‘’Bu ayın zam şampiyonu biber oldu, ikinci sırada patlıcan… ’’;
‘’Dış ticaret açığımız artıyor, borçlarımız geçen yıllara oranla….’’;
‘’ Altın rekora koşarken, borsa dibe vurdu… ‘’
Tüm bu satırlar gerek yazılı, gerekse görsel medyada hemen hergün rastladığımız, üstelik pek çoğumuzun üzerinde dahi durmadığı ekonomi haberleri. Hem ülkemizi hem de dünyayı ilgilendiren bu haberlere gözlerimiz ve kulaklarımız aşina olduğu halde, pek çok kelimenin anlamını tam olarak bilmediğimiz ise bir gerçek. Ancak hepimiz, tüm bunların gerek ülkemizdeki gerekse dünyadaki piyasalarla ve giderek artan işsizlikle birebir ilintili olduğunun farkındayız.
İşte bizim için can alıcı kelime… İŞSİZLİK! Türkiye’nin ve şimdilerde dünyanın kanayan yarası!
Devir değişti, artık aslanın ağzındaki ekmek midesinde bile değil. Eskiden üniversite mezunlarının el üstünde tutulduğu, itibar gördüğü ve en üst mevkilere rahatlıkla yükselebildikleri iş imkanları azaldı. İşe alınırken tercih sebebi olan nitelikler katlanarak arttı.
Şimdilerde tek bir üniversiteyi bitirmek neredeyse yetersiz kalıyor, tek bir yabancı dil işe girişlerde etkili olamıyor. Üniversite mezunları okullarından mezun olmanın haklı gururunu ve sevincini buruk yaşıyor. Çünkü iş bulamama, senelerce evde bekleme korkusu daha üniversite yıllarından itibaren içlerini bir kurt gibi kemirmeye başlıyor.
Üniversiteyi bitirenler mutlaka yüksek lisans yapmayı, ikinci bir yabancı dil öğrenmeyi kendilerinde bir zorunluluk olarak hissediyor. Yeterli her türlü donanıma sahip olsanız bile kendi çabalarınızla iş bulmanız neredeyse imkansız hale geldiği için mutlaka bir torpil aranıyor. Önemli mevkilerde bir yakınınız, bir akrabanız, bir tanıdığınız yoksa vay halinize. ‘’Hamili yakınımdır.’’ ibaresini taşıyan bir karta sahip değilseniz, size önemli kapıları açacak bir telefondan yoksunsanız çoğu kapıdan içeriye giremiyorsunuz bile. Ne iş bulabiliyor, ne atamanızı yaptırabiliyorsunuz. Size kalan sadece beklemek o kadar. Süresi ise belirsiz.
Pek çok genç dışarılarda, umutları giderek azalırken arkalarından ordu gibi yenileri geliyor. Yeterli iş imkanları yaratılamadığı, var olanlar kötü yönetimlerin sonucunda yılların emeği ile bir anda yok edildiği için de bu karabasan her geçen yıl büyüyor.
Tıpkı yuvarlanarak tutulması imkansız hale gelen bir kar topu gibi. Şimdi tut tutabilirsen…
Yetersiz teşvikler, sadece insanları sömürmeye odaklanmış banka yasaları, bitmek bilmeyen bürokrasi pek çok emeği, pek çok yatırımı yok etti, etmeye de devam ediyor ne yazık ki. Yıllarca bir kuruş borç bırakmadan hem devlete hem de piyasaya ödemelerini yapan; itibarını her şeyin üstünde tutan nice şirket bugün ya battı ya da borcun sımsıkı zincirlerinde esaret altında. Onca bilgi birikimi, onca emek, onca üretim ve pek çok insana açılan ekmek kapısı ardı ardına kapanırken; gençlerimizin umut dolu olarak çıktığı yolda duraksamaları çok normal elbette. Önleri tıkalı çünkü.
Ataması yapılmayan öğretmenler; doğanın çetin şartlarıyla bir yıl mücadele edip sonunda ürünleri ellerinde çürüyen çiftçiler; her geçen gün birer birer kapılarına mühür konan, zincir çekilen iş yerleri; iflasın eşiğinde kıvranan, bankaların avutucu yalanlarıyla dünyası kararmış yığınla iş sahibi ve dışarıda yüzlerce, binlerce işsiz.
Genç, yaşlı, emekli, çocuk… hepsi ekmeğinin peşinde. Hepsi bu kıran kıran savaşta ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Ve bunlara paralel olarak evde ekmek bekleyen eşler, çocuklar; dışarıda ödenmeyi bekleyen borçlar, aylarca geciktirilen kiralar, ödeme tarihleri geciktiği için kesilme korkusuyla açılan elektrik düğmeleri, fazla tüketilme korkusu ile kısılarak açılan su vanaları, mum ateşine dönüşen ocaklar, soğuktan tir tir titrerken bile açmaya cesaret isteyen doğalgaz vanaları.
Her gün işinden atılma korkusu, ay sonunda hak ettiği maaşı alamayacağı endişesi, … bu karabasanlarla ve her gün geri geri giden adımlarıyla iş başına oturan yığınla kişi. Ama onların yerinde olmak için pek çok şeyi göze alabilecek kadar gözü kararmış, işsizlikten tüm umudunu, yaşama arzusunu yitirmiş diğer bir kesim. Hem de öyle böyle değil sayıları hayli kalabalık.
Bakmayın siz verilere, haberlerdeki işsizlik azalıyor söylentilerine. Gerçekler içimizde işte, gerçekler bizimle birebir yaşıyor, nefes alıyor ve’’ ben buradayım ‘’ diye adeta haykırıyor.
Pekiyi ne olacak bundan sonrası? İşsizlik alıp başını gitmişken, çoğu insanımız neredeyse açlık sınırında yaşamaya çalışırken ne olacak da her şey düzelecek? Herkes güzel bir işe, hayal ettiği yaşam düzeyine nasıl kavuşacak? Hayata küsüp, tüm kızgınlığımızı sağımıza solumuza püskürtmek mi asıl olan? Birbirimizi suçlayıp, kendimizi hep en masum sıfatıyla nitelendirmek mi? Giderek umutların tükendiği bir ülkemi bırakacağız çocuklarımıza? Yoksa el ele verip daha güvenli yarınlar mı yaratacağız? Bu sorulara birer birer yanıt verdiğimiz ve ardından uygulamaya geçtiğimiz gün insanlarımız daha mutlu olacak.
Her krizde en dibe vursak da, sonra yukarıya çıkarken yeniden doğmanın acı sancısıyla derinden sarsılsak da; içimizdeki o ışığı hiç kaybetmiyoruz. Hepimiz henüz var olan umut kırıntılarımıza gözümüz gibi bakıyor ve o günlerin çabuk gelmesi adına yaşama dört elle sarılıyoruz.
Gerisi? Gerisi bu işi düzeltecek olanlara ve onların duyarlı adımlarına kalmış, ne diyelim, haydi hayırlısı.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.08.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder