14 Aralık 2013 Cumartesi

KÜÇÜK KADINLAR

Eskiden sadece bir roman ismi olarak hatırladığımız iki kelime. Amerikalı ünlü kadın yazar Louisa May Alcott'un nesilden nesile aktarılan çarpıcı hikayesi. Bir klasik aynı zamanda, çocukluk yıllarımızda hemen hepimizin okumayı tercih ettiği… 

Ama şimdilerde bu iki kelime bizlere bambaşka şeyler çağrıştırıyor. İçimizi acıtıyor. Yeri geliyor kanımızı donduruyor. Minicik kızlar henüz oyun çağındayken, annelerinin kucağından kopartılıp; anlamını dahi tam olarak çözemediği bir kabusun içine sürükleniyor. Hiç tanımadığı, genellikle kendinden yaşça büyük adamlarla evlendiriliyor.

Bu ne yaman bir çelişkidir böyle. Küçücük kadınlar yaratıyoruz kendi ellerimizle. Bile, isteye.

Peki neden?
Ailenin geçim sıkıntısı mı? Yoksulluğun o kahredici, yıkık, köhne duvarları mı?
Önerilen başlık parası mı?
Haneden bir boğazın daha eksilmesi ihtiyacı mı?

Nedenler o kadar çok ki. Ama cevapların hiç biri bu kararı haklı çıkarmıyor. Çünkü sebebi her ne olursa olsun asla kabul edemediğim bu durum; biliyorum ki pek çoğumuzu rahatsız ediyor.

Henüz anne sıcaklığına muhtaç, öğreneceği pek çok deneyimden yoksun, hayatın ne demek olduğunun farkında dahi olmayan minicik yürekler onlar. Genç kızlığa adım atarken yaşayacağı zorlu yolları bilmeden evlendirilmeleri nasıl bir trajedidir aslında.

Ha kolundan tutup karanlık, izbe bir kuyuya atmışsınız; ha hiç bilmediği, tanımadığı, bir adamla evlendirmişsiniz; ne fark ediyor ki? Korku aynı korku. Üstelik karanlığa bir süre sonra alışır insanın gözleri. Görebildiği noktada da korkusu diner. Ama ya evlilik öyle mi?  Her gece bir başka kabusla inler minicik bedenleri. Acı çeker, feryat eder ama kimseler sesini duymaz. Duymak istemez. Gözyaşları en yakın arkadaşları, sırdaşları olur o çaresiz gecelerde.

Hangi birine ağlasın ki küçük kadınlar? 
Ana babasından, kardeşlerinden; çok sıcak olmasa, arada sırada horlansa da yuvasından ayrılmasına mı?
Eşinin kaba saba hareketlerle her gece kendisine yaklaşmasına mı?
Kabus dolu gecelere mi?
İtilip kakılmaya mı? Her geçen gün şiddeti artan dayaklara mı?
Özlediği ailesini görmesine dahi izin verilmemesine mi?
Şansızlığına mı? Kaderine mi?
Okuyamamasının verdiği ezikliğe mi?
Yok olup giden hayallerine mi?
Kendisi daha çocuk olduğu halde, anne olması için zorlanmasına mı?
Sırtına yüklenen tonlarca ağırlığın altındaki sessiz çığlıklarına mı?
Neye ağlayacaktır küçük kadınlar?

Küçüktür. Hem de çok küçük. Haliyle hataları olacaktır. Her bir hata sonrası yediği dayaklar canını acıtsa da; dertleşecek, korkularını, ızdırabını paylaşacak kimsesi de yoktur üstelik.

Peki bizler ne yapıyoruz? Henüz oyun çağındaki yavrularımızı yuvalarından koparırken içimiz acımıyor. Genç kız olamadan, kadın olma yoluna doğru kendi ellerimizle iterken; hayatlarını nasıl kararttığımızın farkına dahi varamıyoruz.

Cahillik mi? Bilgisizlik mi? Eğitimsizlik mi? İsmini varın siz koyun.

