Günümüzde
üniversitelerde insanlar arasındaki ilişkiler çerçevesinde üzerinde çalışılan
bir konu DEDİ-KODU. Tanımını yapmanın zor olduğunu belirtiyor uzmanlar.
Güzel Türkçemizde iki
fiilin birleşmesiyle oluşmuş. Öznesi gizli.
Yabancı dillerden Almanca
‘Klatschbase’; İngilizce Gossip; Fransızca Commérage; İspanyolca Comadreria
olarak karşılığını buluyor. Buna değinmemin bir sebebi var. Çünkü batı dilleri
kullandıkları bu kelimelerle; dedikodu kaynağı olarak yakın akrabaları ve
kadınları gösteriyor. Toplumbilim açısından daha çok kadınlarımıza
yakıştırılıyor olsa da; bizde cinsiyet ayrımı yok. Anlamı kendi içinde. Türkçemizin
güzelliği de burada değil mi zaten?
İnsanları cezbeden yönü bir
yönü var ama. Ve bu her neyse vazgeçilemiyor bir türlü. Hatta gazetelerde köşe
yazılarından ziyade daha çok okunuyor. TV’de tercih edilen programların başında
geliyor. İnternet ortamında en çok böylesi haberler tıklanıyor.
Genellikle plansız,
programsız bir şekilde ve önemsizmiş gibi başlıyor. Sözler dile geldikçe içeriği
bir o kadar doluyor. Aktarılan sözler küçük, keskin oklar misali. Vardığı
yerlerden şöyle bir geçerken; son noktada can yakmaya müsait.
Yer ve zaman dedikodu
söz konusu olduğunda hükmünü yitiriyor adeta. Sosyal çevreler başı çekiyor
elbette. İnternet ortamları, arkadaş grupları, okullar, toplantılar, evler, iş
yerleri ve hatta telefon kısacası insanların olduğu her yerde yapılıyor.
Bize bir faydası var mı
diye sormadan geçemeyeceğim? Açıkçası ben olmadığını düşünenlerdenim. Üstelik
bir başkası hakkında doğru olduğuna emin olamadığımız bilgileri; kaldı ki emin
olsak dahi izinsiz; bir başkasına aktarmak, paylaşmak bana naif bir duruş gibi
gelmiyor. Ama çoğumuz seviyoruz. Sanki söylemesek, dedikodu yapmasak içimizde
volkan patlayacakmış gibi; daha öğrenir öğrenmez hemen başkalarıyla paylaşmak
için fırsat kolluyoruz.
Oysa ki her şeyden önce ne
büyük bir zaman kaybı. Onun yerine hayatla ilgili paylaşılacak o kadar güzel
konular varken; bizlere hiçbir getirisi olmayan bilgilerle beynimizi meşgul
etmek; sizlere de anlamsız gelmiyor mu ben gibi? Duyguların zarar görmesi,
güvenin sarsılması, hiç yoktan günahın alınması, gereksiz bilgilerle donanmak, kafaların
karışması, sinirlerin gerilmesi ise bambaşka etkileri.
Dedikoduda taraflar var
aslında.
Bir yanda aktif bir şekilde dedikoduyu yapanlar.
Diğer yanda her şeyden habersiz, pasif ve hatta günahsız dedikodusu yapılanlar.
Kıskançlığın, belki kin
ya da öfkenin kol gezdiği; zaman zaman en mahrem sözlerin bile dile geldiği bir
olaydan bahsediyoruz aslında. Masumluğu tartışılır. Çünkü sonuçları vahim olabiliyor. Dedikodu kazanına
atılan kişinin itibarı zayıflayabilir. İşini kaybedebilir. Evliliğini,
sevdiklerini de. Hayatı kararabilir. Görünüşte siz sadece iki çift cümle
söyleyip kendinizi rahatlatmayı, belki içinizdeki kini yok etmeyi düşünürsünüz.
Ama bahsi geçen kişinin tüm yaşamını alt üst edebilir, kıyımlara yol
açabilirsiniz. Bunu hiç unutmamak gerek.
Peki zararlarını bildiğimiz
halde dedikodudan neden hiç vazgeçilemiyor dersiniz? Hatta neden baldan tatlı
geliyor kimileri için? Cevabı hiç de kolay değil.
Kültürlü, eğitimli, saygılı,
erdemli, kendini bilen, kendisine güvenen, zamanın değerinin farkında olan
insanların tercih edeceği bir durum değil diye düşünüyorum ben ısrarla. Bazı
uzmanlar tarafından toplumsal bir hastalık olarak belirtilmesi de bunu
güçlendirir yönde zaten. Çünkü dedikodudan vazgeçemeyen, bulduğu her fırsatı
değerlendiren bu kişilerin kimseyle gerçek arkadaş ve dost olması mümkün değil
diyor uzmanlar.
Bir şekilde kendilerinde
olmayanları dedikodunun sisli perdesi ardına saklamaya çalışıyorlar. Çünkü
kendilerine güven duymuyorlar. Kendi kendilerine yetemiyorlar. Kendilerine has
kusurlarını görmezden geliyorlar. Gerek yaşamla gerekse sosyal çevrelerinde
insanlarla kurdukları ilişkileri
sağlıksız. Ruhsal hastalıkların temel nedeni de bu değil mi zaten?
Bakın GOSSIP (Dedikodu)
kitabının yazarı İngiliz profesör Patricia Meyer Spacks, dedikoduyu
yorumlarken, madalyonun iki farklı yüzünden bahsetmiş.
‘’Dedikodu, nispeten
küçük gruplar içinde yapılır. Genellikle, insan sayısı arttıkça da seviyesi
düşer. Ancak yine de bu önemli konu iki farklı açıdan incelenmelidir.
Madalyonun birinci yüzüne baktığımızda, dedikodu tamamen kötü bir varlık olarak
görünür. Bu eylemi yapanların hesabına, konu olanların ise aleyhine çalışır.
Kıskançlığı ve kızgınlığı körükler. Anlık da olsa dedikoducuya güçlülük hissi
kazandırır. Madalyonun ikinci yüzünde ise dedikodunun samimiyet boyutu vardır.
Bu açıdan bakılınca, her ortamda rahatlıkla içini açamayan veya baskı altında
olduklarını hisseden kişilere kendilerini ifade etme imkanı verir. Yani bu
haliyle mühim bir dayanışma aracı olarak da yorumlanabilir.’’ (devamı
2/2’de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
14.05.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder