Yaşantımızın tek sorumlusu biziz. Bizim düşüncelerimiz. Her yeni güne onlar şekil veriyor; biz istesek de istemesek de. Farkında olduğumuz düşüncelerimiz için sorun yok elbette. Ama farkında olmadan düşündüklerimiz, minicik bir kar topundan kocaman bir yığına dönüştüğünde altında kalan yine biziz. Bizim duygularımız, ruhumuz ve hatta bedenimiz. Bu nedenle hep dediğimiz gibi hayat koşusunda ara molalar gerekli. Ve bu molalarda kendimizle yüzleşip, gerektiği noktada MEA CULPA diyebilmemiz.
Arındıktan, sırtımızdaki yüklerden bilinçaltımızdaki safralardan kurtulduktan sonra yine kaldığımız yerden devam. Üstelik daha enerjik, daha pozitif ve daha tecrübeli olarak. Her bir adımda merdivenin basamaklarını çıkıyoruz inanın bana.
Hayaller mi? Hepsi bizim.
Özlemler mi? Kucaklayabiliriz.
Şu sıralar okuduğum James L. Rubart’ın ‘Odalar’ isimli romanında da buna benzer bir yaşamın geçmişe dönük sorgulamaları var.
‘Her an seçimler yaparız. O seçimler dalgalar yayarak hayatlarımızın her alanını etkiler. Kanat çırpan bir kelebek, binlerce mil uzakta bir kasırgaya sebep olabilir.’ diyor bir satır arasında.
Bizim duygularımız da aynını yapmıyor mu sizce? Bir de biriktirdiysek tüm olumsuz hayat anılarımızı, geçen senelerin tozlu raflarına yerleştirdiysek vay halimize.
Yıllarca bastırılan ve yok sayılan duygularla yüzleşmek kolay değil elbette. Ama madem bir zamanlar yaşandı, o halde kabul edip son bir defa daha; ama sadece affetmek ve unutmak için yeniden hatırlamak gerek. O tozlu raflarda bizi rahatsız eden hiçbir anımız kalmayacak şekilde tertemiz yapmak gerek. Karşılaşacağımız tablo ve geçmiş senelerin taptaze acı dolu anları için cesur olmak ise ilk şart aslında. Çünkü aynı acıyı yeniden yaşayacağız. Belki de romandaki ana karakterin yaşadıkları gibi;
‘’O acı dolu günün bölünemeyecek kadar küçük her ayrıntısı bir anda kalbinin derinliklerinden fışkırıp ortalığa saçıldı. Şu anda gördüğü gün değil. Dehşetin başladığı gün. Sanki bir odada haykırıyorum ve kimse bana dönüp bakmıyormuş gibi hissediyorum.’
‘’Dünün acısı, bugünün gücüdür.’’ der Paulo Coelho. Bu kadar kısa ve net her şey. Dünü dünde bırakırken güçlenerek adım atabiliyorsak her yeni güne, mutluluk hemen yanımızda. Ama tersini yapıyor ve geçmişle yüzleşemiyorsak işimiz hayli zor. Derindeki o acı dolu anlar bizi hep rahatsız edecek bir şekilde. Huzurumuzu kaçıracak. İçimizde tarif edemediğimiz duygular yaratacak. Nedensiz mutsuzlukların, can sıkıntısının, gittiğimiz hiçbir yere sığamıyor olmanın ruh hali yakamızı hiç bırakmayacak.
‘Geçmişteki yaralarımızı açıp bakmazsak acıyı uyuşturacak ve onu derine gömecek çeşitli merhemler imal ederiz. Bıkıp usanmadan amansızca parayı kovalamak, ün şöhret peşinde koşmak, insanların onayını aramak, zararlı alışkanlıklar… Bizi yaralayanları bağışlamayı deneriz ama, sadece belirtiler çıkınca. Köküne inmeli, yarayı tamamen söküp atmalıyız ki bir daha geri gelmesin acılar. İşte ancak o zaman gerçekten bağışlarız.’
Bu sözler yazımın özeti gibi…
Gerçekten de kalbimizin yaralı kısmını iyileştirdiğimizde o ana değin hiç tadına varamadığımız huzur ve dinginlik bizi kucaklar. Şimdi, kazandığımız bu motivasyon ve enerji ile tüm antagonist düşüncelerimize karşın; hayallerimize göz kırpma zamanıdır. Ne dersiniz?
Ama önce MEA CULPA diyebilmek lazım… Dileğim bu sözü kullanmamıza vesile olacak hiçbir anımız olmasın, ama varsa da kendimize bu şansı tanımak en güzeli. Hayatın kaçan vagonları bir yana, arkasındaki son lokomotif de olsa yetişeceğimiz; bence değer.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
28.11.2013
28.11.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder