Nasıl mı? İşte cevabı.
Hepimiz
biliyoruz ki, bir tanesi çağımızın zor ve korkutan hastalığı. Pençesine
düşürdüğü kişilere ve yakınlarına hayatı yangın yerine çeviriyor adeta.
Diğeri ise tamamen görsel bir imge. Özellikle gençler arasında hayli rağbet görüyor. Bu işe tutku derecesinde gönül verenler giderek artıyor. Seçilen imgeler o kadar değişik ve çok ki. Harfler, semboller, resimler. Elbette karar anındaki geçici ve sarhoş edici duyguların gözü karalığına yenik düşmemek gerek. Çünkü kalıcı. Silinmesi hayli eziyetli. Tercih edenler mutlaka kendilerini daha iyi hissetmek adına yapıyor olmalılar. Tercih edenleri anlamakta zorluk çekiyor; eleştiri oklarını birbiri ardına göndermekten kaçınmıyoruz. Ama ben anlamaya çalışanlardanım. Ön yargıyla bakmamayı tercih ediyorum.
Hadi
gelin minicik bir gezinti yapalım bu antik ritüelin geçmiş sayfalarında. Tarihi
12. yüzyıla kadar uzanıyor. 19. yüzyılda ise bazı Avrupa meslek grupları,
birbirlerini tanımak adına yapmış. O yıllarda Eski Yunanlılar, Germenler,
Galyalılar ilk kullananlar olmuş. Yine çok eski tarihlerde; Yeni Zelanda’da yüze
uygulanan ilk dövmeler; kadınlarda güzellik, erkeklerde savaşı ve cesareti
temsil etmiş. Bu arada yüzden bedene geçiş süreci yaşanmış. Yeri gelmiş, deriyi
iyileştirmek amacıyla yapılan uygulamalar kabul görmüş. Yeri gelmiş, derinin
içine dikilen simgeler tercih edilmiş. Uzun bir tarihi geçmişi var. Beden
üzerinde aklınıza gelebilecek her yerde uygulanmış. Ve hatta sıkı durun göz akı
bile tamamen boyanmış.
Bu
işi bir sanat olarak gören ülkeler arasında Japonlar ve Araplar başı çekmiş.
Bir dönem Roma’da suçlu ve kölelerde sosyal sınıfı belirlemek adına tercih
edilmiş. Statü göstergesi, bedeni süsleme arzusu ve hatta dini inanışlar ilk
çıkış sebepleri. Elbette ilkel yöntemler çok can yakmış. İlk elektrikli dövme
ise Amerika’da başlamış. Kısacası; farklı hikayeler, farklı tercihler ve farklı
kültürler; içindeki gizli anlamlarıyla dövmeyi günümüze kadar taşımış.
Şimdi
gelelim çağımızın hastalığına, Alzheimer’a. Eski yazılarımda da değinmiştim;
okuyanlar hatırlayacaklar. Dünya genelinde 65 yaş ve üstündeki kişilerde daha
sık rastlanıyor. Maalesef görülme sıklığı giderek artıyor. Nedeni tam olarak
bilinmiyor.
Beyin hücrelerinin erken ölmesiyle beraber belirtiler kendini
göstermeye başlıyor. Geçmişi çok iyi hatırlayan hastalar, başlangıçtaki küçük
unutkanlıklara pek kafa yormuyorlar. Aldıkları notlarla, listelerle idare
ediyorlar. Ancak hastalık ne yazık ki sinsice ilerliyor.
İlk başlardaki minicik
unutkanlıklar, yerini yeteneklerini, becerilerini, bildikleri dilleri unutmaya
kadar varıyor. Kendi evlerini, hatta evdeki odaların yerini hatırlamıyor ve
sıklıkla kayboluyorlar. Karar vermede zorluk yaşıyorlar. Sonunda çocuklarını
dahi tanımamaya kadar varan zihinsel sorunlar; yaşam kalitelerini ele geçiriyor.
Tamamen bakıma muhtaç hale geliyorlar.
Bu
hastalıkta iyileşme lüksü yok. İlacı hala bulunmuş değil. Eldekiler sadece bu
zor süreci yavaşlatabiliyor, o kadar. Malum son kaçınılmaz. Elbette çeken ve
yaşayan bilir acısını, zorluklarını. Bizlere ise ancak empati yaparak anlamak
düşer.
Bu
anlamda Alzheimer, sadece yaşayanı değil, aile ve yakınlarını da her anlamda
zorluyor. Alışmak ve baş edebilmek adına sürekli bir mücadele var dünyalarında.
Şimdi
soruyorum sizlere. Alzheimer hastası annesini dövmeciye getiren genç bir kadın
görseniz ne yapardınız? Hele hele yüzündeki o endişe dolu ifade size ne
düşündürürdü?
Sıra
dışı gibi duruyor değil mi? Alzheimer ve dövme; ancak hayatın gerçekleri işte.
Başınıza
gelenle alakalı olarak ne zaman, ne yapacağınızı bilemiyorsunuz ki. Benim de
hiç aklıma gelmemişti böylesi bir durum. Ta ki o film karesini görene değin.
Söz
ettiğim film İncir Reçeli-2.
O
ana kadar dövme, benim için sadece keyfi olarak tercih edilen bir beden
süsüydü. Gençlerin yaptırmak istediği, ailelerinin de genellikle karşı çıktığı
bir görsel imge. Bir amaca hizmet edebildiğini anlamam içinse bu filmi izlemem
gerekliymiş.
İzleyenler
hatırlayacaklardır bu sahneyi. Alzheimer hastalığına yakalanan annesinin koluna
dövme yaptırmaya gelen kadını. Hayata hep önyargıyla bakmamamız gerektiğini
öyle güzel anlatıyordu ki.
İşte yaşlı kadının koluna yapılan dövme de bunun en güzel örneği. Çünkü kolunda evinin adresi yazılı. Kaybolduğunda tek yapması gereken; kolunu sıyırıp dövmesini göstermek o kadar.
Şöyle
bir düşünelim isteseniz. İsmini dahi hatırlamakta güçlük çekenler var aramızda.
Zihinsel engelliler ve Alzheimer hastaları. İşte isimlerin kola yazılması ve
hatta adresin dövmeyle bedene işlenmesi; onlar için hayatı bir tık kolaylaştırıyor
aslında. En azından kaybolduklarında. Kim oldukları ve hatta nerede oturdukları
bulanlar tarafından biliniyor. Evlerine dönmeleri kolaylaşıyor. Bunu sosyal
sorumluluk projesi kapsamında uygulayan dövmecileri alkışlıyorum ben.
Mesleklerini yaparken, onların sessiz çığlıklarına duyarsız kalmadıkları için.
Dileğim
hepimizden uzak kalsın böylesi çaresiz durumlar. Öte yandan birilerini
yargılamadan soluklanalım lütfen. Hiçbir şey sebepsiz değil çünkü bu hayatta.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
03.12.2014
Kaynak:
http://www.dha.com.tr; http://www.ilkkimbuldu.com; http://www.noroloji.org.tr;
http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder