Sözün yetmediği yerler vardır hani… kelimeler çaresizce birbirlerine sokulur, duygularımızı yeterince anlatamamanın verdiği çekingenlikle boyunlarını bükerler… Siz çağırdığınızda yazınıza gelmek istemezler.
İşte bende öylesi bir ruh hali içindeyim; gözlerimin önünde bir resim karesi… mıhlanmış oturuyor, nereye baksam ne yapsam gitmiyor…
Sıradan bir resim karesi belki, sıradan herhangi bir resim… Ama hepimiz gibi beni de aldı ve çok uzaklara götürüp, hüznün en karanlık koynuna bırakıverdi.
Ağır geldi bu resim bana, duygularımı adeta esir aldı, boğazımı kocaman bir yumrukla tıkadı. Çünkü o karede derin bir çaresizlik vardı, o karede sessiz bir haykırış vardı, o karede yitmiş gitmiş bir gençliğin gelecekle buluşmak için çabalaması ama hiçbir şey yapamaması vardı, o karede aslında çok şey vardı.
O karede bir kadın…
bir anne,
sırtında yavrusu…
kendisini asmıştı…
anlatmak istediklerini ancak böyle anlatmıştı.
Bir anne olarak daha çok etkilendim belki de bilemiyorum ama; bir yanda o gencecik anneyi, öte yanda çocuk olmasının güzelliğini yaşayamadan annesine veda eden ve ölümün soğuk nefesini sırtında hisseden minicik bebeği düşünmeden edemedim.
Bu nasıl bir büyük bir çaresizlik, nasıl büyük bir dramdı ki, hayatının baharındaki genç bir kadını bebeği ile beraber kıskacına almış bırakmamıştı. O anne ki verdiği son radikal kararı uygulamaya koyduğunda da yavrusunu düşünmüş, ondan ayrılamamış, belki de o bilmediği sona yaklaşırken yavrusunun varlığı ile cesaret bulmuştu. Son nefesini verirken bile ağlamadığından, güven içinde olduğundan emin olmak istemişti. Aslında şartlar onu buna zorlamıştı. Yavrusunu emanet edecek kimsesi yoktu çünkü, o nedenle en azından ölümün soğukluğu tüm bedenini kaplayıncaya ve birileri kendisini bir şekilde buluncaya kadar annelik iç güdüsüyle yavrusundan ayrılmak istememişti.
Hoşgörünün, alçak gönüllü olmanın, bağışlayıcılığın ve sevecenliğin her zaman bizim insanımızın en güzel değerleri olduğunu söyleriz, hatta bununla gurur duyarız. Ama berdel gibi çağdışı kalmış bir töreye dur diyemiyoruz, evlenip yuva kuran çocuklarımızın anne baba evine ancak cesedi geri döner diyerek onları adeta ateşe atıyoruz. Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir insanlık anlamakta öyle zorlanıyorum ki… Köylerde yüzlerce genç kızımız başlık parası uğruna okuldan alınıp sorgusuz sualsiz çocuk yaşta evlendirilirken, berdelle bir mal gibi değiş tokuş yapılırken, onların yaşamlarını adına töre dediğimiz, gelenek dediğimiz bir takım bağnazlıklarla karartırken; vicdan denen o insani duyguyu da ayaklar altına alıp eziyoruz.
Köyde kadınlar çaresiz, anneler suskun, çünkü her şeyin kararı erkeklerde; onlar ne derse o oluyor. Erkek isterse kızını satıyor, gönlü isterse eve kuma getiriyor, yine gönlü çekerse bir kadına zorla sahip oluyor, peşinden o yüz kızartıcı suçunu affettirmek için kızını berdel olarak veriyor, hem de hiç düşünmeden utanmadan sıkılmadan. Sonuçta etrafta mutsuz yığınla kadın, onların yetiştirmeye çalıştığı çocuklar… işte toplumsal çöküşün ayak sesleri…
Ama bu olumsuz tablo önemli mi? Değil, çünkü erkek mutludur. Egolarını bastırmış, hayvani duyguları uğruna eşini, kızlarını harcamıştır hem de gözlerinin yaşına bile bakmadan. Aslında erkek tamamen zayıflığına yenik düşmüş ve törelerin koruyucu kalkanı ardına saklanmıştır tam bir korkak olarak. Ama töre onlardan yanadır ya sorun yoktur. Çünkü töre emretmiş erkek uygulamıştır, çünkü töre tüm ayıpları örter.
