Şimdi
sorarım size; hangimiz hayatın akışı içinde aldığımız kararların hep doğru olmasını;
çevremiz tarafından desteklenmesini istemiyor ki?
Bencil
yanımız, egomuz böyle besliyor düşüncelerimizi çünkü. Haklı olduğumuzu her
ispat edişimiz; egomuzu daha da parlatıyor farkında değilken biz.
Ancak
ne zaman eleştiri alıyoruz, o zaman umutsuzluk başlıyor içimizde ufak ufak.
Önce tepki gösteriyoruz. Kabul etmiyoruz. Haksızlık yapıldığını düşüyoruz. Hemen
savunmaya geçiyoruz. Hatta yeri geliyor bizi eleştirenlerle yollarımızı
ayırıyoruz. Olayları hep kendi bakış açımızla değerlendirmeye, ben merkezli
düşünmeye alışmışız bir kere.
Aslında
kendimiz ve yaptıklarımızla yüzleşmemiz için en uygun zaman değil midir bu?
Daha önce düşünmediklerimizi düşünmek için bir vesile. Belki farklı bir nokta
yakalayacağız. Belki gerçekten yanlış yaptığımızı fark edeceğiz. Belki çok iyi
niyetliyiz. Belki tam o anda değişik bir
bakış açısı yakalayacağız. Hepsi bizim kabulümüzle alakalı. Üstelik bize
faydalı bir dokunuşta bulundukları için de bir teşekkürü hak ediyorlar.
Eleştirilere,
yargılara olumlu bakıp; gerçeklerin farkında olarak izin verenlerden olmak
muhteşem bir duygu.
Su
gibi akışta olmak bir nevi.
Kabullenmek.
Teslim
olmak.
İçimizdeki
sevgiye ve özümüzün gücüne inanarak. Kendi yolumuzu açmak adına. Yüreğimizle
hissederek. Öylesine laf olsun diye değil ama.
Farkındalıkla.
İşte
tam bu noktadayken; direnç göstermediğimizi, BÜTÜNE bakabildiğimizi belirtiyor
uzmanlar. Dolayısıyla radarlarımız açık, saf bilincimizle akışa katılıyoruz. Ve
bu büyü sevgimizle beraber yolumuzdaki en güvenli itici gücümüz oluyor.
Özgürüz
artık. Duvarlarımız yok. Özümüzün güzelliğini hissedebiliyoruz.
Ancak
işimiz henüz bitmedi. Bir şeyler yaratmamız gerekiyor. Keşfettiğimiz ve
özgürlüğüne kavuşturduğumuz özümüzle; her neyi yapmak istiyorsak; onu ele
almamız için en güzel zamandayız.
Bunu heba eder, serseri mayın misali
günlerimizi boşuna tüketirsek; bir süre sonra özgür olmamızın da anlamı
kalmayacak çünkü. Hayallerimizi süsleyen bir tercih yapmalı ve o yolda
ilerlemeliyiz. Böylece hem kendimizi mutlu edeceğiz; hem de etrafımıza
yaydığımız ışıltı pek çok kalbe dokunacak.
Nasıl
mı?
Mutluluğumuzun
olumlu titreşimlerini etrafımıza yayarken, bu güzel enerjiyi hissedenlerle aynı
ritmi yakalayacağız. Benzer frekanslar iki tarafı da rezonansa getirecek.
Dolayısıyla gücü artacak. Tıpkı sıcacık sevgiyle tebessüm ettiğimizde, karşımızdakilerin
buna karşılık verdiği anda içimize yayılan o tatlı sıcaklık gibi.
Aynı
şey elbette negatif durumlar için de geçerli. Negatife negatif etki vermek onun
da katlanarak artmasına sebep oluyor. Öfkeye kızgınlıkla karşılık vermek de.
Yeri
geliyor incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebep; bir anda kocaman bir üzüntü
bulutu olup tepemizde yer tutuyor. Bu karamsar bulutlardan korunmak için de
elimizden geldiğince; negatife bile pozitif tepki verebilmemiz lazım. Kabul
ediyorum ki zor. Ama imkansız değil. Minicik denemelerde başarılı olduğunuzda,
daha büyükleri için güven duyuyorsunuz. Özgüveniniz artıyor. Ben bunu
deneyenlerdenim.
Sevginin
o muhteşem frekansı özümüzden öyle güçlü çıkmalı ki; karamsar bulutlar anında
dağılmalı. Korkumuz, sevgiyle yer bir olmalı.
Bana
göre hem eleştiri yapmak, hem de eleştiriye cevap vermek bir sanat. Çünkü
zarafetle ve saygıyı koruyarak eleştiri yapmayı hepimiz başaramıyoruz. Gönül ve
kalp kırmadan yapılmalı. Mutlaka iyilik tınıları içermeli. Yapıcı olmalı. Yeri ve
zamanı iyi ayarlanmalı. Dozu da. Sevgi sözcükleriyle öyle güzel kuvvetlendirilmeli
ki; zorlamadan mesaj yerine ulaşmalı. Tepkisiz, kabulle.
Peki
gönül kıran, dozunu ve haddini aşan eleştirileri ne yapacağız? Üstelik diğerinden
o kadar çok ki; yok saymamız mümkün değil. Üslupsuz, haddini aşan tınılarla
dolu. Dolayısıyla bizleri kırıyor, incitiyor hatta öfkelendiriyor. Ancak böyle
zamanlarda iş yine bize düşüyor. Ne zaman öfkemize hakim olursak, ne zaman yorumun
doğru olup olmadığı üzerinde düşünebilirsek; o zaman başarılıyız demek. Eleştiriye
açık olmak, eleştirilerden korkmuyor olmak özgüvenin şık bir göstergesi. Hele
hele bir de dikkate alabiliyorsak.
Kişisel
gelişim konusunda dünyanın kabul ettiği Amerikalı yaşam koçu Debbie Ford bakın
ne diyor?
‘’Her
birimiz gördüğümüz her niteliği sergileme yeteneğine sahibiz. Holografik
dünyanın bir parçası olarak biz gördüğümüz her şeyiz, yargıladığımız her şeyiz,
hayran olduğumuz her şeyiz.’’
Bu
muhteşem hayatla dans etmemiz, ritimlerine ayak uydurmamız için kalbimizin
aracılığı ile içimizdeki müziği duymamız gerektiğinde hemfikir uzmanlar. Böylece
kalabalık yapan, kafamızı karıştıran, net düşünmemizi engelleyen diğer sesleri daha
az duymaya başlıyoruz.
Kendimize güvenerek, cesaretimizden bir an bile şüphe etmeden kalp sesimize odaklanma
zamanı şimdi. Özümüz bizi hasretle bekliyor inanın bana.
O
halde gelin kendimize ve sevgimize güvenmekle başlayalım işe. Egomuzu serbest
bırakarak devam edelim. Gerekirse onunla konuşalım. Tüm kontrolün bizde kalbimizde
olduğunu defalarca tekrar edelim. Başkalarına değil önce kendimize bakalım.
Kendimizi sevmekten bir an olsun vaz geçmeden, cesaretimizi körükleyelim.
Kendimiz
dahil hiç kimse mükemmel değil. Olması da gerekmiyor. Hatalarımızla, öğrendiklerimizle
varız biz. Olayları, insanları olduğu gibi kabul ettiğimiz sürece; sevgimizin
tılsımını karşılıksız dağıtmaya devam edeceğiz. Yapıcı eleştiri yapacak,
haddini aşan ve belki kalbimizi kıran eleştirileri de büyük bir olgunlukla
karşılayacağız. Ben buna inanıyorum.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder