Normal seyrinde giden bir
araba tasviri yapılmış. Direksiyondaki sürücü tüm algıları açık bir şekilde yolda
ilerliyor arabasıyla. İlk anlarda hızı normal. Dolayısıyla geçerken baktığı her
şeyi görüyor.
Yol, şerit, kırmızı
araba, yavaşla tabelası, minibüs, top, topun peşinden koşan çocuk, yaya
geçidi, sarı elbiseli kadın, gibi…
Ama hız arttıkça; o her
detayı algılayan göz görmez oluyor. Yavaş yavaş gördüklerinin sayısı azalıyor.
Yol, şerit, kırmızı araba,
tabela, geçit, top, çocuk, yaya geçidi.
Derken sürücü hızını
daha da artırıyor. Ve hız artıkça imgeler kayboluyor birer birer.
Yol, araba, top.
Yol, araba.
Yol, yol, yol…
Kırmızı arabaya, yaya
geçidine, yavaşla tabelasına, minibüse, topa, topun peşinden koşan çocuğa, yaya
geçidine ve sarı elbiseli kadına ne oldu?
Farkında bile değiliz
ki.
Bu reklamı ikinci kez duyduğumda;
aklıma bizlerin hayat yarışı geldi. Öyle hızla günü tüketiyoruz ki çoğu zaman;
ANLAR, DETAYLAR var mı yok mu farkında bile değiliz.
Hep bir şeylere, bir
yerlere yetişme telaşındayız.
Hep koşturuyoruz.
Sanki azıcık yavaşlasak
o dönen çarktan dışarıya savrulacağız.
Sanki yeniden eski
tempomuza geri dönemeyeceğiz.
Bu anlamda aslında hepimiz
yaşamda birer hız kurbanı gibiyiz. Hızla giden arabanın sürücüsünden yok bir
farkımız. Tüm edamızla yaşam direksiyonunda oturmuşuz. Gaz pedalına bastıkça
basıyoruz.
Bir çiçeği koklamadan, bir
kalbe sıcacık tebessümlerimizle dokunamadan, gökyüzünün maviliğiyle bütünleşemeden,
kendimize bir dakika bile ayırmadan geceyi kucaklıyoruz. Gün geliyor;
sevdiklerimizle iki çift laf edemeden, paylaşıp gönül zenginliğimizi
artıramadan uykulara yenik düşüyoruz.
Sonra ki gün yine
aynısı. Aynısı.
Değişmiyor döngü.
Üstelik aşırı hızla
yaşarken; ne çok kalp kırdığımızı, ne çok sevgiyi yok ettiğimizi bilmiyoruz.
Hep erteliyoruz.
Yarın yapacakmışız gibi.
Yarın hızımızı azaltıp,
kendimize zaman ayıracakmışız gibi.
Başkalarının
biçimlendirdiği şekliyle yaşamaya devam. Kendi yürek titreşimlerimizi duymayalı
ne kadar çok zaman oldu. Bir düşünsenize.
Bundan yıllar önce
yazmıştım hayat koşumuzla ilgili ilk yazımı. İsmi ‘Koşma Dur Bir
Dakika’ idi.
O zamandan bu zamana; ben
dahil, hangimiz durabildik ki yeterince? Sorarım size.
Peki yarından itibaren
durup soluklanacak ve ardından tempomuzu yavaşlatacak mıyız? Zor geliyor değil
mi? Ayağımızı o gaz pedalından bir türlü çekemiyoruz nedense.
Oysaki Advaita Vedanta
(nonduality yani non-ikilik) geleneğinin manevi öğretmeni Frances Lucille şöyle
der.
‘’Bir ANLIK FARKINDALIK,
yıllarca yapılan denemeden daha DEĞERLİDİR.’’
Ne kadar önemli,
düşünsenize.
BİR AN!
Ömre bedel olabiliyor
bazen.
Peki biz o BİR ANLIK
FARKINDALIKLARI görmeden yaşarken ne yapıyoruz dersiniz?
Hayatın o hem albenili
hem de dalgalı nehrinde boşa kürek çekiyoruz. Renklerin, ışıltıların, BİZİM
İÇİN YARATILMIŞ GÜZELLİKLERİN hiç birini görmeden. Görmeyince şükretmek de
aklımıza gelmiyor haliyle.
Şükürsüz, tebessümüz,
negatife odaklı bir yaşamın kapısında dikilip duruyoruz. Sıradan günlere
artılar ekleme yarışı sanki yaptığımız.
Azıcık çeşni katsak;
hemen egomuz devreye girip önümüze set çekiyor. Yüksek bir tonlamayla adeta
bağırıyor içimizde.
.’’Dur, yapma.’’
.’’Her şey yolundayken
şimdi ne gereği var.’’
.’’Hem bak düzenin
bozulacak.’’
.’’Yaptıklarını duyanlar
seni ayıplayacak.’’
.’’Onca emeğin boşa mı
gitsin istiyorsun?’’
.’’Sana, yaşına başına
yakışıyor mu hiç?’’
Ve bizler anında o
güzelim hayalleri rafa kaldırıyoruz.
Aslında yapmamız gereken
gaz pedalından ayağımızı çekmek. Bir süre durup dinlenmek. İç seslerimizle
yüzleşmek. Ardından cesaretle hayallerimize yeniden sarılmak. Başkalarının ne
dediğini o kadar da önemsemeden. Kalp sesimizin en doğru yolu göstereceğine
inanarak.
İşte o inançla ŞİMDİ ne
yapalım biliyor musunuz? Gelin beraberce; aslında bir hukukçu olan, Prag
doğumlu Franz KAFKA’ nın satırlarına odaklanalım. Kendisi dünya edebiyat
tarihinin en önemli isimlerinden ve sözleri çok değerli.
‘’Odanızdan çıkmanıza
bile gerek yok. Masanızda oturun ve dinleyin. Hatta dinlemeyin bile, sadece
bekleyin. Hatta beklemeyin, sadece dingin ve sessiz olun. Dünya tüm maskelerin
kalkması için kendini size sunacaktır. Başka bir seçeneği yok. Önünüze
heyecanla serilecek.’’
Ve işte MUTLULUK. Neden
mi? Çünkü hayallerimiz açığa çıktı. Korkularımız azaldı. Egomuzun içimizi
tırmalayan sesi kesilmese bile kısıldı. Düşüncelerimiz, hayallerimizi beslerken
yarına çoktan yatırım yaptık bile. Bir de uygulamaya geçebilirsek her şey
yoluna girecek. Tıpkı Hindistan’ın adeta sembolü olan ünlü düşünür Mahatma
Gandi’nin dediği gibi.
''Mutluluk; düşündüğünüz,
söylediğiniz ve yaptığınız şeyin UYUM içinde olduğu zamandır.''
Artık ayağımız gaz
pedalına fazla yüklenmiyor; FARKINDA MISINIZ? Eskisinden daha cesuruz hayata
karşı. Umutlu ve sevecen.
Yaşamın renklerindeki o
naif dinginliği, huzuru ve gülümsemeleri yakalamayı diliyorum ben. BERABERCE. İçimizdeki
SEVGİ ve AŞKla.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
08.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder