Ancak tüm bu kontroller için doktora, hastaneye koşarak giden kaç kişi var aranızda? Üstelik çok zorda kaldığınızda, ağrılarınız tavana vurup ızdırabınız dayanma sınırlarınızı aştığında bile hastane sözünü duyduğunuzda sizinde ayaklarınız gerisin geri gitmiyor mu?
İşte tam bu sorudan yola çıkarak çok kapsamlı bu konunun özellikle bizleri yakından ilgilendiren bir bölümüne hasta psikolojisine küçük bir pencereden bakmaya çalışacağım. Biliyorum ki burada paylaştıklarım pek çoğumuzun yaşadığı, hissettiği duygular olacak ve bizler belki bir satır arasında buluşacağız.
Her zaman dile getirdiğimiz gibi sağlık gibisi yok, üstelik bizler bu değerli hazinemizin kıymetini kaybedinceye kadar bilemiyor, koruyup kollamak yerine şartları zorladıkça zorluyoruz. Sonuçta gerek bu şekildeki zorunlu haller olsun, gerekse kontrol amaçlı; doktorların kapısını çalmak zorunda kalıyor, tüm hassasiyetimizle ve gardımızı indirmiş olarak karşılarına geçiyoruz.
Tam bu noktada karşılaştığımız tablonun rengi son derece önemli. Çünkü bizlerin böylesi anlarda her zamanki halimizden çok daha naif, çok daha hassas ve kırılgan olduğumuz bir gerçek. Bedenimiz belki küçük sinyaller de veriyor ama ondan da önemlisi ruhumuz…şefkat istiyor, ilgi bekliyor, kaygılardan kurtulup özgürce kanat çırpmak istiyor.
Bu yüzden olsa gerek doktorlarla karşılaştığımız andan itibaren onlara güven duymayı, sorunlarımızı endişelerimizi içtenlikle paylaşabilmeyi, sorularımıza yanıt alabilmeyi kısacası içinde bulunduğumuz o sıkıntılı periyodu onlarla hafifletmeyi istiyoruz. Onların ağzından çıkan her söz bizler için büyük önem taşıyor, çünkü moralimizi yeniden kazanma ve kendimizi yeniden motive edebilme gücünün hep bu sözcüklerde gizli olduğunu hissediyoruz.
İşte bu anlamda doktorlara, hemşirelere, tüm sağlık personeline büyük işler düşüyor. Bu psikolojiyi yakınen anlamaları aslında tüm sorunu çözecekken maalesef olmuyor, olamıyor… Mutlaka çok iyi doktorlarımız var, her ne olursa olsun insani duygularını kaybetmemiş, mesleklerine adeta tapan doktorlar… onları ayakta alkışlıyorum ama istisnalar kaideyi bozmuyor. Çünkü çoğu doktor hastasını önemsemiyor, onu küçümsüyor, soru sormasına dahi izin vermiyor, hatta azarlıyor, kısa bir iki cümleden sonra siz bir anda muayene kapısının önünde buluyorsunuz kendinizi. Aklınızda soramadığınız sorular, iyice karışan kafanız ve içinizi saran güvensizlik duygusuyla. Oysaki hasta psikolojisi önemlidir. Hastanın doktor karşınsındaki endişeleri, yaşadığı tatsız deneyimler sonrasında iyice derinleşir. Böyle bir psikoloji kolay kolay atlatılmaz ve işte bu sebeptendir ki bir sonraki randevuda ayaklarınız gerisin geriye gider.
Zaten toplum bilinci olarak sağlığımızı hep erteleyen, ikinci plana atan bir yapımız var. Elbette maddi olanaksızlıkların bunda büyük payı var ancak, gerekli donanıma sahip olsak da bu yapıyı terk edemediğimiz bir gerçek. Kendimizi yeterince önemsememe, bize bir şey olmaz deyip boş vermek de. Bunlar bizim eleştirilecek yönlerimiz ama ben bu çekingenlikte bu isteksizlikte doktor ve hastanelerin de önemli bir rol oynadıklarını düşünüyorum, hemde büyük bir yüzdeyle.
Üstelik her gün bir yenisini duyduğumuz sağlık skandallarını, ameliyat için yıllar sonrasına verilen günleri, tahlillerde yapılan ölümcül yanlışlıkları, bir doktorun ak dediğine diğerinin kara dediğini, sadece para uğruna ameliyat önerenleri, ameliyat sırasında alınan bıçak paralarını,… ve daha nicelerini düşünürsek aslında çizdiğimiz tablonun daha da karardığını kolayca görebiliriz.
Karşımızdaki bu gri siyah görüntüyü bile bile doktora, hastaneye yine de güle oynaya gidebilmek insanı oldukça zorluyor, öyle değil mi? Konu sağlığımız olsa da isteksizlik hat safhada oluyor. Çünkü soru işaretlerimiz hiç bitmiyor…
Doktorların bu anlamda öncelikle empati yapabilmesi gerekli diye düşünüyorum; gerekiyor ki hastasını ve o anda içinden geçenleri hissedebilsin. Düşünsenize siz zaten belirli kaygılarla, beyninizde yığınla soru işaretiyle ve biraz çaresiz biraz savunmasız bir halde onların kapısını çalmaktasınız. Bu noktada asık bir surat, soğuk bir merhaba ve tamamen hasta psikolojisine aykırı tavırlar. Gözlerinde bir an öce derdini söyle ve git dercesine bakan yarı kızgın bakışlar… İşte o anlarda içiniz daha bir kırılgan hale gelir; soracağınız soruları dahi unutur doktorun yüzünde minicik olumlu bir işaret ararsınız. Ama nafile…Sonuçta sağlığınızla ilgili endişeleriniz kaybolmamış, üstüne üstük daha da artmış bir şekilde, anlayamadığınız bir diyalogdan çıkıp kapı önünde bulursunuz kendinizi. Moraliniz sıfırlanmıştır, canınız öylesine sıkılmıştır ki doktorun uyarıları bile umurunuzda olmaz. Bir kez daha doktor ve hastane sözü duymak istemesiniz.
Elbetteki tüm bu olumsuz ve iç karatıcı tablonun dışında çok güzel örneklerle de karşılaşıyoruz zaman zaman. Mesleğini severek yapan, sizinle ve hastalığınızla ilgilenen, endişelerinize olan yaklaşımı ile dört dörtlük doktorlarımızda var ve olmalı! Öyle ki onlar bir süre sonra sizin en güvendiğiniz dostlarınız arasındaki yerlerini kendiliklerinden alıyorlar. Böylesi doktorlara denk geldiğinizde onları ömrünüzün sonuna kadar sahipleniyor, asla değiştirmeyi düşünmüyorsunuz.
Hep söylediğimiz gibi insanlar arası iletişim; el sıkmakla göz teması ile başlayan ve konuşmayla devam eden o süreç öylesine önemli ki bazı şeylerin oluşmasında. Bunu yakaladığınız anda, yani güvenebileceğinizi hissettiğiniz anda aradaki tüm engeller kalkıyor. Biliyorsunuz ki endişe dolu sıkıntılarınızla doktorunuza gitseniz bile o sizi bir şekilde rahatlatacak; ufkunuzu açacak, daha pozitif düşünmenize yardımcı olacak, size yol gösterecek, bilgilerini sizinle bıkmadan usanmadan paylaşacak, tüm sorularınızı yanıtlayacak. Gözlerinizin önünü perdeleyen gri bulutları sıcacık gülümsemesine eşlik eden anlayışı ile aralayacak.
Çünkü doktorluk dünyanın en saygın mesleklerinden bir tanesidir ve yapılanlar insan sağlığı söz konusu olduğu için hiçbir şekilde rencide edilmemeli her şeyin üstünde tutulmalıdır. Mesleğe adım atarken edilen o kutsal yemin bir takım art niyetlerin, kötü emellerin, para hırsının gölgesinde kalmamalıdır. Gerçekten özveri isteyen, emek isteyen, sevgi isteyen bu mesleğin adına yaraşır şekilde yapılması içinde doktorların daha anlayışlı olmaları ve hasta psikolojisini çok iyi analiz etmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Bilemiyorum belki de onlara çok yüklendiğimi, onların da bu ülkenin insanı olduklarını ve pek çok dertle mücadele etmek zorunda kaldıklarını unuttuğumu düşünebilirsiniz. Doğrudur ama mademki bu saygın mesleği yapıyorlar o halde; hastalarını karşılarına aldıklarında tüm dertlerini, sorunlarını, sıkıntılarını bir kenara bırakmış olmaları gerektiğine inanıyorum ben. O beyaz önlüğü giydiklerinde, o muayenehaneye adım attıklarında her şey pozitif hale gelmeli; tıpkı hepimizin işten eve dönerken evin kapısından bambaşka bir ruh hali ile içeriye adım atmamız gibi…
Doktorların hastalarını hep aynı gözle görmelerini, onları hastalıklarına göre değerlendirmelerini ve hayata olduğu kadar ölüme de alışkın olmalarını anlayabilirim ama tüm bunlar; hepimizin önce insan olduğumuzu unutturmaz.
Bizim daha duyduğumuzda içimizi acıtan hastalıklarla kaybedişlerle sürekli uğraşıyor olmak elbette doktorlara bir duruş bir vizyon kazandıracaktır ama bu onların hastalarına karşı acımasız olmalarını gerektirmez.
Doktorlar ne kadar ölüme yatkın olsalar da bizler değiliz, o nedenle bu tarz haberleri bizlerle paylaşırken acımasızlığı, o soğuk tavrı, o ruhsuz kişiliği bir yana bırakmalılar bence. Çünkü insan ne kadar hazırlıkla olursa olsun böyle bir haberi ilk duyduğunda alacağı şok, yaşayacağı ani travma gerçekten de önemli. Böylesi bir olayı birkaç defa çok yakından yaşamış birisi olarak biliyorum ki eğer yapınız güçlü değilse ruhunuzu korumanız gerçekten zorlaşıyor… hatta biliyorsunuz ki bu konuda bir ikilem var. Bir kısım doktor böylesi bir haberin hiç verilmemesinden; diğer kısım ise saklanmadan net bir şekilde hasta ile paylaşılmasından yana. Açık söylemek gerekirse bende saklanmasından yana değilim, her şeyin açık açık paylaşılmasının gerekli ve doğru olduğunu düşünüyorum çünkü bu hayat sadece bize ait, vereceğimiz kararlar da. Ama bu paylaşımın şekli, dozu ve sonrasındaki takip çok önemli. Çünkü hastalığınızın bedeniniz üzerinde yaratacağı olumsuz etkenlere birde ruhsal çöküntü travma eklenirse yaşama sıkı sıkıya sarılma şansınız kalmayacaktır. İşte doktorlar hastalarının elinden bu şansı almamalılar diye düşünüyorum ben. Haksız mıyım?
Yıllar önce bir bisiklet kazasında topuğuna ağır bir darbe alıp yaralanan kızımı kollarımda doktora götürdüğümde hissettiğim o duygusuz sert hareketleri dün gibi hatırlıyorum. Dönüşte kızımla beraber bende ağlamıştım, göz yaşlarımız her bir hıçkırığımızda birbirine karışmıştı. Yine bir başka tablo… Boğazları birbirine yapışık derecede şiş ve ateşli bir halde minik kızımla bir gece yarısı nöbetçi doktorun yanındayız. Mecburiyetten yapılan olumsuz davranışlara sesimi çıkaramıyorum ama bizlere sormadan kocaman bir iğneyi kızımın şiş bademciklerine batırıp iltihap akıtmaya çalışmasını, beceremeyince de bir şey yok diyerek bizleri paylamasını unutamıyorum. Oradan nasıl çıktığımı bilememiştim o beklenmedik kaba davranış sırasında. Bitmedi…daha altı ay önce en saygın hastanelerin birinde bir profesör tarafından hastalıkla ilgili sorduğum bir soru yüzünden azarlanmam ise işin bir başka boyutu. Tam tersine bir kısım doktor bizleri hastalıklarımız konusunda bilinçli olmaya davet edip, aklımıza gelebilecek her türlü soruyu sormamız gerektiği konusunda uyarıp, bu uğurda kitap yazmış olsalar dahi büyük bir kesim ne yazık ki bundan yoksun…
Ve maalesef bizler hastalığımızla yalnız ve çaresiz kalıyoruz böylesi doktorların karşısında. İşte benim sözümde onlara… Kim bilir bakarsınız bu satırları okuyup bir an için düşünen ve belki de bizlere hak veren doktorlar vardır aramızda. Sonuçta bizler insanız ve insanca yaşamı hak ediyoruz diye düşünüyorum ve ben yine de umutlu olmak istiyorum.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
02.12.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder