14 Eylül 2015 Pazartesi

MUHTEŞEM ADAPTASYON GÜCÜMÜZ

Hepimiz de var bu güç. Beynimizin ön lob bölgesinde gerçekleşiyor. Gerçek hayatta yaşamadan, kafamızda tecrübe edebiliyoruz bazı şeyleri. Bir tür hile yapıyoruz. Beynimizi kandırıyoruz.

Ve şimdi sıkı durun. Bunu yaparken; psikolojimizin bağışıklık sistemini güçlendiriyoruz. En az beden sağlığımız kadar, hatta çok daha önemli bir durum bu. Öyle değil mi?

Bu muhteşem güç bizi mutluluğa taşıyor çünkü.

Amerikalı yazar Profesör Daniel Gilbert; gerek sunumlarında, gerekse "Stumbling on Happiness" 
(Mutluluğa Takılmak) kitabında; MUTLUluğu derinine irdelemiş. Yaptığı sayısız deneyi bizlerle paylaşmış. Verdiği örnekler hayli ilginç. Okurken şaşıracağınıza eminim.

Diyelim ki önümüzde 2 farklı gelecek var.

Bir tanesi piyangodan çıkan hayli yüklü bir miktarda paraya sahibi olmak.
Diğeri ise bir şekilde bedensel aktiviteleri yapamaz hale gelmek.

Her iki durumun da üzerinden 1 yıl geçtiğinde; hangi şart insanı daha mutlu yapıyor dersiniz?

Hepiniz gibi ben de birinci şıkkı seçtim elbette. Hem de hiç düşünmeden. Ama tam 1 yıl sonraki mutluluk durumlarına bakıldığında,  mutluluk dereceleri EŞİT çıkıyormuş. İnsan inanmakta zorluk çekiyor değil mi?

Uzmanlar; hayati öneme sahip travmaların üzerinden üç ay geçmesinin; büyük oranda; mutluluğa etki etmediğini savunuyor.  

Piyango konusu da benzer aslında. Çok büyük ikramiyelerin yarattığı mutluluğun sadece üç ayla sınırlı kaldığı savunuluyor. Üstelik yüksek miktarda parayla, zaman içinde depresyona uğrama riski de söz konusu. Pennsylvania Üniversitesi’nden Profesör Martin Seligman ile Warwick Üniversitesi’nden Andrew Oswald bu konuda hemfikirler.

Yapılan sayısız deneyle benzer sonuçlar elde edilmiş.

Peki nasıl oluyor da bu tamamen birbirinin zıttı iki durum eşitleniyor dersiniz?
Bunun nedeni, hepimizin fark etmeden mutluluğu sentezliyor olmamız.

Daha kalıcı olması adına yaşamdan gerçek örneklere bakalım.  

Önümüzde üç gerçek yaşam hikayesi var.

Söz konusu kişilerden bir tanesi; güç ve kudret sahibi zengin bir adamken, bir anda yoksullukla burun buruna gelmiş. Tüm servetini, itibarı kaybetmiş.

Diğeri; bir yanlışlığa kurban olup, suçsuz yere hayatının uzun bir dönemini hapiste geçirmiş. En verimli zamanları ne yazı ki heba olmuş. Çıktığında yaşlı ve beş parasızmış.

Sonuncusu ise; şahane fikrini cesaretle uygulamak yerine, başkalarıyla paylaşmış. Sonuçta fikir sahibi olduğu halde, kendisini değil başkalarını zengin etmiş. Parasını idareli kullanmaktan bir türlü kurtulamamış.

Kısacası, her üçü de hayatla farklı şekillerde tanışmış. Farklı zorluklar yaşamış. Mücadele etmiş. Ancak hepsinin kendi hayatları üzerindeki yorumları aynı noktada birleşmiş.

Ne mi yapmışlar? Zorluklarla karşılaştıkları ve onlarla yüzleştikleri zaman beyinlerini kandırmışlar. Yani mutluluğu sentezlemişler. Hayatın kıymetini daha çok bilerek, aldıkları dersin farkında olarak; en zor dönemeçlerden cesaretle sıyrılmışlar.

