11 Aralık 2014 Perşembe

İÇİMİZDEKİ UTANÇ (2/2)

Şimdi sorarım size; hangimiz hayatın akışı içinde aldığımız kararların hep doğru olmasını; çevremiz tarafından desteklenmesini istemiyor ki?

Bencil yanımız, egomuz böyle besliyor düşüncelerimizi çünkü. Haklı olduğumuzu her ispat edişimiz; egomuzu daha da parlatıyor farkında değilken biz.

Ancak ne zaman eleştiri alıyoruz, o zaman umutsuzluk başlıyor içimizde ufak ufak. Önce tepki gösteriyoruz. Kabul etmiyoruz. Haksızlık yapıldığını düşüyoruz. Hemen savunmaya geçiyoruz. Hatta yeri geliyor bizi eleştirenlerle yollarımızı ayırıyoruz. Olayları hep kendi bakış açımızla değerlendirmeye, ben merkezli düşünmeye alışmışız bir kere.

Aslında kendimiz ve yaptıklarımızla yüzleşmemiz için en uygun zaman değil midir bu? Daha önce düşünmediklerimizi düşünmek için bir vesile. Belki farklı bir nokta yakalayacağız. Belki gerçekten yanlış yaptığımızı fark edeceğiz. Belki çok iyi niyetliyiz. Belki tam o anda  değişik bir bakış açısı yakalayacağız. Hepsi bizim kabulümüzle alakalı. Üstelik bize faydalı bir dokunuşta bulundukları için de bir teşekkürü hak ediyorlar.

Eleştirilere, yargılara olumlu bakıp; gerçeklerin farkında olarak izin verenlerden olmak muhteşem bir duygu.

Su gibi akışta olmak bir nevi.
Kabullenmek.
Teslim olmak.
İçimizdeki sevgiye ve özümüzün gücüne inanarak. Kendi yolumuzu açmak adına. Yüreğimizle hissederek. Öylesine laf olsun diye değil ama.
Farkındalıkla.

İşte tam bu noktadayken; direnç göstermediğimizi, BÜTÜNE bakabildiğimizi belirtiyor uzmanlar. Dolayısıyla radarlarımız açık, saf bilincimizle akışa katılıyoruz. Ve bu büyü sevgimizle beraber yolumuzdaki en güvenli itici gücümüz oluyor.

Özgürüz artık. Duvarlarımız yok. Özümüzün güzelliğini hissedebiliyoruz.

Ancak işimiz henüz bitmedi. Bir şeyler yaratmamız gerekiyor. Keşfettiğimiz ve özgürlüğüne kavuşturduğumuz özümüzle; her neyi yapmak istiyorsak; onu ele almamız için en güzel zamandayız. 

Bunu heba eder, serseri mayın misali günlerimizi boşuna tüketirsek; bir süre sonra özgür olmamızın da anlamı kalmayacak çünkü. Hayallerimizi süsleyen bir tercih yapmalı ve o yolda ilerlemeliyiz. Böylece hem kendimizi mutlu edeceğiz; hem de etrafımıza yaydığımız ışıltı pek çok kalbe dokunacak.

Nasıl mı?

Mutluluğumuzun olumlu titreşimlerini etrafımıza yayarken, bu güzel enerjiyi hissedenlerle aynı ritmi yakalayacağız. Benzer frekanslar iki tarafı da rezonansa getirecek. Dolayısıyla gücü artacak. Tıpkı sıcacık sevgiyle tebessüm ettiğimizde, karşımızdakilerin buna karşılık verdiği anda içimize yayılan o tatlı sıcaklık gibi.

Aynı şey elbette negatif durumlar için de geçerli. Negatife negatif etki vermek onun da katlanarak artmasına sebep oluyor. Öfkeye kızgınlıkla karşılık vermek de.

Yeri geliyor incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebep; bir anda kocaman bir üzüntü bulutu olup tepemizde yer tutuyor. Bu karamsar bulutlardan korunmak için de elimizden geldiğince; negatife bile pozitif tepki verebilmemiz lazım. Kabul ediyorum ki zor. Ama imkansız değil. Minicik denemelerde başarılı olduğunuzda, daha büyükleri için güven duyuyorsunuz. Özgüveniniz artıyor. Ben bunu deneyenlerdenim.

Sevginin o muhteşem frekansı özümüzden öyle güçlü çıkmalı ki; karamsar bulutlar anında dağılmalı. Korkumuz, sevgiyle yer bir olmalı.

Bana göre hem eleştiri yapmak, hem de eleştiriye cevap vermek bir sanat. Çünkü zarafetle ve saygıyı koruyarak eleştiri yapmayı hepimiz başaramıyoruz. Gönül ve kalp kırmadan yapılmalı. Mutlaka iyilik tınıları içermeli. Yapıcı olmalı. Yeri ve zamanı iyi ayarlanmalı. Dozu da. Sevgi sözcükleriyle öyle güzel kuvvetlendirilmeli ki; zorlamadan mesaj yerine ulaşmalı. Tepkisiz, kabulle.

Peki gönül kıran, dozunu ve haddini aşan eleştirileri ne yapacağız? Üstelik diğerinden o kadar çok ki; yok saymamız mümkün değil. Üslupsuz, haddini aşan tınılarla dolu. Dolayısıyla bizleri kırıyor, incitiyor hatta öfkelendiriyor. Ancak böyle zamanlarda iş yine bize düşüyor. Ne zaman öfkemize hakim olursak, ne zaman yorumun doğru olup olmadığı üzerinde düşünebilirsek; o zaman başarılıyız demek. Eleştiriye açık olmak, eleştirilerden korkmuyor olmak özgüvenin şık bir göstergesi. Hele hele bir de dikkate alabiliyorsak.

Kişisel gelişim konusunda dünyanın kabul ettiği Amerikalı yaşam koçu Debbie Ford bakın ne diyor?

‘’Her birimiz gördüğümüz her niteliği sergileme yeteneğine sahibiz. Holografik dünyanın bir parçası olarak biz gördüğümüz her şeyiz, yargıladığımız her şeyiz, hayran olduğumuz her şeyiz.’’

Bu muhteşem hayatla dans etmemiz, ritimlerine ayak uydurmamız için kalbimizin aracılığı ile içimizdeki müziği duymamız gerektiğinde hemfikir uzmanlar. Böylece kalabalık yapan, kafamızı karıştıran, net düşünmemizi engelleyen diğer sesleri daha az duymaya başlıyoruz.

Kendimize güvenerek, cesaretimizden bir an bile şüphe etmeden kalp sesimize odaklanma zamanı şimdi. Özümüz bizi hasretle bekliyor inanın bana.

O halde gelin kendimize ve sevgimize güvenmekle başlayalım işe. Egomuzu serbest bırakarak devam edelim. Gerekirse onunla konuşalım. Tüm kontrolün bizde kalbimizde olduğunu defalarca tekrar edelim. Başkalarına değil önce kendimize bakalım. Kendimizi sevmekten bir an olsun vaz geçmeden, cesaretimizi körükleyelim.

Kendimiz dahil hiç kimse mükemmel değil. Olması da gerekmiyor. Hatalarımızla, öğrendiklerimizle varız biz. Olayları, insanları olduğu gibi kabul ettiğimiz sürece; sevgimizin tılsımını karşılıksız dağıtmaya devam edeceğiz. Yapıcı eleştiri yapacak, haddini aşan ve belki kalbimizi kıran eleştirileri de büyük bir olgunlukla karşılayacağız. Ben buna inanıyorum.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...