Soğuk bir İstanbul gecesi… kar yağıyor usul usul. Kar taneleri yumuşacık süzülüyor gökyüzünden adeta birbirlerine değmemeye özen göstererek, yavaşça… penceremden koyu mavi gökyüzüne bakıyorum. Bu nasıl güzel bir tablo böyle anlatması zor. Tek bir kar tanesini takip etmeye çalışıyorum yüzlercesinin arasından; yitip gidene değin… gözlerimle izliyorum o narin danslarını ve uyumlarını. Bir kısmı pencere camına konuyor, erimeden önceki o dantel dantel kıvrımlarına şaşmamak elde mi? Her bir kar tanesi bir diğerinden farklı, ama tümü sanki sessizce çalan bir orkestraya eşlik edercesine yumuşacık ritmlerle süzülüyor.
Karın beyazlığını, yumuşacık yağışını seviyorum galiba. Ama sadece o kadar. Her yeri bir anda bembeyaz yapan ve muhteşem görüntüleri ile en güzel tablolara esin kaynağı olan bu güzel örtü bir çoklarının canını yakıyor biliyorum.
Hayat mücadelesine düşmüş, karınlarına bir lokma sıcak yemek sokabilmek adına deyim yerindeyse tırnaklarıyla toprağı kazıyarak yaşamaya çalışanlar… soğuk hava, kar… onların en büyük düşmanı adeta.
Kar o kadar kendi halinde ve masum masum yağıyor ki yeniden kendi içime dönüyorum şimdi, kalbime kök salmış derin sevgimle beraberim. Neden bilmem; gökyüzünden usul usul süzülen kar taneleri bana bembeyaz sevgimi hatırlatıyor.
O kadar masum, o kadar temiz, o kadar içten ve bir o kadar da güzel. Ama tıpkı yere konduğu anda erimeye, güzelliğini yitirmeye başlayan kar taneleri gibi sevgim de yok olup gitti, adeta avuçlarımdan kaydı tutamadım, olmadı. Bir şeyler fazla ya da eksikti besbelli, ama o son çırpınış yok mu? Hani elinde kayıp gitmemesi adına kendi iç sesinle yaptığın o mücadele… Öyle derin, öyle iz bırakıcı ve öylesine can yakıcı…
‘’Sensiz olmaz
Sensizlik anlatılmaz
Hep eksik diyorum ya
O bile az’’
Mustafa Ceceli’nin bu güzel şarkısındaki gibi hayatımda hep bir şeyler eksik şimdi. Oysa ki sevgi bitmez, sevgi kalbine bir kez yerleştikten; orada kök saldıktan sonra ancak büyür, kocaman olur. Filizler dallara dönüşür, çiçekler açar. Gün gelip o eksiklik hayatınıza girdiğinde ise ancak dalları kırılır, çiçekleri solar ama kökler öyle derinlere inmiş, hücrelerinize öyle bir yerleşmiştir ki onu söküp atabilmek mümkün olmaz.
Bir anda yok olan sevgileri düşünüyorum. Yok edilen, dalları hoyratça kopartılan, tamamen yok olsun diye susuz bırakılan birliktelikleri.
İşte bu anda aklıma çok özel bir kuş düşüyor. Yaptıkları ile değme insana örnek olabilecek kadar hassas ve duygulu bir kuş. İsmi angut. Sakın ismini duyduğunuzda önyargıya kapılmayın. Çünkü onun hikayesi çok başka. Angut kuşları hep çift halinde yaşarlar tıpkı kumrular gibi ve eşlerini hiç terk etmez, yalnız bırakmazlar. Bir angut kuşu eşini kaybettiğinde ise gözlerini eşine diker ve bir dakika bile eşinin ölüsünün üzerinden ayırmadan o da ölene değin baş ucunda bekler. Yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan ya da insan gelse dahi ayrılmaz oradan, bakışlarını da ayırmaz eşinden. Aslında çok ürkek bir kuş olmasına rağmen, elinizi uzattığınızda bile kıpırdamaz. Sadece bakar. İşte bu yüzden olsa gerek, birisi bir laftan anlamayıp boş boş bakınca ‘’angut’’ kelimesini kullanırız.
Oysa ki gerçek ne kadar farklıdır. Keşke herkes angut kuşunun eşine baktığı gibi bakabilse değer verdiklerine, herkes eşine angut kuşu gibi sadık olsa, o derin sevginin değerini bilse.
Kar beyazı sevgiler yüreklerimizdeyken, bu özel kuşu ve eşine yaptıklarını hatırlatmak istedim sadece. Kimbilir belki siz de etkilenir, sevginize sahip çıkmak adına son bir gayret daha gösterirsiniz diye. Bu son hamleye değer değmez mi takdir elbette size kalmış ama; ben sevginin o kar beyazı masumluğunun her şeylere değeceğini düşünenlerdenim. Sonradan pişman olmamak için son bir adım daha… ha gayret.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
03.11.2004
insanların içinde sevgi çiçeği açsa da savaşlar bitse.....ablan niloş..
YanıtlaSil