Zor bir soru olduğunun farkındayım.
Hele
hele insan olmayı dahi, doğru dürüst beceremediğimiz bir gerçek iken.
Üstelik
içimizden ‘her ikisi birden’ demek istiyor iken.
Şair
ve yazar Fahri Erdinç; Ege’nin bir kasabasında geçen otuz yıllık yaşam dilimini
anlattığı ‘Acı Lokma’ isimli romanında şöyle der;
‘’Düşünebildikçe
insansınız, sevebildikçe varsınız.’’
Evet
bana bu yazıyı yazdıran ve üzerinde düşünmemi sağlayan bu sözlerdi işte.
İnsan
olmak ve bu arada var olduğunu hissetmek.
Aradaki
ince çizgiyi bir balerin edasıyla adımlarken, zarafetin konfeti misali
başımızdan dökülmesine olanak sağlamak gerekiyor.
Kolay
mı?
Maalesef
değil.
Düşünmek var olduğumuzun, insan olduğumuzun en güzel göstergesi. Düşündükçe, araştırdıkça, paylaştıkça çoğalıyoruz. Kendi zenginliğimize zenginlik ekliyoruz.
Var olmaktan söz edip de Milan Kundera’nın ünlü klasiği ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ ni anmamak olmaz sanırım. İnsanı düşünmeye adeta zorlarken dünyayı ve yaşamı anlamamızı kolaylaştırıyor. Olaylar karşısındaki tepkiler kadar tepkisizliği, kararlılık kadar kararsızlığı, tüm bunların toplumsal ön yargılarla olan bağını irdelemek mümkün satırlarında.
Elbette bunlara ek olarak sevmeyi, ama gerçek anlamda sevmeyi biliyorsak var oluyoruz.
İşte
bunu hissedebilmek muhteşem olmalı.
Bana
insanın yüreğine güneşin doğmasını anımsatıyor.
Ve
tam bu noktada aklıma Brezilyalı yazar Paola Coelho’nun şu satırları düşüyor.
‘’Güneşin,
denizlerin, rüzgarların enerjisinden yararlanabiliriz. Ancak, insanoğlunun
sevginin enerjisinden yararlanmayı öğrendiği gün, ateşin keşfedildiği gün kadar
önemli olacak.’’
Peki nasıl başaracağız sevgiye tutunmayı ve böylece var olmayı?
Davranış
bilimleri konusunda çalışma yapan uzmanlar, davranışlarımızın çoğunda tetikleyici
olan önemli bir duygudan söz ediyor.
Bu
öyle bir duygu ki; yaşamamız için gerekli olan temel ihtiyaçlarımızdan sonraki
ilk sırada yer alıyor.
Kendi
değerimizin farkında olmak.
Kendimizi
değerli hissetmek.
Peki
kaç kişi kendi değerinin gerçekten farkında ve işe kendini sevmekle başlıyor?
Keşke
bu sayı için çok diyebilseydik.
Ne
yazık ki değil.
Kendimize sevgi duymadığımız halde, sevilmek isteyenlerimizin sayısı bir o kadar fazla oysaki.
Ne
kadar acı öyle değil mi?
Bilmemiz
gereken en önemli nokta bu muhteşem hissin gelip geçici olmaması. Eğer kendi
değerimizi koşullara bağlamışsak vay halimize.
Çünkü
o koşullara bağlı şartlar değişim gösterince bunun üzerine inşa ettiğimiz
değerlilik hissimiz yara alacak. Başkalarının onayına ihtiyaç duyduğumuz her
destek ayağımızın altından kayacak. Ve biz her defasında kendimizi daha
değersiz hissedeceğiz.
Halbuki
kendi öz değerimiz kendi içimizde saklı. Hiç istisnasız her birimizin ki özel
ve muhteşem.
Yeter
ki bunun farkında olalım.
İşe
kendimizi sevmekle başlayalım.
Gerisi
çorap söküğü gibi gelecek, ben buna inanıyorum.
Düşüncelerimizin
farkındalığında, kendi öz değerimizin ışığında kalbimizdeki sevgiyle özgürüz.
Her
şeyden ve herkesten.
Bunu
hissettiğimiz gün, hem insan olduğumuzu hem de var olduğumuzu yaşama
fısıldayabiliriz.
Yolumuz
uzun mu yoksa yaklaşıyor muyuz?
İnanın
buna verecek net bir yanıtım yok hala.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
27.05.2022
Kaynaklar: https://www.uplifers.com; https://www.kitapyurdu.com; Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği- Milan Kundera.
‘’Düşünebildikçe insansınız, sevebildikçe varsınız.’’ Yazınızda felsefenin en temel konularından biri olan varoluş, sevgi aromasıyla kişisel gelişime evrilmiş gibi geldi bana. Fahri Erdinç'in romanda geçen bu sözünün özellikle ilk kısmına katılıyorum fakat düşünme hakkını başkasına devredenleri hangi sınıfa sokacağız? Sevmek ile var olmak arasında ilişki kurmakta zorlandım:) İnsanlar arasında sevgi karşılıklıdır. Birbirini seven iki insan (eş, sevgili, arkadaş, akraba v.s) birbirini var eder. Ya biri, ya da ikisi sevmezse yok mu olurlar? Varlık başlı başına anlamlandırılması gereken bir kavram. Birçok filozof ortak bir noktaya varamamışlar bu hususta. Bu yüzden sonu olmayan bir tartışma. Konu üzerinde düşünmek bile güzel aslında, teşekkürler:)
YanıtlaSil