu yapmaya hazır mısınız?
Eni boyu yaklaşık 2 km.
civarında yuvarlak derli toplu bir ada Burgazada. İsminin anlamı ise kale ya da
küçük kent demek. Yani ismiyle de tam bir uyum içinde. En yüksek tepesi 170 m
yüksekliği ile Bayrak(Hristos) tepesi. Buradan masmavi deniz manzarası öyle
güzel ki. Görmek lazım. Kelimeler yetersiz kalıyor o albeniyi anlatmak için. Ağaçlarla
kaplı Heybeliada ile Kaşıkadasını buradan izlemenin keyfi bambaşka. Yenilenen
çam ormanları ve kendine has sahili adanın doğal güzelliğine güzellik katıyor.
Mezarlık (Kumbaros) Burnu, Hristos Manastırının ilerisindeki meşhur
Kalpazankaya, adanın görülmesi gereken diğer güzellikleri arasında. Özellikle Kalpazankaya’da
gün batımı muhteşem. Rivayete göre, Türkiye’de ilk kalp paranın basıldığı yer
ve ismini de oradan alıyor.
Burgazada oldukça köklü
bir de tarihe sahip. Tek tük kalmış eski kalıntıları, albenili yalıları, zarif
ahşap köşkleri, daracık sokakları, dimdik yokuşları ve ibadet mekânlarıyla ‘ben
buradayım ve yaşıyorum’ diyor adeta.
Tarihi bilgilerle 867
yılında inşa edildiği tahmin edilen, son şeklini 1896 yılında alan Aya Yani
Kilisesi geçmişten günümüze gelen en önemli yapıtlardan bir tanesi. Özelliği
tam altında bir zindanın olması. 11 basamakla inilen bu zindanda yedi yıl hapsedilen
Methodius isimli bir papaz; burada tam yedi yıl hapsedilmiş. Ancak rivayetlere
göre, yıllar sonra aynı kiliseye papaz olarak tayin edilmiş. Kaderin garip
cilvesi olsa gerek, çünkü bazen bazı şeylerin neden olduğunu kestirmek öyle zor
ki.
Diğer tarihi yapıları
arasında Hristos Manastırı, Avusturya Saint Georges Hastanesi geliyor. Ayios
Loanis isimli meşhur ayazmasını (pınarını) görmeden gitmek olmaz. Adanın tek
camisi, İstanbul’un fethinin 500. yılı anısına, 1953 yılında yaptırılan
Burgazada Cami.
Aynı zamanda bir İLKler
adası adeta. 1928 yılında kurulan Burgazada Sanatoryumu İstanbul’un ilk
senatoryumu olma özelliği taşırken; Türkiye’nin ilk özel hayvanat bahçesi yine
burada kurulmuş. İşte ‘neden Burgazada’ sorusuna verilecek cevaplarım. Ama hepsi
bu kadar değil. (devamı 2/2 ‘ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
01.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder