Nereden mi geldi aklıma?
Kızgınlıklarımızla ilgi düşünürken. Hal
böyle olunca duygu harmanımızı eşelemek istedim. Bakalım bu sefer hangi yakıcı
duygumuz, bize nasıl oyunlar oynuyor? Yine uzmanların satırlarından yola
çıkmakta fayda var elbette.
Artık pek çoğumuz
biliyoruz ki, ne düşünürsek, nasıl davranırsak aynısını kendimiz yaşıyoruz.
Kızgın ve çelik tava kıvamına geldiğimizde ise zararın büyük bir kısmı yine
kendimize. Teflon tava kıvamında olmayı başarmak bir mucize mi peki? Elbette
değil. Düşünsenize üstelik o kuvvetli yapının üzerine çekilecek teflon katı ile
neler başarabileceğimizi.
Bunun ilk adımı kendimizin
nerede olduğunu görmek. Olumlu olumsuz yanlarımızla yüzleşmek. Sevmek ve
affetmek. Önce kendimizi. Sonra da etrafımızdakileri. Ancak bu şekilde
hafifleyebiliriz. Kendi enerjimizin farkına varıp hayallerimize sarılabiliriz.
Sırtımızda affedemediğimiz olay ve kişilerin yükleriyle, hangi hayal balonunu
uçurabiliriz ki sorarım size? Bir şekilde kaldırsak dahi bir süre sonra yere
çakılacaklar tabiri yerindeyse.
Affedemediğimiz noktada
başlıyor zaten kızgınlıklarımız. Önce kendimize sonra başkalarına. Söylemediğimiz
cümleler içimizde kabarıp çoşarken biz kızdıkça kızıyoruz hayata. Bilmiyoruz ki
bu arada üzerimize serpilen sevgi damlaları buhar olup uçuyor. Belki bir belki
iki damlayla ateşimiz sönecekken ve onlar sayesinde akışa katılacakken ama
hayır. Biz kızgın olmayı seçiyoruz. Neden peki? Hayatın zorlukları mı?
Çektiğimiz dertler mi? Elbette herkesin yükü kendine ağır. Ama bizler hayata
küstükçe, o minicik sevgi damlalarını görmezden geldikçe nasıl durulacağız ki?
SEVGİ her şeyin en güzel
ilacı demiyor muyuz her daim? Gün olur bir satırda buluruz o nadide damlaları,
gün olur bir arkadaşımızın gözlerinde. Belki gülümseyen bir çocuğun masum
yüzünde. Belki ansızın çalan bir telefonun sesinde. Belki de hiç beklemediğimiz
anda geliveren bir mailde. Ama görebilmek, hissedebilmek için kızgınlıktan
arınmak gerekiyor, diğer olumsuz duygularda olduğu gibi.
Anlıyorum sizi,
incindiniz. Ruhunuz yaralandı bir kez. Ve siz de kızgınlıkla karşıladınız
yaşadıklarınızı. ‘Ben karşımdakine böyle davranmadım ve bunu hiç hak etmedim’
diyorsunuz belki de iç sesinizle. Hepsi kabul. Haklısınız da. Hepimiz aynısını
yapıyoruz zaten. Üstelik uzmanlar; kızgınlık duygusu dozunda ve yerinde
kullanılırsa sınırlarımızı belirleme de yardımcı olduğunu dahi söylüyor. Ancak
gurur yapıp, öfkeye, hiddete dönüştürmek
ve daha da fenası içimizde biriktirmek felaketimiz gibi adeta.
Yapılacak ilk şey ne
peki? Kızgın olduğumuzu kabul etmek. İtiraf edelim ki; bu kabullenişte bile ne
denli zorlandığımız ortada. Ama deneyeceğiz başka çaremiz yok. Ardından uygun
zaman ve yerde bunu karşımızdakine doğrudan belli etmek. Açık açık konuşmak en
iyisi. Elbette zarafetle, bize yakışan şekliyle.
Tıpkı ünlü Yunan düşünür
Aristo’nun dediği gibi;
“Kızgınlığı doğru kişiye, doğru zamanda, doğru
ölçüde, doğru yolla doğrudan ifade etmek gerekir.”
Sırada kendimizi
suçlamaya başlamadan rahatlamaya çalışmak var. Kendimize iyi gelecek herhangi
bir yöntemle. Bunu en iyi kendimiz deneyerek öğrenebiliriz. Önemli olan o
baskıyı üzerimizden atmak. Kızgın tava olmadan serinlemeye çalışmak. İşte bu
noktada o sevgi damlacıklarını dört gözle aramak. Fark ettiğimiz noktada
gülümsemek, ses vermek, uzatılan eli tutmak için çaba göstermek. Hepsi
damlaların sayısını artırmak adına.
Her zaman derim;
gerçekten de kızdığımız da elimize hiçbir şey geçmiyor. Sadece kendimizi yiyip
bitiriyoruz o kadar. Enerjimiz azalıyor. Hayat daha çekilmez görünüyor
gözümüze. Ve biliyor musunuz kızgınlıklarımızın temelinde yatan gerçek sebebi?
Korkularımız. Uzmanlar böyle diyor. Özellikle de suçlanma ya da güçsüzlük
korkusu bunun başlıca sebebiymiş.
Ben kızgınlığımızı sıcak
çelik tavaya benzetmiştim. Bakın Avustralya yerlileri Aborjinler neye
benzetiyor? "Bir Çift Yürek" kitabının yazarı Amerikalı ünlü kadın
yazar ve metafizikçi Marlo Morgan’ın satırlarıyla.
‘’Bir kimse kızdığı
zaman, yaşam enerjisi; su gibi akmak yerine, her iki tarafa itilir ve keskin
uçlu bir hale gelir. Bu, bedenin içine girer ve organlara zarar verir. Kızgınlık
aynı, bedende yara açan ve çıkarılması zor bir mızrak gibidir. Gücenmenin de uçları
sivridir ama onunkilerin uçlarında bir diken vardır. İnsanın içine saplanıp
daha uzun süre orada kalır. Zaman bir dairedir. Bizim ilişkilerimiz de. Bizler yaşamın
ilk yıllarında her bir daireyi (ilişkiyi) kapatmanın önemini öğrendik. Eğer bir
anlaşmazlık varsa biz bu çözümlenene kadar uyanık kalırız. Yarın ya da ileri ki
bir tarihte çözüm bulmayı umarak gidip uyumayız. Çünkü bu, daireyi uçları
kırılabilir bir halde açık bırakmak olur. Eğer yüreğinde başka insanlara karşı
kötü duygularla yürüyüp gidersen; bu yaşamının başka anlarında yinelenecektir. Bir
kez değil, dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek, öğrenmek, olanlardan
ders almak ve huzur içinde yürüyüp gitmek en iyisidir."
Öyle güzel özetlenmiş ki
yapmamız ve yapmamamız gerekenler. Bile bile kendi bedenimize hasarlar
veriyoruz aslında. Unutmadıkça, affetmedikçe de o hasarlar hiç kaybolmuyor.
Öyle değil mi? Biraz cesaret, biraz özveri; SEVGİnin bir damladan binlerce
damlaya dönüşmesi demek. Önce içimizde çoğalsın bu damlalar. Sonra da
etrafımıza dağıtalım cömertçe. Ruhumuz ışıl ışıl olsun.
Amerikalı bir bilim
kadını ve aynı zamanda psikoterapist olan Barbara Ann Brennan; kendimizi
iyileştirebilecek tek kişinin yine kendimiz olduğunu belirtir her yazısında. Ve
böylece güçleneceğimizi vurgular. Yazılarından çıkardığım ana hatları paylaşmak
isterim.
Değişime hazırlanmak,
Korkmayı bırakmak,
Hayal ettiklerimize ve
özlemlerimize yoğunlaşmak,
Hayatın
zorluklarını(acı, hastalık, sorunlar) bir vesile gibi kabul etmek,
Cesaretle ruhumuzun
ışığını ortaya çıkarmak,
Önce kendimizi mutlu
etmeye çalışmak ve sonra etrafımızdakilere yaymak.
Başta biraz zorlayıcı
gibi dursa da aslında hepsini biliyoruz. Biliyoruz ama yapmıyoruz ya da
yapamıyoruz. Neden mi? Çünkü kalbimizin, ruhumuzun kilitlerini açamıyoruz. O kilitlerin
ardında yaşamayı, yaşamak zannediyoruz. Belki deniyoruz kendi çapımızda. Ama bir
kez olmayınca hemen küsüyoruz hayata, hatta kendimize. Böyle yaptığımızda sadece
zamanı öldürdüğümüzün farkına varamıyoruz. Üstelik yaşamın güzellikleri bizim
bu aheste takılmalarımızı beklemiyor. Saatler günler aylar birbirini kovalıyor.
Bunu hiç unutmamak gerek.
Ama olsun belki vakit
ŞİMDİ gelmiştir. Belki doğru zaman sizin için, benim için, bizler için ŞİMDİKİ
zamandır. Hiçbir adım için geç değil. Yeter ki kalben inanalım. Ve ilk adımı
sevgiyle atalım. Olmaz mı?
Gelin son sözlerimizi M.Ö.
2000’li yıllarda yazılmış bir Hitit duvar yazısında yer alan duaya verelim. ‘’Tanrım,
bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET, değiştiremeyeceğim
şeyleri kabul etmek için SABIR, ikisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver!’’
Ben inanıyorum hepimizde
bu özellikler var. Cesaretle değişebilir, sabırla dayanabilir, akılla hayatın
zorlu kulvarlarındaki koşuda neyin ne olduğunu net bir şekilde fark edebiliriz.
Işıltısı göz kamaştıracak bir ruh mu? Yoksa yer yer lekeler içinde kalmış hatta
dibi aşınmaya yüz tutmuş kızgın bir çelik tava olmak mı? Tercih sadece BİZİM
KENDİMİZİN.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
18.11.2013
Eline kalemine sağlık arkadaşım.Ruhunun derinlerindeki sevgi enerjinle hep sevgiyle kal.MERYEM NKL
YanıtlaSil