Vurdulu kırdılı filmler, cep telefonunu açmadı diye vurulanlar, berdelin sonunda aşık olunacağına inananlar, mermilerin havada uçuştuğu bol aksiyonlu sahneler, dayak yiyenler, ezilenler, aldatılanlar, aldatanlar, yüksekten düşüp ölmeyenler, onlarca kurşun yiyip sağ kalanlar, …
Hepsi birer dizi film ve hepsi içerikleri ile konularının işleniş biçimiyle, oyuncularının yüksek performansları ile hepimizi az ya da çok etkiliyor. Ancak toplum olarak yeterli eğitim düzeyine sahip olamadığımız için olsa gerek bu filmler toplum içindeki şiddeti, yozlaşmayı artırıyor. Filmi seyredip kendisini o karakterle özdeşleştiren ve ardından silahına, bıçağına sarılıp ortaya çıkan çoluk çocuk, genç, yetişkin o kadar çok ki aramızda. Bir anda sadece filmlerde olur sandıklarımız, gerçeğin yakıcı yüzü ile ortalığa saçılıyor. Pek çok canı yakıyor, pek çok cana kıyıyor, pek çok kişiyi mutsuzluğa sürüklüyor.
Bu anlamda medyaya düşen görevler elbette çok önemli. Aynı zamanda çıkan yasalarda var ama bunların işlerlik kazanması için zaman gerekiyor hepimize.
Yine de konular seçilirken daha seçici davranmanın önemi açık. Geniş bir kitleye hitap ediyorsanız, çok büyük bir kesimi arkanızdan sürükleyecek eserler yaratıyorsanız sadece maddiyatı değil, manen kazandıracaklarını ya da kaybettireceklerini de iyi düşünmek ve ondan sonra karar verip uygulamaya geçirmek lazım diye düşünüyorum. Toplum için, özellikle çocuklar ve gençler için zararlı olabilecek nesnelerin kullanım sıklığı, oyun gereği yaratılan rollerdeki kadın ya da erkeğin misyonu, verdiği imaj, sergilediği davranış şekli,… hepsi tek tek düşünülerek, titiz bir çalışma ile oluşturulmalı. Hep ezilen, dayak yiyen, azarlanan kadınlar, silahını belinden, ceketini sırtından eksik etmeyen kabadayılar, ağızlarından küfür eksik olmayan yetişkinler,… ile nereye kadar gidilebilir ki? Üstelik yapılan araştırmalar böylesi filmler nedeniyle kadına, çocuğa uygulanan şiddetin arttığını, özenti nedeniyle silahına sarılanların çoğaldığını gösteriyor.
TV’deki filmlerden, oradaki kahramanlardan etkilenen; onların film karesi içinde yaptıkları tüm sanal davranışları kendi gerçek yaşamlarına katmaya çalışan o kadar çok insanımız var ki bizim… Bu nasıl bir ruh haliyse, adeta o film kahramanı ile özdeşleşiyor; onları, yaptıklarını, tavrını, davranışlarını aynen kendi yaşamlarına katıyorlar.
Bakın bu konuda Dr. Ümit Yazman neler diyor; ‘’Sosyal adalet duygusu, manevi değerler, hakkın doğruluğu ve dürüstlüğün yara almasına sebep olan bu diziler sayesinde toplum olarak denge bozulmaya başlar. Herkes kendini başarıya götürecek yolu mübah sayar ve toplum değerleri erozyona uğrar, toplumsal çöküş hızlanır.’’ Bu satırlar bizi ve yaşadıklarımızı anlatmıyor mu sizce de?
TV’deki saçma sapan bir diziden etkilenerek, kendisini kardeşlerinin gözleri önünde eşarbıyla pencere pervazına asan kız çocuğunu unutmadık henüz değil mi? Yine kurmaca bir dövüş programını örnek alarak arkadaşını öldüresiye döven erkek çocuğunu… Duyunca insanın aklı almıyor ama bu ve buna benzer nice özentilerle örülü etrafımız.
Alt yapısı sağlam olmayan, yeterli eğitimi alamayan insanlarda özenti çok tehlikeli bir duygudur aslında. Öyle ki onu birebir uygulamaya sokar, sonrasını tartamaz, göremez. Çünkü derinlemesine düşünce gücü yeterince gelişmemiştir. Filmde olanları gerçek sanır, onların bir kurgu, bir oyun olduğundan habersizdir. Geri plandaki kurguları bilemez ve kendi yaşantısını hiç çekinmeden filme taşır, onu adeta devam ettirir. Filmin sonundaki gibi en güçlü olacağını, mutluluğa en kısa yoldan ulaşacağını sanır.
Eğitimin aileden ve küçük yaşlardan başlayarak verilmesinin önemi bir kez daha karşımızda. Film seyrederken onun sadece film olduğunu, gerçek hayatta olmayacağını bilmek gerek. Evet çoğu film hayattan kareler taşıyor, yaşantılardan esinlenerek kurgulanıyor, ama sadece o kadar. Yani yaşantılardan alıntı yaparak film yapmak ne kadar doğruysa, film karelerinden esinlenip gerçek hayata yansıtmak birebir uygulamaya çalışmak da o derece yanlış.
TV dizileri sadece hoş zaman geçireceğimiz, bilgi dağarcığımıza bir şeyler katacağımız, bazen gülümseyip bazen gözyaşı dökeceğimiz esintiler. Büyük emeklerle hazırlandığını elbette unutmamak lazım, ama hepsi bir ekranın önünde oynanan oyunlardan ibaret o kadar. Gerçek hayat ise bizi, çevremizi, hepimizi ilgilendiriyor. Filmi keyifle izlemek ama bittiğinde gerçek yaşama dönebilmeyi becermek lazım.
Ne diyelim, canlar daha çok yanmadan, mutsuz insan sayısı gün be gün artmadan bu kötü etkileşimler dursun. Hayatımıza daha çok güzellikler ve gerçek canlar yaşamlar taşınsın. Beyaz camın büyüsünden yavaş yavaş sıyrılmanın vakti geldi geçiyor. Üstelik dışarıda mis gibi bir bahar mevsimi varken; kendimize, sevdiklerimize daha çok vakit ayırmak, yaşamdan alınacak lezzetleri tek tek tatma vakti.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
Mayıs 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder