Ve
şimdi sıkı durun. Bunu yaparken; psikolojimizin bağışıklık sistemini güçlendiriyoruz.
En az beden sağlığımız kadar, hatta çok daha önemli bir durum bu. Öyle değil
mi?
Bu
muhteşem güç bizi mutluluğa taşıyor çünkü.
Amerikalı
yazar Profesör Daniel Gilbert; gerek sunumlarında, gerekse "Stumbling on
Happiness"
(Mutluluğa Takılmak) kitabında; MUTLUluğu derinine irdelemiş.
Yaptığı sayısız deneyi bizlerle paylaşmış. Verdiği örnekler hayli ilginç. Okurken
şaşıracağınıza eminim.
Diyelim
ki önümüzde 2 farklı gelecek var.
Bir
tanesi piyangodan çıkan hayli yüklü bir miktarda paraya sahibi olmak.
Diğeri
ise bir şekilde bedensel aktiviteleri yapamaz hale gelmek.
Her
iki durumun da üzerinden 1 yıl geçtiğinde; hangi şart insanı daha mutlu yapıyor
dersiniz?
Hepiniz
gibi ben de birinci şıkkı seçtim elbette. Hem de hiç düşünmeden. Ama tam 1 yıl
sonraki mutluluk durumlarına bakıldığında,
mutluluk dereceleri EŞİT çıkıyormuş. İnsan inanmakta zorluk çekiyor
değil mi?
Uzmanlar;
hayati öneme sahip travmaların üzerinden üç ay geçmesinin; büyük oranda;
mutluluğa etki etmediğini savunuyor.
Piyango
konusu da benzer aslında. Çok büyük ikramiyelerin yarattığı mutluluğun sadece
üç ayla sınırlı kaldığı savunuluyor. Üstelik yüksek miktarda parayla, zaman
içinde depresyona uğrama riski de söz konusu. Pennsylvania Üniversitesi’nden
Profesör Martin Seligman ile Warwick Üniversitesi’nden Andrew Oswald bu konuda
hemfikirler.
Yapılan
sayısız deneyle benzer sonuçlar elde edilmiş.
Peki
nasıl oluyor da bu tamamen birbirinin zıttı iki durum eşitleniyor dersiniz?
Bunun
nedeni, hepimizin fark etmeden mutluluğu sentezliyor olmamız.
Daha
kalıcı olması adına yaşamdan gerçek örneklere bakalım.
Önümüzde
üç gerçek yaşam hikayesi var.
Söz
konusu kişilerden bir tanesi; güç ve kudret sahibi zengin bir adamken, bir anda
yoksullukla burun buruna gelmiş. Tüm servetini, itibarı kaybetmiş.
Diğeri;
bir yanlışlığa kurban olup, suçsuz yere hayatının uzun bir dönemini hapiste
geçirmiş. En verimli zamanları ne yazı ki heba olmuş. Çıktığında yaşlı ve beş
parasızmış.
Sonuncusu
ise; şahane fikrini cesaretle uygulamak yerine, başkalarıyla paylaşmış. Sonuçta
fikir sahibi olduğu halde, kendisini değil başkalarını zengin etmiş. Parasını idareli
kullanmaktan bir türlü kurtulamamış.
Kısacası,
her üçü de hayatla farklı şekillerde tanışmış. Farklı zorluklar yaşamış. Mücadele
etmiş. Ancak hepsinin kendi hayatları üzerindeki yorumları aynı noktada
birleşmiş.
Ne
mi yapmışlar? Zorluklarla karşılaştıkları ve onlarla yüzleştikleri zaman
beyinlerini kandırmışlar. Yani mutluluğu sentezlemişler. Hayatın kıymetini daha
çok bilerek, aldıkları dersin farkında olarak; en zor dönemeçlerden cesaretle
sıyrılmışlar.
Elbette
insanın yapısıyla alakalı bir durum bu. Kimimiz zorluklar karşısında hemen
yelkenleri indirip, hayata küseriz. Kimimiz ise daha bir cesaretle ve inatla
yaşama tutunuruz. Yelkenlerimizi umutla şişirip yola devam etmenin yollarını
ararız.
Sözlerimi
destekleyen satırlar; Zülfü Livaneli’nin Konstantiniyye Oteli’nden. Şöyle diyor
ünlü yazar;
‘’Çekilen
acılar bazı insanları çileden çıkararak her şeye düşman ederken, ender olarak
bazılarını da bilgeliğe kavuşturur.’’
İşte
o ender insanlardan olabilmek lazım. Kolay olmadığını, fazlasıyla zorlanacağımızı
hepimiz biliyoruz. Ancak mutluluğu yaratmak adına yapılabilecek her ne varsa
yapmak gerekli diye düşünenlerdenim. İşte okuduklarımızı, öğrendiklerimizi
kendi hayatımızda uygulamaya geçirmemiz bu nedenle önemli. Her birimiz kendi
yaşamımıza ışıltı kattığımız sürece bunu başaracağız. Çok daha güçlü ve özgüvenli olacağız.
Hiç
düşündünüz mü en çok ne zaman mutlusunuz?
Amerika
Chicago Üniversitesi Psikoloji bölümü kurucusu Mihaly Csikszentmihalyi; ‘’FLOW
yani AKIŞ’’ anında bunu yaşadığımızı belirtiyor.
O
ANda tam bir uyum var. Duygu, düşünce ve istekler olarak. Şimdiyi yaşıyoruz
yani. Ne geçmişte ne gelecekteyiz. Zamana takılmıyoruz. Kendimize de. Yaşamın
akışındayız. Bilincimiz kalbimizle ortak salınımda. Her ne yapıyorsak derin bir
zevk alıyoruz. Yoğunlaşıyoruz.
Bir
anlamda kendimizi kaybediyoruz. Çaba harcamamıza gerek kalmıyor. Kendimize olan
güvenimiz tam. Güçlüyüz. Dikkatliyiz. Bitmesini istemiyoruz. Böylelikle
yaşantımızdan tat alıyoruz. Farkında değiliz ama, gülümsüyoruz. Şahane bir ANdayız,
kısacası mutluyuz.
Yapılan
sayısız deneyden elde edilen sonuçlar böyle. Bu durum da kişiden kişiye
değişiyor elbette. Genelde; sevdiği işle çalışırken, hobisiyle uğraşırken, spor
yaparken, sosyal ortamlardayken, yemek yerken, sohbet ederken insanların çok
daha mutlu oldukları gözlemlenmiş.
Ancak
önemli olan bunun farkında olmak. Elimizdeki değerlere şükretmek. Çoğalması
adına adımlar atmak. O muhteşem Anları kaçırmamak. Çünkü mutluluk adeta bir
sabun köpüğü gibi. gelip geçiyor. O anda fark edersek ve o anı kucaklarsak ne
mutlu bize. Böylece bir sonraki farkındalığımıza da kocaman bir adım atmış oluyoruz.
Bunun
yerine, şükür etmeyi unutur; her daim bir şeylerin düzelmesini beklersek elimize
kalan kocaman bir sıfır. Diyelim ki her şeyimiz tamamlandı. Tam da istediğimiz
şartlar sağlandı. O anda mutlu olacağımızın garantisi var mı? Elbette yok.
Yazılarımda
sıkça dile getirdiğim gibi; sağlıkla nefes aldığımız her yeni gün; mutlu olmak
için bir sebep. Fark edenlerden olduğumuzda ve zenginleştiğimizde ise, işte
mutluluk bizimle. Yaşasın şanslıyız. Şansıyız ki fark edenlerdeniz.
Tek
bir hamle kaldı yapacağımız. O da mutluluğu ve pozitif enerjiyi yaymak.
Paylaştığımız ölçüde bize geri dönüşleri katlanacak çünkü.
BİRden
BÜTÜNe beraberce. Elele, kalp kalbe, sevgiyle.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
18.06.2015
Kaynaklar:
Daniel Gilbert’in sunumu (https://www.youtube.com/watch?v=QZbqb-johXs); http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5174606; http://bireyseldevrim.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder