Çıktığı andan itibaren
satış listelerini alt üst eden "Etkili
İnsanların 7 Alışkanlığı" isimli kitabı çoğumuz biliyoruz. Dünyanın
uluslararası bir liderlik otoritesi olarak kabul ettiği, ünlü Amerikalı yazar Dr. Stephen R. Covey’e ait. İşte bu
kitabın ‘Paradigma ve İlkeler’inden söz eden bölümünde; yazarın ele aldığı
alışkanlıklardan ilkidir Proaktif düşünce.
İş dünyasında da sıkça
kullanılan bir kavram. Ancak sadece iş hayatımız için değil, özel hayatımız
için de son derece önemli. Neden mi?
Gerekçelerini beraberce incelediğimizde bana hak vereceğinize inanıyorum.
Önce bu yabancı terimin kelime
anlamına bakalım mı? Proaktiflik, hayatta tek seçenekli olmamak demek. Yani
yaptığımız planlarda her daim, bir ikinci ya da üçüncü alternatife yer vermek.
O anki koşullara duygusal tepki vermemeye çalışarak, mantık ve vicdan süzgecinden
geçirdikten sonra uygulamaya geçmek. O ANA en uygun hareket planlarını yapmak. Bunun için de cesaretle olayların
içinde bulunmak. Sorumluluğu üstlenebilmek. (Vicdanın da en az mantığımız kadar
önemli olduğu gerçeğini yazımın ikinci bölümündeki örnekle daha net göreceğiz.)
Böyle bir düşünce yapısı
ve davranış tarzı; bizi hayata karşı daha olumlu ve güçlü yapıyor elbette. Amacımız
da bu değil mi zaten? Yaşamla uyum içinde olmak, daha kaliteli, daha saygın
yaşamak. Böylesi güzel bir yaşamı ise proaktif düşüncelerimizle gerçekleştirebiliyoruz.
Hadi gelin biraz açalım.
Proaktif düşüncede
olaylara olumlu bir bakış açısı şart. Bunun içinde karşılaştığımız olay her ne
olursa olsun; vereceğimiz duygu ve tepkilerin farkında olmamız gerekli.
Ağzımızdan çıkan sözcüklerin de. Çok sert bir olayın içinde, öfkeliyken adeta
burnumuzdan soluyorken; bunu başarabiliyorsak ne mutlu bize. Ama yapanlarımızın
sayısı o denli az ki.
Bazen öyle bir olay
yaşıyor ya da tanık oluyoruz ki. İster istemez kendimizi olayların gidişatına
kaptırıyoruz. Sonrasındaki sözlerimize, davranışlarımıza şaşırıyoruz. Ve hatta kendimizi
tanımakta güçlük çekiyoruz. Çünkü o en zorlu olayları yaşarken sadece reaktif
düşünüyoruz. Etkiye tepkiyle karşılık veriyoruz. İstemsiz. Farkında olmadan,
durup düşünmeden. Sonra olaylar çığırından çıkıyor tabiri yerindeyse. Hiç
beklenmedik boyutlara ulaşabiliyor.
Oysa ki yaşadığımız
olayın ve bize getirilerinin farkında
olsaydık, daha farklı bakış açısı ile daha farklı davranabilirdik. Öyle değil
mi? Daha olumlu, daha ılımlı davranmaya çalışarak. Bize karşı haksızlık
yapıldığını düşünsek dahi. Peki bunu düşünmek kolay mı? Elbette değil.
Ama sonuçlarını
incelediğimiz noktada, reaktif düşüncenin bizi sadece anlık rahatlattığını; aslında
olay ve koşulların bizi yönettiğini fark edebiliriz. Toplumsal çevreden
etkilendiğimiz de gün gibi açıktır. Reaktif düşünüp hareket ettiğimizde,
sözlerimiz tepkiseldir. Harekete geçmeden önce bekleriz. Daha çok bilgi
edinmeye çalışırız belki ama; duygularımız ağırlıkta olduğu için çoğu kez
mantıklı düşünemeyiz. Ancak bizden yardım istendiğinde harekete geçeriz. İşte o
noktada verdiğimiz karar da kendi kararımız
olmaktan çıkar. Büyük bir ölçüde duygularımıza ve içinde bulunduğumuz koşullara
göre hareket etmişizdir. Özgür ve cesur davranmamışızdır.
Proaktif
düşünebildiğimizde ise; olayların ve düşüncelerimizin kontrolü kendi elimizde.
İşte o zaman, farkındalığımızla elimizdeki seçenekleri en doğru şekliyle
değerlendirmemiz mümkün olur. Olay ya da problem her ne ise sadece onu çözmeye
odaklanırız. Sorunun bir parçası olmak yerine çözümün bir parçası oluruz ki… bu
hem bizim hem de etrafımızdaki kişilerin yoluna ışık tutar. Elbette hata yapma
olasılığımızda vardır ama; her hatanın da bir tecrübe olacağını biliriz,
düşüncelerimizin farkında olduğumuz için. Önemli olan hatalarımızın vicdanımızı
sızlatacak türden olmaması.
Sonuçta geniş bir bilgi
birikimine sahip olmak gerekiyor. Daha derin, daha geniş düşünebilmek ve tüm
bunları başarmak için. Kendimizi her yaş ve durumda yeni şeyler öğrenmeye
odaklamak. Bundan keyif almak. Araştırmak, doğruları bulmaya çalışmak. Sorunun
kimden ve nelerden kaynaklandığını çözmek adına farkındalıkla düşünmek. Hepsi çalışmakla,
alışkanlıklarımıza; artı başka güzel alışkanlıklar katmakla kazanılacak şeyler.
Etkiye direkt tepki
değil, etkiye olumlu tepki verebilmek gerek. Bakış alanımız ne kadar gelişmiş
olursa, bunu başarma şansımız da o denli yüksek aslında. Çünkü olayları daha
geniş yelpazede inceleyip, madalyonun her iki tarafı için de daha net değerlendirme
yapabiliriz. Cesaretle adım atmak da en az bunlar kadar önemli. Yaratıcı
olabilmek de. Ön yargılarımız varsa törpülememiz de. Bize rahat geldiği için
kabul ettiğimiz alışkanlıklarımızı istersek, farkında olarak değiştirmemiz de.
Çünkü hepimizin içinde bu güç var; yeter ki
düşüncelerimizin direksiyonu hep bizim elimizde olsun. Kısacası, kendimizin
farkında olalım ve bu değişimi gönülden isteyelim.
Biliyorum ki kendimizin farkında
olabilmek bazen zorlaşıyor; özellikle düşüncelerimiz bir çığ yumağı gibi
beynimizi sarmışken. İşte bu gibi hallerde uzmanların önerileri, basit olumlama
cümleleri ile farkındalığımızı geri çağırma yönünde. Gerçekten son derece basit
cümleler aslında. Bir yerlere not olarak alabiliriz ve söyleye söyleye alışkanlık
haline getirebiliriz. Bakın şöyle;
‘’Ben duygularım
değilim; ben düşüncelerim değilim; ben davranışlarım değilim; ben içinde
bulunduğum hal değilim. Kendimi bunlardan ayırmayı başardığımda bilinçli yanıtı
seçebilirim.’’
Böylece kendimize bir
anlamda dışarıdan bakmış oluyoruz, öyle değil mi? İşte bu durum sadece bizim
düşüncelerimizi olumlu anlamda etkilemekle kalmıyor. Hep sözünü ettiğimiz empati
yeteneğimizi de kolaylaştırıyor. Bir anlamda yeni paradigmalar yeni dünya
görüşlerinin yolunu açarken; bizler başkalarına karşı ön yargısız
yaklaşabiliyor, daha kolay anlayabiliyoruz. işte bunu başarmak bence çok
önemli. Hep savunduğum KALİTELİ YAŞAMI kucaklamak adına.
Elbette çalışmadan,
denemeden, emek harcamadan hiçbir şeye kolay ulaşılamıyor. Bu güzel beceriyi
kazanmak için de; başkalarıyla beyin fırtınası yapmak, farklı düşüncelere açık
olmak, varsa katı kalıplarımız onları bir an öce yıkmak çok önemli. Böyle
söylüyor uzmanlar. İşte o zaman başarı
bizimle olacak. Ve bizler hak ettiğimiz bu başarıyı hem kalpte hem de akılda
yarattığımız için, mutluluğu damarlarımızda daha kuvvetli bir şekilde hissedeceğiz.
Geldiğimiz nokta basit
aslında. Kendimizin farkında olmak. Ama Stephen Covey bunu besleyecek diğer
değerlere de önem vermemiz gerektiğini belirtiyor. Bunlardan ilki daha önce de
sözünü ettiğim; kalbimizin yansıması olan vicdanımız. Sonrasında ise özgür irademiz
ve bize zihnimizin kapılarını ardına dek
açacak olan yaratıcı hayal gücümüz.
Sokrates’in hayal
gücümüz ve kendimize belirlediğimiz sınırlar hakkında verdiği çok sevdiğim
çarpıcı bir dersi var. Gelin tam bu noktada ona göz atalım.
İşte ne kadar geniş
açıyla bakmayı öğrenir, farkındalığımızı artırırsak, ne kadar çok merak edip,
araştırmaya yönelir ve çalışıp öğrenirsek; yapacaklarımız o denli sınırsız
olur. Özgürce hayal kurabilir ve onların peşinden koşarken gerçekleşeceklerine
tüm kalbimizde inanırız. Yapılacak tek şey var o da etrafımızdaki o sınırı
kaldırmak, öyle değil mi? Bu güzel gelişme her şeyden önce kendimize güven
duymamızı sağlar.
Kendimize bakış şeklimizi değiştirmemize vesile olur. Ardından
hayatımızda güzel değişmeler başlar.
Daha olumlu, daha kaliteli bir yaşam bize adeta göz kırpar. Tüm bunların
getirisi olarak öz saygımız gelişir, saygıyla baktığımız hayat bize saygıyla
karşılık verir.
Biliyorum çok derin bir
konu. Belki ilk başlarda gözümüzü dahi korkutuyor. Ama basitçe paylaşmaya
çalıştığım gibi, hayatta hiçbir şey zor değil ki. Gönülden istersek ve
çalışırsak bizler de proaktif düşüncenin olumlu yansımalarını hem kendimizde
hem çevremizde görebiliriz. Neden olmasın? Haydi denemeye başlayalım mı? (devamı çarpıcı bir film
örneğiyle 2. Bölümde)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.10.2013
Açık, anlaşılır, kısa. Elinize sağlık. Küçük bir ekleme; "Nasıl" sorusunun sihirli gücünden de faydalanabiliriz. Nasıl daha iyi olabilir?
YanıtlaSil