Kalpten inanmanın, niyet
etmenin gücü muhteşem. Daha önceki yazılarımda zaman zaman işledim bu
konuyu. Çünkü önemsiyorum. Yeniden hatırlamakta, şöyle bir durup düşünmekte
fayda var diye düşünüyorum.
Önce harika bir öykü var
paylaşacağım. Gerçek bir yaşanmışlık öyküsü. Alacağımız ders öyle güzel ki. Ve ben bu yazımla, dünyada böyle insanların
çoğalması niyetimi evrene bırakıyorum.
Yolumuz Japonya’ya
düşüyor bu sefer. Felsefesi barış olan ve savunma amaçlı öğretilen Aikido sporunda
ustalaşmış Amerikalı Teryy Dobson’a ait.
‘’Tokyo’da bulunduğu
günlerden birinde, Teryy oldukça tenha bir trene biner. Bulunduğu vagonda
birkaç çift ve bebekli bir kadın dışında kimseler yoktur.
Ancak istasyonların
birinden son derece sarhoş, üstü başı perişan bir adam biner. Daha biner
binmez; önüne çıkan ve kucağında bebeğini taşıyan bir kadına yumruk atar.
Bir yandan da ağza alınmayacak kadar kötü küfürler eder. Dengesini kaybeden kadın bebeği ile savrulur. Oturmakta olan bir çiftin kucağına düşer.
Bir anda korkup,
panikleyen yaşlıca bir başka kadın ise tam uzaklaşmak isterken; sarhoş adamın
tekmesiyle ileriye savrulur. Herkes korkudan büyümüş gözlerle adamı izlemeye
başlar.
İşte tam bu sırada dövüş
sanatının ustası Teryy yerinden kalkar. Adamın yaptıklarına son veremeye en uygun
kişi sıfatıyla gözlerini adama diker.
Öyle ya, hem iri yarı
hem de usta bir dövüşçüdür. Tek bir hamlede adama hak ettiği cezayı verecektir.
Gerçi Aikido bir barış sanatıdır; ama yeri geldiğinde uygulanmalı ve hak edene
gerekli ceza da verilmelidir diye düşünür.
Kendinden hayli emin bir
şekilde adamın kendisini fark etmesini bekler. Ve o beklenen an gelir. Küfürlerle
kendisine yaklaşmakta olan adama tam haddini bildireceği sırada; vagonun
arkalarından hayli güçlü ve neşeli bir ses duyulur. Sesin sahibi yetmiş
yaşlarında, tertemiz giyimli, küçük ihtiyar bir bilgedir. Ve gülümseyen
gözleriyle sarhoş adamın gözlerinin içine bakarken; onu yanına çağırmaktadır.
Bu beklenmedik davet
karşısında; sarhoş adam pek şaşırır. Ardından yaşlı adama olmadık hakaretler
yağdırır. Ancak bilgemiz sanki bu ağır sözler kendisine hiç söylenmemiş gibi;
gülümsemesine devam eder. Adama ne içtiğini sorar.
Yanıt Japonların meşhur
içkisi sakidir. Bilge adam bu cevabı coşkuyla karşılar. Kendisinin de eşiyle
beraber her gece bahçesinde saki içerek gün batımını izlediğini ve bu içkiyi sevdiğini
belirtir.
Sesindeki yumuşaklık,
gözlerindeki anlayış ve hoşgörü sarhoş adamı bir kez daha sarhoş eder. O sert
yüzü yumuşamaya başlar. Artık sesinde eski öfkesinden eser yoktur.
Bilge adam onunla
konuşmaya devam eder. Ailesini, eşini sorar. Hayatta hiçbir şeye sahip olmadığını,
evsiz, parasız ve hatta ailesiz olduğunu öğrenir. Hep sokaklarda kalmak zorunda
olduğunu belirten sarhoş adam; bir anda ağlamaya başlamıştır. Öyle ki onun bu hıçkırıkları
tüm vagonu hüzne boğar.
Bilge adam, onu yanına
oturtur. Anlattıklarını anlayışla dinler. Bir süre sonra ineceği durağa gelen Teryy;
kendinden ve adam hakkındaki düşüncelerinden hayli utanç duyarak trenden ayrılır.
Arkasını dönüp
baktığında; sarhoş adamı kucağına yatıran bilgenin; adamın kir pas içindeki
başını sevgiyle okşadığını görür. Gözlerindeki şefkat, anlayış, sevecenlik
hayata küskün bir adamın yardımına koşmuştur.
Saldırganlığın, kabalığın,
küfürlü konuşmanın karşılığında hiç kimsenin yapamadığını yapmış; bir canlıyı
yaşama bağlamıştır.’’
İşte bakış açısının, işte
algılamanın gücü.
Evrene bakışımız sevgi
dolu niyetler taşıyorsa; karşısında hiçbir şey duramaz diyoruz ya hep.
İşte en çarpıcı örneği.
Her zaman dediğimiz
gibi; karşımıza çıkan insanlar bizim aynamız. Biz nasıl davranırsak,
karşılığını öyle alacağız.
O halde savaşa,
düşmanlığa, kalp kırmaya, can yakmaya, aşağılamaya, küçümsemeye ne gerek var
ki?
Sevmek, anlayışla karşılamak,
anlamaya çalışmak daha güzel değil mi?
Üstelik; Zülfü
Livaneli’nin Konstantaniyye Oteli romanında belirttiği gibi; her insanı kendi
koşulları içinde düşünmek gerek. Öyle değil mi?
İşte benim evrene
niyetim. Yaşlı bilge kadar olamazsak bile, bu yolda ilerliyor olmamız; hayatta kendimize
vereceğimiz en muhteşem hediye.
Doğan Cücenoğlu bu
öykünün yer aldığı ‘Savaşçı’ kitabında yaşam savaşını şöyle özetler.
‘’Arayışa başlamak,
farkına varıp uyanmak, niyet etmek, gerçeği olduğu gibi kabullenmek, içimizdeki
güce inanmak, yaşamın sorumluluğunu üstelenmek, şimdi ve anı yaşamak, farkına
varmak, eksiklikler varsa mutlaka tamamlamak.’’
Kısacası hem kendi
özümüzün hem de çevremizin farkında olarak yaşam yolunda ilerlemek.
Kaliteli yaşam için tüm
gayretimiz. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise anlamlı ve çoşkulu bir şekilde
yaşamı hak etmekten geçiyor. Ne zaman kendi içimizdeki olumsuzlukları sevgiyle
azaltırsak, o zaman dış dünyamız ve çevremiz sevgi enerjisiyle dolmaya
başlayacak.
Ne diyelim, hepimize
nasip olması dileğimle…
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
14.07.2015
Kaynaklar: http://www.kosulsuz-sevgi.com;
http://dogancuceloglu.net;
http://www.edebiyatfakultesi.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder