Kalıplaşmış
Latince bir deyim aslında.
Evet
belki siz de benim gibi ilk defa duyuyorsunuz ama; inanın bana hepimiz bir
şekilde bunu kullanmışız. Belki de hala kullanıyoruz. Çünkü ön yargılarımıza ve
tutkularımıza hitap ediyor.
Ancak
zariflik tınısından hayli uzak bir davranış şekli olduğunu belirtmem gerek.
Dolayısıyla tercih etmemek gerekiyor.
Peki
bu detaya dikkat ediyor muyuz dersiniz?
Maalesef
etmiyoruz. Hatta farkında bile değiliz. İçimizdeki öfkeye ve kızgınlığa yer
verdiğimiz anlarda; can acıtarak rahatlıyoruz sanki. Ne kadar yanlış öyle değil
mi?
O
halde gelin bu kavramı anlamaya çalışalım. Çalışalım ki, yapmamak için özen
gösterelim.
Ama
önce ‘argüman’ kelimesinin tam tanımına bakalım. Argüman, herhangi bir şeyin doğruluğunu,
gerçekliğini gösteren belge demek.
Bu
elimizdeyse çok daha inandırıcı her şey. Düşüncelerimizin kanıtı gibi. Ancak
bizler bu argümana bir cevap verme durumunda kalınca; SADECE onu eleştirmek
yerine işin kolayına kaçıyoruz.
Yani
‘Ad hominem argumentum’ halineyiz.
Bize
öneri yapan kişinin görüşlerine değil, kişiliğine karşı çıkıyoruz. O kişiyi
eleştiriyor, onu eksik ya da sevmediğimiz bir yanı ile vurmaya çalışıyoruz. Hatta
şahsi özelliklerini didikliyor, canını acıtarak haklı olduğumuzu ispata
çalışıyoruz. Bir anda konudan alabildiğine uzaklaşıyoruz, ama farkında
olmuyoruz. Ne büyük zaman kaybı ve ironi değil mi?
İşte
bu nedenle Ad hominem’ e mantıksal bir safsata gözü ile bakılıyor. Safsata, sahte
bir argüman demek. Fakat ilk başta geçerli gibi görünüyor. Dolayısıyla yakından
incelenene kadar kendini ele vermiyor. Sahteliğinin keyfini sürüyor.
Peki
bu argümanların hangisinin geçerli, hangisinin sadece safsata olduğunu nasıl
anlayacağız?
İşte
bu hayli zorluyor insanı.
Uzmanlar,
eleştirel bir düşünce becerisine sahip olmamız gerektiğini belirtiyor bunun
için.
İsterseniz
örneklerle bakalım. Böylece kavramlar daha iyi otursun beynimiz kıvrımlarına.
Karşımızda
bir öneri var diyelim. Ve biz bu öneriye sıcak bakmıyoruz. Daha farklı
düşünüyoruz.
Asıl
olan; sakince dinleyip, sakince o öneriyi çürütmek. Eğer fırsatımız varsa da, kendi
düşüncelerimizi paylaşmak elbette.
Ama
bizler ne yapıyoruz? Doğrudan kişinin karakterini ya da gözümüze batan bir
yanını eleştirmeye başlıyoruz. Son derece dürüst ve samimi duygularla hareket
eden o kişiyi adeta sözlerimizle ezip, güçlü ve haklı olduğumuzu ispata
yöneliyoruz. Oldum olası güvenilmez birisi olduğunun altını çokça çizerek;
diyaloğu kendi lehimize kapatmaya çalışıyoruz.
Bazen
bununla da yetinmeyip, kişinin niteliklerine saldırıyoruz. Hele hele öneriyi sunan
kişinin eksik bir yönü varsa ve biz onu biliyorsak; bu sefer de eksikliğini yüzüne çarpıyoruz.
Öneriyi yapacağına önce kendisine çeki düzen vermesini söylüyoruz.
Ya
da o kişi hakkında, doğru yanlış ya da olumsuz bilgiler ileri sürerek, gözden
düşmesine zemin hazırlıyoruz. Böylece kafalarda oluşacak olumsuz ön yargılarla
şansını tamamen yok ediyoruz.
Sonuçta
tek gayemiz var, haklı çıkmak. Tartışmanın kazananı olmak.
Kendi
fikirlerimiz kadar başka fikirlerin de doğru ve haklı olabileceğine inanmıyoruz
bir türlü. Günümüzde eskiden öğrendiğimiz tüm fizik bilgilerimiz bile alt üst
olurken; tek bir doğru, tek bir haklı olabilir mi?
Dinleyebilmek.
Karşımızdaki kişi ya da kişilere ne kadar önemli olduklarını hissettirmek. Konuşurken
zarafetin çizgisinden ayrılmamak. Yeri gelip susma hakkımızı kullanmak. Haklıya
hakkını teslim etmek kadar, özür dilemenin de bir erdem olduğunu unutmamak öyle
güzel ki.
Ancak
tüm bunları yapmanın yolu; sevgi ve aşk dolu bir kalple; dünyaya sarılmaktan
geçiyor.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
19.08.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder