Son
derece radikal bir cümle, öyle değil mi? Peki hangimiz bu cümleyi içtenlikle
söyleyebilecek kadar cesuruz dersiniz? Bir elin parmaklarını geçmez belki de.
Farkında
olmadan ne çok eleştiride bulunuyoruz aslında. Bizimle düşüncesini paylaşan,
belki de binbir zorlukla kalbini açan birisine eleştiri oklarımızı fırlatıyoruz
acımasızca. Üstelik empati yaptığımızı düşünüyoruz. Ta ki benzer durum bizim
başımıza gelinceye değin. İşte o zaman anlıyoruz ki; işin aslı dışardan
göründüğü gibi değilmiş. İnsanın iç yangını daha bir başkaymış.
Konunun
uzmanları; etrafındakileri sürekli eleştiren, yargılayan ve hatta küçük gören
kişilerin; aslında kendi içlerindeki utançla yüzleşmekten korktuklarını
söylüyor. İtiraf etmeliyim, hiç böyle düşünmemiştim.
Kendimize
yeterince güvenmiyoruz. Kusurlarımızla yüzleşip düzeltmek yerine bunlara bir
kılıf arıyoruz sadece. Böylece tenkitlerimizin ardı arkası kesilmiyor ve biz
hep haklı olmaya çabalıyoruz. Sonuçta
kendimizi kandırarak rahatlıyoruz. Öyle değil mi?
Oysaki
yapmamız gereken kendimize karşı dürüst olup, eksik ve hatalı yanlarımızı
görebilmekte. Görüp de kabullenmekte saklı. O zaman hayatın akışındaki
engelleri kaldırmamız kolaylaşacak. Çünkü o engeller bizim tarafımızdan konuluyor
yılların birikimi içinde.
Bununla
beraber bir de mükemmel olmaya çalışma durumumuz var. Herkese karşı görevini
hatasız yapan kişiler olmak neden bu kadar önemli? Ben de zaman zaman böyle
davrandığımı fark ediyorum ne yazık ki.
Çevremizin
dediklerini fazlaca önemsediğimiz için mi acaba? Laf gelmesinden, suçlanmaktan
korktuğumuz için mi yoksa?
Hiç
kendimizi hırpalamayalım boşuna. Çünkü karşımızdaki kişi bizi, yaptıklarımızı, düşüncelerimizi
ancak kapasitesi ve bakış açısının genişliği kadar anlayabiliyor. Dar bir bakış
açısına ne yapsak da fayda etmiyor. Hepimiz yaşamımız boyunca buna benzer pek
çok olayla karşılaştık. Belki kalbimiz kırıldı, belki çok üzüldük. Mutsuzluğumuz
gün be gün artarken, giderek çekilmez bir hale bile geldik.
Değdi
mi peki tüm bu zahmete? Elbette hayır.
Ah…
o kalıplaşmış yargılarımız. Kendimizi kapattığımız kalın duvarlarımız. Özümüze,
gerçek doğamıza tamamen uzakta yaşamaya alışkın yanlarımız. Kalıcılığımızı
artırmak için yaptığımız bitmek tükenmek bilmez çabalarımız. Hep maddiyata
yönelik arzularımız. Duvarlarımızın ardında yaşarken ve kendimizi mutsuz,
çaresiz hissederken; aslında dışarıda muhteşem bir hayat devam ediyor. Biz
görmüyor, dokunmuyoruz bu güzelliklere. Korkularımız ve güvensizliğimiz
yüzünden.
Peki
nereye kadar. Bunun sonu var mı? Yok.
Diğer
korkularımız gibi suçlanma korkusunu da yenmemiz şart. Yolu ise önce bu
korkudan kurtulmaya karar vermek; sonra da kalben inanmaktan geçiyor.
Ne
zaman kendimize karşı dürüst olursak, ne zaman kötü yanlarımızı sevgiyle kabul
edersek; işte o zaman kocaman bir adımla duvarlarımızı yıkmış; özümüzle
kucaklaşmış olacağız.
Kendini
eleştiri konusunda bakın Amerikalı çağdaş yazar Peter Alexander McWilliams ne
diyor? Biraz uzunca ama her satırı okunmaya değer inanın.
‘’Aynada
gördüğünüz her şey hoşunuza gitmeyebilir. Ama aynaya bakıp kendinizle ilgili
her şeyi kabul edene kadar; istediğiniz hiçbir değişikliği
gerçekleştiremezsiniz. Diğer insanları suçlamanın bize faydası yoktur. Başka insanların eylemleri ve bizim bu
eylemlerle ilgili yargılarımız vardır. Eğer dosdoğru yargıya bakabilirsek,
kendimizle ilgili benzer yargılara ulaşırız.
Diğerleri hakkındaki acımasız eleştirileriniz, kendiniz hakkında kabul
etmeniz gerekenlerdir. Bunu yapabilir
misiniz? Diğerlerine verdiğiniz tüm
öğütlerin sonunda, gideceği tek bir yer vardır; SİZ.’’
Ne
kadar önemli satırlar. Gün geliyor öfke dolu birisine verip veriştiriyoruz;
sakin olmasını öğütleyip duruyoruz. Gün oluyor cesaretsiz birisini korkaklıkla
suçluyoruz. Kendi içimizdeki gizli öfkeyi, belki korkumuz yüzünden yapamayıp
ertelediğimiz yığınla hayali yok sayarak.
Eleştiriler,
suçlamalar, yargılar ve geldiğimiz sonuç.
KENDİMİZ!
Sorun
sadece ve sadece bizimle alakalı.
Özümüzle.
Özümüze inmedikten sonra; ne yapsak nafile.
ÖZÜMÜZ
öyle güzel ki her birimizin.
Kendine
has renklerle dopdolu. Albenili.
Gerçeği
olduğu gibi gören ama, yargılamayan en nadide tarafımız.
Koşulsuz
sevginin sıcaklığında şefkat dolu yanımız.
Etrafımızdakileri
oldukları gibi kabul ediyor.
Sorgusuz
sualsiz onları kendi yollarına sevgiyle uğurluyor.
Ve
bu muhteşem parçamız bize karşı hep dürüst.
Yeter
ki biz sesine kulak verelim. Sevgisini hissedelim. Bilinçaltımızın tuzaklarına
düşüp; özgürlüğünü elinden almayalım. Geçmiş yazılarımda da değinmiştim. Bize
kötülük yapanları, hatta hayatımızı çekilmez hale getirenleri affedelim. Hatta teşekkür
edelim. Çünkü onlar bilmeden bizi kendi özümüzle yüzleştiriyorlar bir şekilde.
O zor anlarda bunu anlamamız mümkün değilse de; en azından bilelim istiyorum.
Şimdi
neyi onurlandırmayı düşünüyorsak ona karar verme zamanımız olsun. Önce kendimizi
onurlandıralım sevgimizle. Terk etmek istediğimiz her neyimiz varsa hepsini
sevgiyle özgürleştirelim. Kızgınlıkla, öfkeyle değil. Bunu yapabilirsek, özümüzle
içimizdeki utanç duygusunu yenmemiz an meselesi diye düşünüyorum. (devamı 2/2’de)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.10.2013
Çok doğru farkındalıklar, uyarılar bilgiler yüreğinize sağlık :)
YanıtlaSil