3 Eylül 2015 Perşembe

HÜZNÜN KARMAŞIK YOLLARINDA

Hüznün nasıl bir duygu karmaşası olduğunun farkında mıyız dersiniz?

Hüzün yorumlanamayacak kadar naif belki de.

Her kederde açıklanması zor bir hüzün var elbette. Ama benim baktığım yön başka. Ben hüznün durduk yerde beliren; o çok mutlu andayken; aniden ortaya çıkıveren halinden bahsediyorum.

Kaygı mı, endişe mi bilemedim?
Yoksa teslimiyetten gelen o sessiz kabul edişin dışa yansıması mı?
İçinde hiç mi umut, hatta çoşku taşımıyor?

Paulo Coelho’ nun satırlarını okuyuncaya kadar hüzne hep tek taraftan baktığımı anladım.

Bakın yazar Aldatmak isimli romanında hüznü nasıl tariflemiş. Biraz uzun, ama içeriği derin.

‘’Hüzün mutsuz bir sözcük mü?  Özlem mi dolu? Hayatımızın, fikrimizi sormadan bizi yönelttiği yolu görmüyor numarası yaptığımızda; bütün isteğimizin kendimizi güvende hissetmek olmasına rağmen; bizi mutluluğa doğru yönelten kadere karşı geldiğimizde mi içimiz hüzün kaplıyor? ‘’

Bu satırlara belki katılırsınız, belki de tamamen karşı çıkarsınız. Yorum elbette sizlere ait.  
Ancak ben hüznün içinde bambaşka tınılar olduğunu düşünüyorum.  
Çünkü yoğun bir duygu karmaşası var hüzünde.

Bu öyle bir içsel duygu ki. İçinde olduğumuz o anı, o saati daha da ağırlaştırıyor. Çünkü içimizdeki hüzne bir sebep bulamıyoruz. Gerçekten de sorunun ne olduğunu bir bilsek, bir anlasak; belki telafi yoluyla rahatlayacağız. Ancak göremiyorken, hissediyor olmak içimizi ağırlaştırıyor. Tıpkı içinde bulunduğumuz zamanı ağırlaştırdığı gibi.

Hayatımızda her şey dört dörtlük yolunda giderken birden ortaya çıkıveriyor.  Yeri geliyor hepimiz bu garip ruh haline bürünüyoruz. Öyle değil mi?

Peki o anlarda ne yapıyoruz? Şöyle bir düşünelim mi?

Çoğumuz işin en kolayına kaçıyoruz. Önce birbiri ardına bahaneler üretiyoruz. Sonra da onlara gerçekmiş gibi inanıyoruz. Yalan mı sorarım size?

En çok da havaları suçluyoruz. Yağmur yağsa ayrı dert, yağmasa ayrı. Güneş gökyüzünü ışıltılarla bezese ayrı, bulutlarla köşe kapmaca oynasa ayrı. Rüzgar çıksa ayrı, çıkmayıp kendini özletse ayrı problem bizim için. Memnun olmamız  zor  vesselam.

Hadi havalardan etkilenmiyoruz diyelim. Yine de içimizde bir boşluk hissi var ya. Onu ne yapacağız? İç sesimizi, belki de canhıraş yakarışlarını dinlemeyeli; kendimizi tamamen unutalı ne çok sene harcamışız meğer.  

İşimiz, sosyal çevremizle ilişkilerimiz, eşimiz, dostumuz, bolluğumuz, bereketimiz bizi fazlasıyla tatmin ediyordu hani? Daha yeni tatilden döndük oysa. Ya da o hayalini hep kurduğumuz evimizdeyiz işte.
Peki bu hüzün de neyin nesi?

İnsan yapısı ve beyni öyle ilginç ki. Rahatlık batıyor sanki bize.

Eğer elimizdekilerle yetinseydik; şükür etmenin o naif duygusundan uzaklaşmasaydık hüzünden kurtulabilir miydik?

Bilemiyorum. Bu durum hepimize göre değişiyor elbette.

Kendimizle ilgili, hayallerimizle ilgili, yaratıcılığımızla ilgili etkenler devrede oldukça zorlanıyoruz yıldan yıla. Ertelediğimiz, çoktan unuttuğumuz, yaş kemale erdikçe aklımıza getirmekten korktuğumuz; bizi gülümsetecek şeyler olmalı artık hayatımızda belki de. Ne dersiniz?

Sevdiğimiz bu minicik hamleleri; hayatımıza katmayı denememiz gerektiğini belirtiyor uzmanlar. 
Denemeye değer bence de. Çok daha geç olmadan. Her bir adımda hayata bakışımız, enerjimiz daha çoşkulu olsun artık.

Kim tutuyor ki bizi bunları yapmaktan? Kendimizden başka.

‘’İnsanın yaşamı süresince tattığı sevgiler, göğüs gerdiği acılar, katlandığı kayıplarla bütünleşir yaşam. Ve hakkıyla yaşandığı sürece anlam kazanır.’’

Demiyor mu Coelho; ‘’Akra’da Bulunan El Yazması’’ kitabında?

O halde bize düşen; hüzün duraklarında öncelikle şükretmek. Sonrasında da hüznün gelip geçici bir duygu olduğuna inanıp, hayallerimizin peşinden koşmaya devam etmek.

Bunun için öncelikle kendimize zaman ayırmak gerek. Heyecanımıza,  belki maceraya, hobilere, kendimizi iyi hissettirecek her ne varsa.

Şimdi yeniden kendimizle yüzleşelim ve soralım isterseniz.

Her yeni güne daha bir coşkuyla sarılırken; hüzün aklımıza gelir mi? Gelmez bence. Çünkü bir amacımız var. Onun için gerekli koşulları da hazırladık. Evet belki zorlandık. Belki çevremizden ve hatta sevdiklerimizden tepkiler de aldık. Ama olsun. Hayat bizim hayatımız. Öncelik bizde. Biz sevgi ve enerji dolu olacağız ki etrafımıza hayrımız olsun. Hayatımıza kattığımız yeni değerlerimizle yaşam enerjimiz gün be gün yükselecek.

Yaşama aşkla ve sevgiyle sarılmak için; mutlaka yer değiştirmek, eş değiştirmek, var olan şartları alt üst etmek de gerekmiyor üstelik. Asıl olan, gönül gözümüzle baktığımızda yakaladığımız ANLIK dinginlik. İşte o ANlar yaşamın en özel ve gerçek yanları. Üstelik hüznün gölgesi bile yok. Ben buna inanıyorum.  

'Düşünen, bilMEdiğinin farkında olan, keşfeden, öğrenen, bir son araMAyan, bir yere varma, bir şey olma motivasyonu ile düşünMEyen kişi YAŞAR. Ve bu yaşam GERÇEKtir.' demiş ünlü Hint asıllı düşünür Jiddu Krishnamurti.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.06.2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...