2 Mart 2019 Cumartesi

BİLİNÇDIŞININ ADALETİ


Bilinçdışının kelime anlamı; bilinçsizce yapılan iş ve etkinliklerin bütünü olarak geçiyor. 

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud tarafından geliştirilmiş.

Ailesinin altın çocuğu olarak sevilen Freud, çalkantılı uzun yaşamında kendi psikolojisini analiz eden ilk kişi olmuş. O güne değin hiç kimsenin cesaret edemediğini yaparak, kendi bilinçaltına yaptığı yolculuklarda kendisini bile şaşırtmış. 
Bunun için dirençlerini kırmış. Kalkanlarını kaldırmış. Kendisiyle bir psikiyatrist olarak yüzleşmiş. Böylece tarihe kendi bilinçaltını yorumlayan ilk kişi olarak imza atmış.

İşte bilinçdışının adaleti yorumu da ona ait.

Bilinç yapısını iki kısımda toplayan Freud; onu okyanustaki bir buz dağına benzetmiş.
Suyun üstünde kalan ve bizler tarafından görünen kısmına bilinç diyoruz.

Kendimizin ve çevremizdekilerin varlığının farkında olmamız; heyecan, düşünme, hissetme gibi duygularımızı sezme halimiz. Tüm ilişkilerimizi ve eylemlerimizi düzenleyip, planlı olarak yürütmemiz onunla mümkün.

Suyun derinlerinde kalan, görünmeyen diğer kısmını ise bilinçdışı (bilinçaltı) olarak tanımlıyoruz. Farkında olmadığımız korkuları,  mantık dışı ve bencilce istekleri, ahlak dışı dürtüleri barındırıyor.

Beynimizin bilinçli alanı sadece %5 kadar. Geri kalan %95’lik alan ise bilinçaltımıza ait.

Düşünsenize hayatımızı etkileyen bilinmezliklerle dolu devasa bir alanla karşı karşıyayız. Üstelik burada bizim sözümüz geçmiyor. Çünkü biliçaltımız değişikliği sevmiyor. Geçmişe meraklı. Geçmiş tüm anılarımızı titizlikle saklıyor. Benzerlerini bir araya topluyor. Her defasında da önümüze sürmekten, bizi kışkırtmaktan geri durmuyor.  

Kısacası yaşam sahnesinde repliğimizi söylemeye çalışırken; sanki görünmez bir el bizi itiyor, ayağımıza çelme atmaya çalışıyor, dikkatimizi dağıtarak söyleyeceklerimizi unutmamıza vesile oluyor. Yani bizi pes ettirmeye çalışıyor. Niyeti kötü değil ama yine de yapmaktan kendini alamıyor.

Unutmayalım ki kendi kendine işleyen, bizlerin haberdar olmadığı bu yapı, bilincimizi de fazlasıyla etkiliyor.

İşte söz konusu olan da onun adaleti. Ama nasıl?

Bu tanımlama ilk kez bir romanda karşıma çıktı. Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘Kral Kaybederse’ isimli romanında. Şaşırdığımı söylemeliyim.

Peki ulaşmakta zorluk çektiğimiz böylesi bir yapının adaletinden söz edebilir miyiz?

Günümüzden uzun yıllar önce; Sigmund Freud bilinçdışı süreçlerin, düşünce ve davranışlarımızı etkilediğinin altını önemle çizer. Hatta bir adım daha ileri giderek bir anlamda kaderimizi yazdığını söyler.

Elbette düşüncelerini kabul edenler olduğu kadar, karşı çıkanlar hatta tezini çürütmeye çalışanlar da olur. Ancak Freud fikrini sonuna kadar savunur.

Freud gibi düşündüğümüzde; ister istemez kader dediğimiz kavramı; dünyaya geldiğimiz günden itibaren yaşadıklarımızla kendimizin şekillendirdiğini söylemek mümkün. Yani ulaşmakta zorluk çektiğimiz bilinçaltımız; beynimizin karanlık bir köşesinde sürekli kayıt tutuyor. Yazdıklarını da sırası geldiğinde önümüze çıkarıyor. Kısacası duygu, düşünce ve davranışlarımızın eseri olarak yaşam sahnesinde rol alıyoruz. Beğensek de beğenmesek de.

Hal böyle olunca, bilinçdışının bilinmesi, tanınması önem kazanıyor. Kazanıyor ki hayatın bizi nereye götüreceğini az ya da çok tahmin edelim. Seçimlerimizi ona göre yapalım.

Bilinçdışının tek adaleti bu bence. Farkındalıkla bize bir şans sunması.

Uygulayanlar şansını zorlayanlar. Kabul etmeyip, bunun yanlış olduğunu savunanlar ise hayat rüzgarına kapılıp gidenler.  

Çünkü hepimiz özgür irade yetisi ile bu dünyaya geliyoruz. Kendi kararlarımızı veriyor, hatalar ve doğrular arasında gidip geliyoruz. Elbette kararlarımızı etkileyen, baskılayan, engel olanlar olacak.

Yaşam sahnesi öyle bir sahne ki; burada kimimiz en şahane dekorların, en gösterişli kıyafetlerin ve en kolay repliklerin sunumunu yaparken; kimimiz yetersiz bir aydınlatma altında, yarı aç yarı tok, titreyerek ya da ter içinde kalmış tek kıyafetimizle en zor repliklerle; var olmaya çalışıyoruz.

Ama mücadele etmek, sabretmek, her acıdan ders çıkarmak, zorluklar karşısında pes etmemek yine de bizim elimizde. Ele aldığımız her işi var gücümüzle yaparsak, üstünlüğün maddiyatta değil iç zenginliğinde ve sevgide güçlendiğini bilirsek; bizi kimse o sahneden indiremez kolay kolay.

Engellere rağmen kendimiz olmanın özgürlüğünü bize sağlayan yegane güç sevgi. 
Yaşamı, elimizdekileri, var olan her şeyi sevmenin sonsuzluğunda o sahnede kendi ışığımızı dahi kendimiz yaratabiliriz diyorum ben. Bilinçltının adalet terazisi de işte o zaman bizden yana ağır basar.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.12.2018

Gülseren Budayıcıoğlu- Kral Kaybederse.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...