14 Ocak 2012 Cumartesi

DUR! DEME ZAMANI GEÇTİ BİLE…


Şiddet, taciz, dayak, işkence, darp ve her türlü işkenceye maruz kalan; dahası canına kıyılan kadınlar, kadınlarımız…

Dünyadaki en değerli hak olan yaşama hakkını onların elinden alıp gururuna ve kıskançlığına yenik düşen erkekler…

Bir zamanlar sevdiği, belki de aşık olup evlendiği, uğruna pek çok şeyi göze aldığı kadınını, çocuklarının anasını öldürecek kadar gözü dönebilen eşler…

Tüm bu karmaşanın en orta yerindeki sessiz seyirciler ;  bir şekilde anasız, babasız kalan yetimler…

Bu nasıl acı bir tablodur ki, bir ucu mutlaka birilerine dokunur ve dokunduğu yeri anında yakar. Bu nasıl acı bir tablodur ki, her duyanın içini sızlatır, yüreğini parça parça eder. Ve bu tabloda her defasında bir kadının hayatı harcanır, gözler önünde yok olur gider.

Bir canlının hayatına kast etmeyi  açıklayacak kelime bulmakta  zorlanıyor insan. Sebepleri  öyle önemsiz kalıyor ki her defasında. Çünkü hiçbir sebebin  bir canı yok etmeye değmeyeceği  gün gibi ortada. Kaldı ki, kadınlarımız çoğu yerde hiç sebepsiz yere dövülüyor, işkence görüyor, tacize uğruyor ve öldürülüyor. Pek çok erkek dışarıda, belki iş yerinde, belki yolda  birilerine, bir şeylere kızıyor ve akşam eve döndüğünde hırsını karısından ve hatta çocuklarından çıkarıyor. Bir iki dakika durup düşünmeden etrafındaki her söze, her yalana inanıyor. Doluyor, dolduruşa geliyor her ne derseniz deyin ama o söylenenleri bir an olsun düşünmüyor. Sebeplerini, nedenlerini, niçinlerini arama zahmetine dahi katlanmıyor. Ve olanca hırsıyla, öfkesiyle eşine, çocuklarına, ailesine hayatı çekilmez hale getiriyor. Bağırıyor yetmiyor, dayak atıyor yetmiyor, etrafında ne varsa kırıp geçiriyor yine yetmiyor ve son noktaya geliniyor…

Özellikle son yıllarda  kadın cinayetlerindeki  artış hepimizin dikkatini fazlasıyla çekmeye başladı.  
Her geçen gün haberlerde ya da gazete sütunlarında bir kadının eşi tarafından bıçaklandığını, öldüresiye dövüldüğünü okumuyor muyuz? Elbette içimiz sızlıyor her bir haberde, elbette içimizde fırtınalar kopuyor o çaresiz kadınımıza varlığından haberdar olup vaktinde el uzatamadığımız için. Ama tüm bu yapılanlara tam olarak DUR diyecek bir önlemi ivedilikle alamıyoruz nedense.

Oysa ki bir candan bahsediyoruz. Bir hayattan. Hepimiz gibi doğan, binbir zahmetle büyüyen, umutları olan, hayallerini yeşertmek  adına  evlenen ve gencecik yaşlarında bu ağır travmayla ömürlerini geçiren kadınlardan, kadınlarımızdan…

Onların da duyguları var, onların da ruhları  var. Bir oyuncak, bir mal, oradan oraya atılıp sürüklenen bir eşya değiller ki… zaman zaman unutsak da onlarında annesi, babası, kardeşleri, akrabaları ve sevenleri var. Onlar da bir can taşıyor; tıpkı sizler gibi, tıpkı bizler gibi, hepimiz gibi.

Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmanın, sağlıklı çocuklar yetiştirip, sağlıklı aile kurmanın ve bunun bir zincir misali devamının tek bir yolu var o da sevgiden geçiyor. Ve bu da önce insanın kendisini sevmesiyle başlıyor; daha sonra da çevresindeki her şeye, kısacası hayata sevgiyle bakmasıyla katmerleniyor.

İnsanları sevmek, onların ilişkilerine saygı duymak yaşadığımız toplumun temel ilkesi olmalı. 
Gerek toplumsal gerekse ikili ilişkilerimizde. Çünkü eğer seviyorsanız, gerçekten yüreğiniz titriyorsa bu sevgiden; karşınızdaki hiçbir canlıya kötülüğünüz dokunmaz, dokunamaz. Sevginiz buna izin vermez. Hele hele sevginizi bir de onun ayrılmaz ikilisi SAYGI ile besliyorsanız; bir adım geride durmayı bilirsiniz. Hareketlerinizde ve konuşmalarınızda, tavır ve davranışlarınızda hep bu sevginin mis gibi kokusuyla, saygının kendine has naifliği okunur. İşte o zaman ne bir başkasına el kalkar, ne dayak atılır, ne darp, ne taciz, ne de öldürme gibi üzücü olaylar yaşanır, yaşatılır.

Kadınlarımızın kadınlığını özgürce hissedebildiği, sevgi ve saygı gördüğü, hak ettikleri mutluluğu yakaladıkları bir dünya yaratabilmek umudumla… Daha duyarlı, daha sevecen olacağımız günlere, hep beraber elele.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

31.12.2011





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...