11 Aralık 2014 Perşembe

İÇİMİZDEKİ UTANÇ (1/2)

‘’Eleştiriyorum, çünkü içimdeki utançla yüzleşmekten korkuyorum. Suçu başkalarına atmak, onları yargılamak daha kolayıma gidiyor.‘’

Son derece radikal bir cümle, öyle değil mi? Peki hangimiz bu cümleyi içtenlikle söyleyebilecek kadar cesuruz dersiniz? Bir elin parmaklarını geçmez belki de.

Farkında olmadan ne çok eleştiride bulunuyoruz aslında. Bizimle düşüncesini paylaşan, belki de binbir zorlukla kalbini açan birisine eleştiri oklarımızı fırlatıyoruz acımasızca. Üstelik empati yaptığımızı düşünüyoruz. Ta ki benzer durum bizim başımıza gelinceye değin. İşte o zaman anlıyoruz ki; işin aslı dışardan göründüğü gibi değilmiş. İnsanın iç yangını daha bir başkaymış.

Konunun uzmanları; etrafındakileri sürekli eleştiren, yargılayan ve hatta küçük gören kişilerin; aslında kendi içlerindeki utançla yüzleşmekten korktuklarını söylüyor. İtiraf etmeliyim, hiç böyle düşünmemiştim.

Kendimize yeterince güvenmiyoruz. Kusurlarımızla yüzleşip düzeltmek yerine bunlara bir kılıf arıyoruz sadece. Böylece tenkitlerimizin ardı arkası kesilmiyor ve biz hep haklı olmaya çabalıyoruz.  Sonuçta kendimizi kandırarak rahatlıyoruz. Öyle değil mi?

Oysaki yapmamız gereken kendimize karşı dürüst olup, eksik ve hatalı yanlarımızı görebilmekte. Görüp de kabullenmekte saklı. O zaman hayatın akışındaki engelleri kaldırmamız kolaylaşacak. Çünkü o engeller bizim tarafımızdan konuluyor yılların birikimi içinde.

Bununla beraber bir de mükemmel olmaya çalışma durumumuz var. Herkese karşı görevini hatasız yapan kişiler olmak neden bu kadar önemli? Ben de zaman zaman böyle davrandığımı fark ediyorum ne yazık ki.

Çevremizin dediklerini fazlaca önemsediğimiz için mi acaba? Laf gelmesinden, suçlanmaktan korktuğumuz için mi yoksa?

Hiç kendimizi hırpalamayalım boşuna. Çünkü karşımızdaki kişi bizi, yaptıklarımızı, düşüncelerimizi ancak kapasitesi ve bakış açısının genişliği kadar anlayabiliyor. Dar bir bakış açısına ne yapsak da fayda etmiyor. Hepimiz yaşamımız boyunca buna benzer pek çok olayla karşılaştık. Belki kalbimiz kırıldı, belki çok üzüldük. Mutsuzluğumuz gün be gün artarken, giderek çekilmez bir hale bile geldik.

Değdi mi peki tüm bu zahmete? Elbette hayır.

Ah… o kalıplaşmış yargılarımız. Kendimizi kapattığımız kalın duvarlarımız. Özümüze, gerçek doğamıza tamamen uzakta yaşamaya alışkın yanlarımız. Kalıcılığımızı artırmak için yaptığımız bitmek tükenmek bilmez çabalarımız. Hep maddiyata yönelik arzularımız. Duvarlarımızın ardında yaşarken ve kendimizi mutsuz, çaresiz hissederken; aslında dışarıda muhteşem bir hayat devam ediyor. Biz görmüyor, dokunmuyoruz bu güzelliklere. Korkularımız ve güvensizliğimiz yüzünden.

Peki nereye kadar. Bunun sonu var mı? Yok.

Diğer korkularımız gibi suçlanma korkusunu da yenmemiz şart. Yolu ise önce bu korkudan kurtulmaya karar vermek; sonra da kalben inanmaktan geçiyor.

Ne zaman kendimize karşı dürüst olursak, ne zaman kötü yanlarımızı sevgiyle kabul edersek; işte o zaman kocaman bir adımla duvarlarımızı yıkmış; özümüzle kucaklaşmış olacağız.

Kendini eleştiri konusunda bakın Amerikalı çağdaş yazar Peter Alexander McWilliams ne diyor? Biraz uzunca ama her satırı okunmaya değer inanın.

‘’Aynada gördüğünüz her şey hoşunuza gitmeyebilir. Ama aynaya bakıp kendinizle ilgili her şeyi kabul edene kadar; istediğiniz hiçbir değişikliği gerçekleştiremezsiniz. Diğer insanları suçlamanın bize faydası yoktur.  Başka insanların eylemleri ve bizim bu eylemlerle ilgili yargılarımız vardır. Eğer dosdoğru yargıya bakabilirsek, kendimizle ilgili benzer yargılara ulaşırız.   Diğerleri hakkındaki acımasız eleştirileriniz, kendiniz hakkında kabul etmeniz gerekenlerdir.   Bunu yapabilir misiniz?   Diğerlerine verdiğiniz tüm öğütlerin sonunda, gideceği tek bir yer vardır; SİZ.’’

Ne kadar önemli satırlar. Gün geliyor öfke dolu birisine verip veriştiriyoruz; sakin olmasını öğütleyip duruyoruz. Gün oluyor cesaretsiz birisini korkaklıkla suçluyoruz. Kendi içimizdeki gizli öfkeyi, belki korkumuz yüzünden yapamayıp ertelediğimiz yığınla hayali yok sayarak.

Eleştiriler, suçlamalar, yargılar ve geldiğimiz sonuç.

KENDİMİZ!

Sorun sadece ve sadece bizimle alakalı.
Özümüzle. Özümüze inmedikten sonra; ne yapsak nafile. 
ÖZÜMÜZ öyle güzel ki her birimizin.
Kendine has renklerle dopdolu. Albenili.
Gerçeği olduğu gibi gören ama, yargılamayan en nadide tarafımız.
Koşulsuz sevginin sıcaklığında şefkat dolu yanımız.
Etrafımızdakileri oldukları gibi kabul ediyor.
Sorgusuz sualsiz onları kendi yollarına sevgiyle uğurluyor.
Ve bu muhteşem parçamız bize karşı hep dürüst.

Yeter ki biz sesine kulak verelim. Sevgisini hissedelim. Bilinçaltımızın tuzaklarına düşüp; özgürlüğünü elinden almayalım. Geçmiş yazılarımda da değinmiştim. Bize kötülük yapanları, hatta hayatımızı çekilmez hale getirenleri affedelim. Hatta teşekkür edelim. Çünkü onlar bilmeden bizi kendi özümüzle yüzleştiriyorlar bir şekilde. O zor anlarda bunu anlamamız mümkün değilse de; en azından bilelim istiyorum.

Şimdi neyi onurlandırmayı düşünüyorsak ona karar verme zamanımız olsun. Önce kendimizi onurlandıralım sevgimizle. Terk etmek istediğimiz her neyimiz varsa hepsini sevgiyle özgürleştirelim. Kızgınlıkla, öfkeyle değil. Bunu yapabilirsek, özümüzle içimizdeki utanç duygusunu yenmemiz an meselesi diye düşünüyorum. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.10.2013


1 yorum:

  1. Çok doğru farkındalıklar, uyarılar bilgiler yüreğinize sağlık :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...