Sadece evlenmekle de bitmiyor ki çilesi. Ardından çocuk problemi başlıyor. Bedeninin gelişmesi bile beklenmeden, zorla henüz  14-15 yaşındayken hamile kalıyor. Kendisine, evine bakmanın sorumluluğuna bir de minicik yavrusu ekleniyor. Hayatı henüz sorgulayamazken çocuğuna bakması isteniyor. Aradan birkaç yıl geçiyor ya da geçmiyor, 18 yaşına varamadan ikinci kez hamile bırakılıyor. Zorlukla taşımaya çalıştığı yüklerine bir yenisini daha eklemek için. Kendi fikri mi? Haşa… Kocası kendi zevkinin peşindeyken, içinde yaşadığı aile yüzüne bile bakmazken; küçük kadının fikrini almak da neyin nesi?

Kimse umursamıyor sanki küçük kadınların dramını. Toplum olarak bizler sessizce izliyoruz. Var olan koruyucu yasalar ve caydırıcı cezalar yetersiz. Hal böyle olunca, her gün küçük kadınlara yenileri ekleniyor.

Sevgiden mahrum yavrular, sevgisiz bir ortamda kucaklarında kendi yavruları ile hayatın içindeler. Yaşıyorlar bir şekilde. Evet karınları doyuyor belki ama ya ruhları? Onu kim doyuracak? O sevgisiz ortamda büyürken kendi çocuklarına ne olacak?

Hep demiyor muyuz, sevgi her şeyin en güzel merhemi diye. Ama görmediğiniz, tatmadığınız o sıcacık duygudan yoksunsanız; yaşatamazsınız ki. Üstelik bence bir insanın ruhunun açlığı karın açlığına da benzemez. Daha vahimdir. Getirileri ve sonrası daha zorlayıcıdır.

Hepimiz bir zincirin halkalarıyız. Ve küçük kadınlarımızı bu halkaya böyle yarım yamalak yine bizler ekliyoruz. Sonrası mı? Sonrasında hepimizin içinde olduğu halka en zayıf yerinden kırılıyor. Yani bu sorun tek taraflı değil. Sadece bu dramın sebebi ve vesilesi olan aileleri değil, toplum olarak hepimizi ilgilendiriyor.

Çünkü kadın bir eş, bir arkadaş, bir sevgili, bir dost ve her şeyden öte bir anne. Ona bahşedilen doğurganlığı ile nesillerin devamını sağlayan. Var mı daha ötesi ? Yok. Sadece bu sebeple bile el üstünde tutulması gerekirken; aşağılanan, hor görülen, dayaktan kırıp geçirilen, bir anlık öfke nöbetlerini üzerine kustuğumuz, hiç yokmuş gibi davrandığımız, kafamıza esince terk edip gittiğimiz, yeri gelip kapı dışarı attığımız, bir an bile fikirlerini almayı aklımıza getirmediğimiz yine onlar. Sözün kısası kadın olmak bir lütuf, ama  bedelleri çok ağır. Küçük kadınların korkunç dramı ise madalyonun öte tarafı.

Yazı yazmayı, paylaşmayı ve bu yolla çoğalmayı çok seviyorum. Ancak bazı konular var ki dayak gibi, şiddet gibi ya da küçük kadınlar gibi; klavyemin tuşlarına basarken bile onları incitmekten korkuyorum adeta. Bir kadın olarak, bir genç kız annesi olarak içim bir başka yanıyor o minicik yavruları düşündüğümde.

Ama her yazımın sonunda mutlaka umutlara sarılmaya çalışıyorum. Bu kez de aynını yapalım istiyorum. Eğitimle çözüleceğine inandığım bu drama gelin beraberce dur diyelim. Küçük kadınların sayıları daha fazla artmadan toplum olarak bilgilenelim. Bu travmanın hepimiz için zorlayıcı olduğunu dilimiz döndüğünce anlatalım. Anlatalım ki küçük kadınlar yerine; oyuna ve sevgiye doymuş çocuklarımız, cıvıl cıvıl, umut dolu genç kızlarımız olsun. Yarının anneleri, KADINLARIMIZ el üstünde tutulsun.

Tebessüm dolu yarınlar için, umutlarımızı yeşertmek için, sıcacık yuvaların kurulması için, daha güzel bir gelecek ve nesil için; SEVGİ ve EĞİTİM önceliğimiz olsun.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

04.12.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...