Elbette insanın yapısıyla alakalı bir durum bu. Kimimiz zorluklar karşısında hemen yelkenleri indirip, hayata küseriz. Kimimiz ise daha bir cesaretle ve inatla yaşama tutunuruz. Yelkenlerimizi umutla şişirip yola devam etmenin yollarını ararız.

Sözlerimi destekleyen satırlar; Zülfü Livaneli’nin Konstantiniyye Oteli’nden. Şöyle diyor ünlü yazar;

‘’Çekilen acılar bazı insanları çileden çıkararak her şeye düşman ederken, ender olarak bazılarını da bilgeliğe kavuşturur.’’

İşte o ender insanlardan olabilmek lazım. Kolay olmadığını, fazlasıyla zorlanacağımızı hepimiz biliyoruz. Ancak mutluluğu yaratmak adına yapılabilecek her ne varsa yapmak gerekli diye düşünenlerdenim. İşte okuduklarımızı, öğrendiklerimizi kendi hayatımızda uygulamaya geçirmemiz bu nedenle önemli. Her birimiz kendi yaşamımıza ışıltı kattığımız sürece bunu başaracağız.  Çok daha güçlü ve özgüvenli olacağız.

Hiç düşündünüz mü en çok ne zaman mutlusunuz?

Amerika Chicago Üniversitesi Psikoloji bölümü kurucusu Mihaly Csikszentmihalyi;   ‘’FLOW yani AKIŞ’’ anında bunu yaşadığımızı belirtiyor.

O ANda tam bir uyum var. Duygu, düşünce ve istekler olarak. Şimdiyi yaşıyoruz yani. Ne geçmişte ne gelecekteyiz. Zamana takılmıyoruz. Kendimize de. Yaşamın akışındayız. Bilincimiz kalbimizle ortak salınımda. Her ne yapıyorsak derin bir zevk alıyoruz. Yoğunlaşıyoruz.

Bir anlamda kendimizi kaybediyoruz. Çaba harcamamıza gerek kalmıyor. Kendimize olan güvenimiz tam. Güçlüyüz. Dikkatliyiz. Bitmesini istemiyoruz. Böylelikle yaşantımızdan tat alıyoruz. Farkında değiliz ama, gülümsüyoruz. Şahane bir ANdayız, kısacası mutluyuz.

Yapılan sayısız deneyden elde edilen sonuçlar böyle. Bu durum da kişiden kişiye değişiyor elbette. Genelde; sevdiği işle çalışırken, hobisiyle uğraşırken, spor yaparken, sosyal ortamlardayken, yemek yerken, sohbet ederken insanların çok daha mutlu oldukları gözlemlenmiş.

Ancak önemli olan bunun farkında olmak. Elimizdeki değerlere şükretmek. Çoğalması adına adımlar atmak. O muhteşem Anları kaçırmamak. Çünkü mutluluk adeta bir sabun köpüğü gibi. gelip geçiyor. O anda fark edersek ve o anı kucaklarsak ne mutlu bize. Böylece bir sonraki farkındalığımıza da kocaman bir adım atmış oluyoruz.

Bunun yerine, şükür etmeyi unutur; her daim bir şeylerin düzelmesini beklersek elimize kalan kocaman bir sıfır. Diyelim ki her şeyimiz tamamlandı. Tam da istediğimiz şartlar sağlandı. O anda mutlu olacağımızın garantisi var mı? Elbette yok.  

Yazılarımda sıkça dile getirdiğim gibi; sağlıkla nefes aldığımız her yeni gün; mutlu olmak için bir sebep. Fark edenlerden olduğumuzda ve zenginleştiğimizde ise, işte mutluluk bizimle. Yaşasın şanslıyız. Şansıyız ki fark edenlerdeniz.

Tek bir hamle kaldı yapacağımız. O da mutluluğu ve pozitif enerjiyi yaymak. Paylaştığımız ölçüde bize geri dönüşleri katlanacak çünkü.

BİRden BÜTÜNe beraberce. Elele, kalp kalbe, sevgiyle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

18.06.2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...