‘’Korkunun Son Katresi’’ isimli yazımda, sevdiklerinden uzakta geçirilen zor günlerden ve kavuşma anına yakın zamanlarda ortaya çıkan bir nevi duygu patlamasından söz etmiştim. Tam yazımı sonlandırırken, mutlaka değinilmesi gerektiğini düşündüğüm bir başka korku daha aklıma düştü ki; bu korkunun tarifi yoktu…
Sözünü ettiğim bu korku türü; aile içinde şiddete maruz kalan, dayak yiyen, sözle ve kaba kuvvetle hergün canları acıtılan, duyguları paramparça edilen kişilerin yaşadığı türden korkular.
Toplumdaki pek çok kişinin birebir içinde olduğu bu acımasız olaylarda; eşinden, babasından, abisinden, annesinden veya diğer aile büyüklerinden dayak yiyen, dövülen, cinsel istismara uğrayan eşler, çocuklar ve onların her gün yinelenen korkuları söz konusu.
Korkularımızın bu son katresinde yaşananları dile getirmek, itiraf edip paylaşmak yürek istiyor. Çoğu zaman da suskunluğumuza yenik düşüp kendi içimizdeki o hiç sönmeyen volkanlara dönüşüyor. Çünkü bu tarz korkular öyle uluorta dile getirilecek, herkesle kolayca paylaşılacak türden değiller.
Her gece bir başka kabus olarak karşılarına dikiliyor çoğu insanın. Vakit gündüzden elini eteğini çekip gecenin karanlığına tutsak olduğunda; binlerce çocuk, genç ya da kadın için eziyet saatleri başlıyor. Nefes aldıkları her yeni günü sonlandırdıklarında, ne tür bir sebeple dayak yiyeceklerini düşünen pek çok günahsız insan var çevremizde, yakınımızda. Pek çoğunun dili lal olmuş adeta, karşı koymayı kendilerini korumayı bırakın seslerini bile çıkaramaz olmuşlar. Öyle perişan haldeler, öyle çaresiz ve ağlamaklı. Can tatlıdır hepimiz biliriz biliriz de, başkalarının canı yandığında nedense hep sessiz kalmayı tercih ederiz. Adeta kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör olur da; bazen burnumuzun dibinde yaşanan dramları görmezden geliriz.
Belki bizler evimizin dört duvarında neşe içinde söyleşirken, hemen yan duvarımızda bir kadının çaresizliği yankılanır gecenin kör karanlığında. Yine bir kadın dövülmektedir belki de hiç sebepsiz. Veya hemen karşı köşedeki bir apartmanda yine bir çocuk, hayatı boyunca unutamayacağı bir cinsel istismarın tam kıyısında sallanıp durmaktadır.
Ayakları her akşam geri geri giden ve üvey baba evinin kapısında gözleri hep nemli olan bu genç kızın her gece annesi uyuduktan sonra yaşadığı dram nedir peki? Örnekler o kadar çok ki, hangi birisini saysak bir diğeri alınır misali; hepsinin korkusu sözcüklere sığdırılamayacak kadar büyük ve gerçek. Her gün yenilenen, insanı yaşarken öldüren korkular.
Susanna Tamaro’nun “Sessizlik Bir Erdemdir” kitabında bakın korkunun tarifi nasıl yapılmış. “Boş olan göklerin altındaki toplum sadece görünürde özgür ve güçlüdür. Gerçekte tahta kurtlarının kemirmiş olduğu masif bir ahşap masaya benzer. Onu kemiren tahtakurdunun adı, korkudur. Kaplanlardan kaçmak için metabolizmayı hızlandıran ilkel korkularımız değildir bu; daha aldatıcı ve görünmeyen bir korkudur. Çok uzun süre solunduğunda zehirleyen amyant ya da kurşun gibi bir korkudur.’’
Öyle ki sırf bu korkuyla yaşamak bile insanın canını fazlasıyla yakar. Ağır gelir, dayanılmaz olur, hayatı çekilmez yapar; insanı içten içe zehirler.
Fazla söze gerek yok. Dileyelim ki tüm bu korkular son bulsun ve korkunun son katresinde hissedilenler gibi ağzımızda acı bir tat bırakmasın. Sevgiyle sarmalanıp hayata gülümseyeceğimiz günlere hep beraber.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
21.01.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder