8 Eylül 2015 Salı

BİR NİYETİM VAR EVRENE


Kalpten inanmanın, niyet etmenin gücü muhteşem. Daha önceki yazılarımda zaman zaman işledim bu konuyu. Çünkü önemsiyorum. Yeniden hatırlamakta, şöyle bir durup düşünmekte fayda var diye düşünüyorum.

Önce harika bir öykü var paylaşacağım. Gerçek bir yaşanmışlık öyküsü. Alacağımız ders öyle güzel ki.  Ve ben bu yazımla, dünyada böyle insanların çoğalması niyetimi evrene bırakıyorum.

Yolumuz Japonya’ya düşüyor bu sefer. Felsefesi barış olan ve savunma amaçlı öğretilen Aikido sporunda ustalaşmış Amerikalı Teryy Dobson’a ait.

‘’Tokyo’da bulunduğu günlerden birinde, Teryy oldukça tenha bir trene biner. Bulunduğu vagonda birkaç çift ve bebekli bir kadın dışında kimseler yoktur.

Ancak istasyonların birinden son derece sarhoş, üstü başı perişan bir adam biner. Daha biner binmez; önüne çıkan ve kucağında bebeğini taşıyan bir kadına yumruk atar. 

Bir yandan da ağza alınmayacak kadar kötü küfürler eder. Dengesini kaybeden kadın bebeği ile savrulur. Oturmakta olan bir çiftin kucağına düşer.

Bir anda korkup, panikleyen yaşlıca bir başka kadın ise tam uzaklaşmak isterken; sarhoş adamın tekmesiyle ileriye savrulur. Herkes korkudan büyümüş gözlerle adamı izlemeye başlar.

İşte tam bu sırada dövüş sanatının ustası Teryy yerinden kalkar. Adamın yaptıklarına son veremeye en uygun kişi sıfatıyla gözlerini adama diker.

Öyle ya, hem iri yarı hem de usta bir dövüşçüdür. Tek bir hamlede adama hak ettiği cezayı verecektir. Gerçi Aikido bir barış sanatıdır; ama yeri geldiğinde uygulanmalı ve hak edene gerekli ceza da verilmelidir diye düşünür.

Kendinden hayli emin bir şekilde adamın kendisini fark etmesini bekler. Ve o beklenen an gelir. Küfürlerle kendisine yaklaşmakta olan adama tam haddini bildireceği sırada; vagonun arkalarından hayli güçlü ve neşeli bir ses duyulur. Sesin sahibi yetmiş yaşlarında, tertemiz giyimli, küçük ihtiyar bir bilgedir. Ve gülümseyen gözleriyle sarhoş adamın gözlerinin içine bakarken; onu yanına çağırmaktadır.

Bu beklenmedik davet karşısında; sarhoş adam pek şaşırır. Ardından yaşlı adama olmadık hakaretler yağdırır. Ancak bilgemiz sanki bu ağır sözler kendisine hiç söylenmemiş gibi; gülümsemesine devam eder. Adama ne içtiğini sorar. 

Yanıt Japonların meşhur içkisi sakidir. Bilge adam bu cevabı coşkuyla karşılar. Kendisinin de eşiyle beraber her gece bahçesinde saki içerek gün batımını izlediğini ve bu içkiyi sevdiğini belirtir.

Sesindeki yumuşaklık, gözlerindeki anlayış ve hoşgörü sarhoş adamı bir kez daha sarhoş eder. O sert yüzü yumuşamaya başlar. Artık sesinde eski öfkesinden eser yoktur.

Bilge adam onunla konuşmaya devam eder. Ailesini, eşini sorar. Hayatta hiçbir şeye sahip olmadığını, evsiz, parasız ve hatta ailesiz olduğunu öğrenir. Hep sokaklarda kalmak zorunda olduğunu belirten sarhoş adam; bir anda ağlamaya başlamıştır. Öyle ki onun bu hıçkırıkları tüm vagonu hüzne boğar.  

Bilge adam, onu yanına oturtur. Anlattıklarını anlayışla dinler. Bir süre sonra ineceği durağa gelen Teryy; kendinden ve adam hakkındaki düşüncelerinden hayli utanç duyarak trenden ayrılır.

Arkasını dönüp baktığında; sarhoş adamı kucağına yatıran bilgenin; adamın kir pas içindeki başını sevgiyle okşadığını görür. Gözlerindeki şefkat, anlayış, sevecenlik hayata küskün bir adamın yardımına koşmuştur.

Saldırganlığın, kabalığın, küfürlü konuşmanın karşılığında hiç kimsenin yapamadığını yapmış; bir canlıyı yaşama bağlamıştır.’’

İşte bakış açısının, işte algılamanın gücü.

Evrene bakışımız sevgi dolu niyetler taşıyorsa; karşısında hiçbir şey duramaz diyoruz ya hep.

İşte en çarpıcı örneği.

Her zaman dediğimiz gibi; karşımıza çıkan insanlar bizim aynamız. Biz nasıl davranırsak, karşılığını öyle alacağız.

O halde savaşa, düşmanlığa, kalp kırmaya, can yakmaya, aşağılamaya, küçümsemeye ne gerek var ki?

Sevmek, anlayışla karşılamak, anlamaya çalışmak daha güzel değil mi?

Üstelik; Zülfü Livaneli’nin Konstantaniyye Oteli romanında belirttiği gibi; her insanı kendi koşulları içinde düşünmek gerek. Öyle değil mi?

İşte benim evrene niyetim. Yaşlı bilge kadar olamazsak bile, bu yolda ilerliyor olmamız; hayatta kendimize vereceğimiz en muhteşem hediye.

Doğan Cücenoğlu bu öykünün yer aldığı ‘Savaşçı’ kitabında yaşam savaşını şöyle özetler.

‘’Arayışa başlamak, farkına varıp uyanmak, niyet etmek, gerçeği olduğu gibi kabullenmek, içimizdeki güce inanmak, yaşamın sorumluluğunu üstelenmek, şimdi ve anı yaşamak, farkına varmak, eksiklikler varsa mutlaka tamamlamak.’’

Kısacası hem kendi özümüzün hem de çevremizin farkında olarak yaşam yolunda ilerlemek.

Kaliteli yaşam için tüm gayretimiz. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise anlamlı ve çoşkulu bir şekilde yaşamı hak etmekten geçiyor. Ne zaman kendi içimizdeki olumsuzlukları sevgiyle azaltırsak, o zaman dış dünyamız ve çevremiz sevgi enerjisiyle dolmaya başlayacak.

Ne diyelim, hepimize nasip olması dileğimle…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

14.07.2015




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...