Öyle mi? Bu kadar basit mi?
Her şeyin üstesinden gelen, tüm dertlere çareler arayan insanımız töreler karşısında bu kadar mı çaresiz? Neden kimseler bu gidişata bir çözüm yolu bulamıyor, dur diyemiyor?
Aslında tüm bu yaşananlar yeni şeyler değil, Anadolu kadınlarımızın yıllardır tanıklık ettiği, birebir yaşadığı gerçekler. Pek çoğumuz bu geleneklerden habersizken, hatta berdelin manasını dahi bilmezken onlar yıllardır törelere tutsak olmuş yaşıyorlardı ve bu uğurda kim bilir kimler feda edildi, kim bilir kimler gencecik yaşta toprağa verildi verilecek. Yıllardır var olan bu acımasızlık eskiden olduğu gibi günümüzde de devam ediyor, ancak gündemi daha çok meşgul ettiğinden olsa gerek bizler daha çok olayla karşılaşıyor, belki de durumun ne kadar vahim olduğunu yeni yeni fark ediyoruz.
Yitip gidenleri düşündüğümüzde evet belki de çok geç kaldık ve bu ana kadar ses çıkarmamış olmamız bağışlanamayacak kadar büyük bir suç; ama en azından şimdi şu noktadan başlayabiliriz pekala. Bizden sonraki nesilleri düşünerek, bizlerin yaşadığı travmaları onların asla yaşamamasını umut ederek…
Bir şeylere karar vermek bile o işin yapılanmasında olumlu bir adım değil midir sizce de? Madem ki şu anda oralarda ardı ardına yaşananlar içimizi yakıyor, yüreğimizi sızlatıyor o halde bir yerlerden ses vermeliyiz bizlerde.
Sivil toplum örgütleri ile devletin dikkatini bir şekilde çekmeli, alınacak önlemler bir an önce alınmalı, artırılmalı. Bilemiyorum belki de ağır yaptırımlar getirilmeli, şimdi değilse bile en azından yıllar sonra törelerin bağnazlığı unutulmalı. Bu iş elbette hiç kolay değil. Mutlaka kulak arkasına atılacak, mutlaka karşı çıkanlar olacak ama, zaman içinde nesiller boy atıp filiz verdikçe töresizde yaşanacağını anlayacak bizim insanımız. Bu süreç çok zor, çok meşakkatli ama denemeye değer hem de hiç beklemeden, yarı yolda pes etmeden, gencecik kızlarımız daha fazla harcanmadan, dünyaya küsmeden.
Ben o resim karesine benzer bir resim daha görmek istemiyorum. Ya siz?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
5.12.2006
TEŞEKKÜRLER YAZINIZ İÇİN,
YanıtlaSilKÖY VE ANADOLUDA YAŞAYAN KADINLARIN DRAMI. EVET O RESİM HERŞEYİ ANLATIYORDU. ÇAREZİLİĞİN VE TUTUNACAK BİR DALIN OLMAYIŞI O KİŞİYİ ÖLÜME GÖTÜRÜYOR VE DE ÇOCUĞU HERŞEYDEN HABERSİZ. ANNESİ ONU YALNIZ BIRAKIYOR. O RESİMDEKİ KAREYİ HAYALİMDE CANLANDIRINCA İÇİM ÜRPERDİ VE ÜZÜLDÜM.
KÖYLERDE KADINLAR ÇOK EZİLİYOR. KADINLAR SIRTINDA YAVRUSU İLE BİRLİKTE TARLADA ÇALIŞIYORLAR, SÜT SAĞIYORLAR, SABAHTAN AKŞAMA KADAR ÇALIŞIYORLAR, AMA DEĞERLERİNİ HİÇ KİMSE BİLMİYOR.
BEN DE O RESİMİ BRİ DAHA GÖRMEK İSTEMİYORUM....
ATATURK'UN KADINLAR İLE İLGİLİ SÖYLEDİĞİ SÖZLERİ;
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
SAYGILARIMLA,
MURAT ARSLAN