Hüzün
yorumlanamayacak kadar naif belki de.
Her
kederde açıklanması zor bir hüzün var elbette. Ama benim baktığım yön başka.
Ben hüznün durduk yerde beliren; o çok mutlu andayken; aniden ortaya çıkıveren
halinden bahsediyorum.
Kaygı
mı, endişe mi bilemedim?
Yoksa
teslimiyetten gelen o sessiz kabul edişin dışa yansıması mı?
İçinde
hiç mi umut, hatta çoşku taşımıyor?
Paulo
Coelho’ nun satırlarını okuyuncaya kadar hüzne hep tek taraftan baktığımı
anladım.
Bakın
yazar Aldatmak isimli romanında hüznü nasıl tariflemiş. Biraz uzun, ama içeriği
derin.
‘’Hüzün
mutsuz bir sözcük mü? Özlem mi dolu? Hayatımızın,
fikrimizi sormadan bizi yönelttiği yolu görmüyor numarası yaptığımızda; bütün
isteğimizin kendimizi güvende hissetmek olmasına rağmen; bizi mutluluğa doğru
yönelten kadere karşı geldiğimizde mi içimiz hüzün kaplıyor? ‘’
Bu
satırlara belki katılırsınız, belki de tamamen karşı çıkarsınız. Yorum elbette
sizlere ait.
Ancak
ben hüznün içinde bambaşka tınılar olduğunu düşünüyorum.
Çünkü
yoğun bir duygu karmaşası var hüzünde.
Bu
öyle bir içsel duygu ki. İçinde olduğumuz o anı, o saati daha da ağırlaştırıyor.
Çünkü içimizdeki hüzne bir sebep bulamıyoruz. Gerçekten de sorunun ne olduğunu bir
bilsek, bir anlasak; belki telafi yoluyla rahatlayacağız. Ancak göremiyorken,
hissediyor olmak içimizi ağırlaştırıyor. Tıpkı içinde bulunduğumuz zamanı
ağırlaştırdığı gibi.
Hayatımızda
her şey dört dörtlük yolunda giderken birden ortaya çıkıveriyor. Yeri geliyor hepimiz bu garip ruh haline
bürünüyoruz. Öyle değil mi?
Peki
o anlarda ne yapıyoruz? Şöyle bir düşünelim mi?
Çoğumuz
işin en kolayına kaçıyoruz. Önce birbiri ardına bahaneler üretiyoruz. Sonra da
onlara gerçekmiş gibi inanıyoruz. Yalan mı sorarım size?
En
çok da havaları suçluyoruz. Yağmur yağsa ayrı dert, yağmasa ayrı. Güneş
gökyüzünü ışıltılarla bezese ayrı, bulutlarla köşe kapmaca oynasa ayrı. Rüzgar çıksa
ayrı, çıkmayıp kendini özletse ayrı problem bizim için. Memnun olmamız zor vesselam.
Hadi
havalardan etkilenmiyoruz diyelim. Yine de içimizde bir boşluk hissi var ya. Onu
ne yapacağız? İç sesimizi, belki de canhıraş yakarışlarını dinlemeyeli;
kendimizi tamamen unutalı ne çok sene harcamışız meğer.
İşimiz,
sosyal çevremizle ilişkilerimiz, eşimiz, dostumuz, bolluğumuz, bereketimiz bizi
fazlasıyla tatmin ediyordu hani? Daha yeni tatilden döndük oysa. Ya da o
hayalini hep kurduğumuz evimizdeyiz işte.
Peki
bu hüzün de neyin nesi?
İnsan
yapısı ve beyni öyle ilginç ki. Rahatlık batıyor sanki bize.
Eğer
elimizdekilerle yetinseydik; şükür etmenin o naif duygusundan uzaklaşmasaydık
hüzünden kurtulabilir miydik?
Bilemiyorum.
Bu durum hepimize göre değişiyor elbette.
Kendimizle
ilgili, hayallerimizle ilgili, yaratıcılığımızla ilgili etkenler devrede oldukça
zorlanıyoruz yıldan yıla. Ertelediğimiz, çoktan unuttuğumuz, yaş kemale erdikçe
aklımıza getirmekten korktuğumuz; bizi gülümsetecek şeyler olmalı artık
hayatımızda belki de. Ne dersiniz?
Sevdiğimiz
bu minicik hamleleri; hayatımıza katmayı denememiz gerektiğini belirtiyor
uzmanlar.
Denemeye değer bence de. Çok daha geç olmadan. Her bir adımda hayata bakışımız,
enerjimiz daha çoşkulu olsun artık.
Kim
tutuyor ki bizi bunları yapmaktan? Kendimizden başka.
‘’İnsanın yaşamı süresince tattığı sevgiler,
göğüs gerdiği acılar, katlandığı kayıplarla bütünleşir yaşam. Ve hakkıyla
yaşandığı sürece anlam kazanır.’’
Demiyor
mu Coelho; ‘’Akra’da Bulunan El Yazması’’ kitabında?
O
halde bize düşen; hüzün duraklarında öncelikle şükretmek. Sonrasında da hüznün
gelip geçici bir duygu olduğuna inanıp, hayallerimizin peşinden koşmaya devam
etmek.
Bunun
için öncelikle kendimize zaman ayırmak gerek. Heyecanımıza, belki maceraya, hobilere, kendimizi iyi
hissettirecek her ne varsa.
Şimdi
yeniden kendimizle yüzleşelim ve soralım isterseniz.
Her
yeni güne daha bir coşkuyla sarılırken; hüzün aklımıza gelir mi? Gelmez bence.
Çünkü bir amacımız var. Onun için gerekli koşulları da hazırladık. Evet belki
zorlandık. Belki çevremizden ve hatta sevdiklerimizden tepkiler de aldık. Ama
olsun. Hayat bizim hayatımız. Öncelik bizde. Biz sevgi ve enerji dolu olacağız
ki etrafımıza hayrımız olsun. Hayatımıza kattığımız yeni değerlerimizle yaşam
enerjimiz gün be gün yükselecek.
Yaşama
aşkla ve sevgiyle sarılmak için; mutlaka yer değiştirmek, eş değiştirmek, var
olan şartları alt üst etmek de gerekmiyor üstelik. Asıl olan, gönül gözümüzle
baktığımızda yakaladığımız ANLIK dinginlik. İşte o ANlar yaşamın en özel ve
gerçek yanları. Üstelik hüznün gölgesi bile yok. Ben buna inanıyorum.
'Düşünen,
bilMEdiğinin farkında olan, keşfeden, öğrenen, bir son araMAyan, bir yere
varma, bir şey olma motivasyonu ile düşünMEyen kişi YAŞAR. Ve bu yaşam GERÇEKtir.'
demiş ünlü Hint asıllı düşünür Jiddu Krishnamurti.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.06.2015
Kaynaklar:
http://www.motivasyonzamani.com; http://www.evreninhediyesi.com; http://sanatedebiyatsitem.blogspot.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder