Aradan
yıllar geçiyor. Lim okuyor. Başarılı olmak için tüm gayretini gösteriyor. Güzel
bir üniversiteyi hak kazanıyor. O saatten sonra da; her şeyi kendi başına
başaracağını söyleyerek; babasının
yardımlarını kabul etmiyor.
Dolayısıyla
evden ayrılırken iki tarafında kalbinde kırgınlık rüzgarları esiyor.
Ne
yazık ki Lim, bu ruh halini geçen yıllar içinde hep koruyor. Bir iş adamı
olduğunda bile eve dönmek istemiyor. Aile toplantılarına katılmıyor. Her
defasında babasının çağrılarını işlerini bahane ederek erteliyor.
Babasının
üzüldüğünü fark ediyor etmesine, ancak umursamıyor. Çünkü o çocukluk öfkesine
her defasında yenik düşüyor.
Derken
bir gün babasını kaybettiğini öğreniyor. Evine geri dönüyor. Çocukken terk
ettiği evi ve eşyaları kendisine o kadar yabancı geliyor ki. Eşyaları elden
geçirirken; onu her defasında üzen eski kumbarayı buluyor. Ve bir sürü mektup.
Mektupları
tek tek açıp okuyor. Hepsinde bağışlar için teşekkür eden satırlarla
karşılaşıyor. Buna bir anlam veremiyor. Hatta bir yanlışlık olduğunu düşünüyor.
Sonunda
mektubun geldiği adresi ziyarete gidiyor. Karşısında yardıma muhtaç çocukların
yaşadığı bir yardım kuruluşunu bulunca epey şaşırıyor.
Kapı
önündeki şaşkınlığı, içeride senelerce bağış yapan ismin kendisi olduğunu öğrendiğinde
iyice artıyor. İnanamıyor. Hata olduğunda ısrar ediyor.
Kuruluşta
tekerlekli sandalyede genç bir adamla tanışıyor. Babasından övgüyle söz eden bu genç; babasının
çok sevildiğini, özellikle çocukların gönlünde apayrı bir yer kazandığını anlatıyor
coşkuyla.
Aslında
babası kendisini hiç düşünmeden, hastalığını da hiçe sayarak; hep çok çalışmış;
çocuktan yaşlıya buradaki herkese yardım etmekten büyük keyif almıştır. Ve
beraberce kumbarada biriktirdikleri o paraları buradakiler için harcamıştır.
Tekerlekli
sandalyede olduğu için okula gitmeyi istemeyen, neredeyse hayatından vazgeçen
bir çocukla ise özel olarak ilgilenmiştir. Ona her gün kitaplar okumuş, sabırla
elinden tutmuş; sonunda direncini kırmıştır. Babası sayesinde hayata yeniden
bağlanan o çocuk; şimdilerde çok başarılı bir yetişkindir. Ve o yıllarda babasının kendisine verdiği özel
notu hala saklamaktadır.
‘’Harika
bir adam olacaksın. İnan yeter. ‘’
Lim,
oradan elinde ödül ve içindeki büyük pişmanlıkla çıkarken; azimli genci, babasını
ve yaptıklarını düşünür. Çocuk aklıyla nasıl da yanılmıştır.
Evde
babasının fotoğrafını başköşeye asar. Çekmecelerin birinde bulduğu eski palyaço
kıyafetini giyerek; yıllarca kendisinden habersizce yardım ettiği kuruluşa
gider. Artık oradakileri gülümsetme sırası ondadır. Tıpkı babasının yıllar önce
yaptığı gibi.
İşte
o anda GERÇEK ZENGİNliğin ne olduğunu çok daha iyi anlar.
Ve
sözler; gökyüzünden kendisine gülümseyen babasının fısıldaması gibi; kendi dudaklarından
dökülür.
‘’Gerçek
zenginlik, ne kadara SAHİP OLMAKla değil; ne kadar VERDİĞİNle ilgilidir.’’
Babasının
felsefesini anlamıştır geç de olsa. ‘’
Öykümüz
böyle.
Şimdi
yorum sizler de. Bu güzel felsefeyi anlatabilmenin başka yollarını bulabilir
miydi o baba bilemiyorum. Diğer çocuklara gösterdiği ilginin birazını da kendi
çocuğuna göstermeliydi; diyenleriniz var belki de aranızda. Çocukluktan kalan
yürek kırgınlıklarının telafisi de zor mutlaka. Ancak birer yetişkin
olduğumuzda; iş işten geçmeden; henüz vakit varken bağışlayabilmek en güzeli.
Sahip olduklarımızın kıymetini bilmenin ilk adımı sevgiyle engelleri yok etmek.
Aslında ne kadar zengin olduğumuzu fark etmek.
Ve
elbette gönülden vermek.
Paylaşmak.
Bir
tebessüm, bir teşekkür, bir hediye, bir jest, bir dilim ekmek, bir kap su,
minik bir kemik parçası, kısacası her ne olursa olsun. Yeter ki verelim.
Verelim ki gerçek zenginliğimiz gün be gün artsın.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
25.03.2016
Gerçek zenginlik , aşkı bulursan olur. Güzel blog tebrikler.
YanıtlaSil