2 Ekim 2017 Pazartesi

ZARAFETLE DANS

İnsanın hayatını yaşarken dikkat ettiği şeyler, onun kim olduğunu ele veriyor aslında.

Gördüğümüz, dokunduğumuz, kokladığımız, hissettiğimiz ve sonunda uyguladığımız değerler; hakkımızda çok şey söylüyor.

Konuşurken ağzımızdan dökülen sözcükler, yazarken bir araya getirdiğimiz cümleler, duygu ve davranışlarımızın aynası adeta. İşte tüm bunların eşliğinde; hayat şarkısındaki o ahengi yakalayıp, ZARAFETLE DANS edebilmek muhteşem bir duygu. Bunu başaranlardan olmak gerek diye düşünüyorum. Ve çevremizi böylesi kıymetli insanlarla donatmanın, yaşantımızı nasıl güzelleştireceğini, bilmemiz gerektiğini.

Tıpkı İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot’un dediği gibi;

‘’Hayatımızdaki en değerli insanlar, bizi her koşulda tüm kalbiyle dinleyenlerdir. Biz konuşmazken bile.’’

Doğamız gereği fark edilmek istiyoruz. Dışlanmaktan da acayip korkuyoruz. Sesimiz duyulsun, hatta tüm dikkatler bizim üzerimize yoğunlaşsın diye tüm çabamız.

Belki farkında değiliz ama yaptığımız tam da bu. Maalesef son zamanlardaki en büyük derdimiz.

Başkalarının bizi puanlamasına aşırı derecede önem veriyoruz. Bu amaçla teknolojinin imkanlarını kullanıyoruz. Hem de sonuna kadar. Ne kadar çok beğeni alırsak o kadar mutluyuz sanıyoruz.

Gittiğimiz yerler, yediğimiz yemekler, attığımız adımlar, aldığımız yeni bir eşya, hele hele kendi özel yaşantılarımızı kapsayan resimlerimiz; bizimle alakalı her ne varsa; hepsi için takdir edilmek arzusundayız. Beğenilmek tek mutluluk kaynağımız sanki.

Paylaşmayı anlıyorum. Üstelik paylaşıp çoğalmayı da çok seviyor ve önemsiyorum. Ama bu tarz durumları tasvip etmiyorum. Bana yanlış geliyor. Çünkü yeri geliyor sınırlar aşılıyor. Bazı şeylerin özelde, kendimizde, sevdiklerimizle aramızda kalmasının daha zarif olduğunu hissediyorum. Ben oldum olası kimsenin özel yaşantısına merak duymadım. Buna ünlüler de dahil. Adı üstünde özel. Sadece o kişiyi ya da sadece bizi ilgilendiriyor, başkalarını değil.

Bir de bizim yaptıklarımızı yapamayanları, alamayanları, yiyemeyenleri, gidemeyenleri, gezemeyenleri, hatta bırakın adımlar atmayı, tek bir adımı dahi atamayanları, belki de uzuvları eksik olanları, çocuk özlemi çekenleri düşünüyorum ister istemez.

Oysaki paylaşacak ve paylaşırken başkalarının hayatlarına pozitif anlamda dokunuşlar yapacak o çok değer var ki. Kitaplar, yazılar, şiirler, ders alınacak öyküler, ruhumuzu besleyen melodiler, rengarenk çiçekler, manzaralar ve daha neler neler…

Tıpkı T.S.Eliot’un dediği gibi insanların kalp gözüyle bakmasını, anlamasını, hissedip sevmesini kalben diliyorum. Hayatımızı yaşarken, kulağımızdaki o sese ahenk gösterirken; duygu ve davranışlarımıza ZARAFET eşlik etsin istiyorum.

Başkalarının değer yargılarına göre yaşayıp, onlardan alınacak takdirle ömür geçmeyeceğini; insanların böyle mutlu olamayacaklarını biliyorum çünkü.

Hayata gerçekten değer vererek yaşayabilmenin sırrı kendi içimizde.

Fark ettiğimiz tüm ayrıntılarda gizli.

Başkaları için değil, kendimiz için yaşıyoruz.

Ne zaman önümüze çıkan değişiklikleri kalben kutlayarak kabul etmeye başlarsak; o zaman hayatla dansımıza zarafet eşlik edecek. Ve işte o zaman etrafımızda bizi kalbiyle dinleyen, konuşmasak da anlayıp gülümseyen insanlar çoğalacak. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum.

Son sözler defalarca okuduğum ve çok sevdiğim Antoine de Saint-Exupery imzalı Küçük Prens’ten gelsin.


"Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak YÜREĞİ ile baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez."

Ve devam eder bir başka sayfada;

"Senin oradaki insanlar, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar; ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde ya da bir damla suda bulunabilir; ama kördür gözler. İnsan ancak YÜREĞİ İle baktığı zaman gerçekleri görebilir."

Sevgiyle ve yüreğinizle kalın.
Belgin ERYAVUZ

18.07.2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...