Hepimiz birbirimizden farklı pek çok
yeteneğe sahibiz. Zekamız ve kapasitemiz, hayat sahnesindeki rollümüzü oynarken
bize yol gösteriyor. Her yeni gün bilgi dağarcığımıza eklentiler yapıyoruz. Başarı
basamaklarını hızla çıkıyoruz. Ancak ne kadar başarılı olursak olalım;
yaşadığımız topluma uyumlu ve duyarlı değilsek, tavan yapmış bir ego ile
herkese yukarıdan bakıyorsak; bir yerlerde bir eksiklik var demektir.
İşte EQ (Emotional Quotient) yani
duygusal zeka burada devreye giriyor. Kendimize ve başkalarına ait duyguları anlama ve yönetme
becerisi. Önemli olan noktası, sadece anlamak değil. Sezdiğimiz andan itibaren
yönlendirme ve yönetme de yapabiliyor olmamız. Bu o kadar da kolay değil
elbette.
Ölçümü oldukça zor, çünkü
belirsizlikler söz konusu. Bazı bilim adamları onun da sabit olduğunu ileri
sürüyor olsalar da çoğunluk zamanla geliştiğinden yana. Bu konuda sizler ne düşünürsünüz bilemiyorum;
ama ben de zamanla artacağına ve bunun insanın kendi elinde olduğuna
inananlardanım.
İsterseniz gelin tüm bu
bilgileri harmanlayalım. IQ ve EQ bize neler katıyor bir bakalım. Hepimizin çok
daha yakından tanıdığı IQ (intelligence quotient) akademik zekamızı ölçüyor. Ve
zaman içinde değişmiyor hep aynı kalıyor. EQ ise bambaşka. Bizim duygusal
zekamız. Yeteneğimizi tanımlıyor. Aklımızın verimli çalışması tamamen ona
bağlı. İnsani niteliklerimizin çoğu duygusal zekamızdan geliyor. Sosyal
yeteneklerimiz, empati ve sosyal becerilerimiz ne kadar gelişirse insanlarla
diyaloğumuz o oranda başarılı oluyor. Karşımızdakilerin isteklerini, duygularını,
konuşurken anlatmaya çalıştıklarını daha kolay anlıyoruz. Ön yargısız yaklaşabiliyoruz.
Yeri geldiğinde gözlerinin içine bakarak gerçekten onların yanında olduğumuzu
hissettirebiliyoruz.
İnsanın kendisini önemli
hissetmesi, duygularının anlaşıldığını duyumsaması ve hepsinden öte güvende
olduğunu bilmesi o kadar önemli ki… işte bunu başarmanın yoluna doğru gidiyoruz
biz de satırlarımızla. Bunu gerek iş yaşantımıza, gerekse sosyal yaşantımıza
ayırt etmeksizin uygulayabilmenin yolu ise duygusal okur yazarlıktan geçiyor. Nasıl
mı? Yolculuğumuz hayli keyifli olacak, inanın bana. Düşünen yanımızla hisseden
yanımızı uyum içinde çalıştıralım yeter ki.
Bir insan duygularını
kontrol edebildiği ölçüde sorunları çözüme ulaştırmada başarı kazanıyor.
Yaşadığı olaylar karşısında sakinliğini koruyabilen, öfkesine hakim olan,
kendini hemen toparlayan insan bunu başarıyor demek. Hadi gelin soralım
kendimize.
Hangimiz başarılıyız olaylar karşısındaki kontrolümüzde? Yaşadıklarımızın
hemen sonrasında kendimizi motive edebiliyor muyuz? Yeri gelip kabullenip,
ilerideki olayların kendi lehimize gelişmesi adına o olayın da yaşanması
gerektiğine ikna olabiliyor muyuz? Yoksa hemen karalar bağlayıp, hayata
küsenlerden miyiz? Düşünsenize, kendinizi ve duygularınızı tam olarak
bilemezken, onları kontrol edemezken; karşınızdaki insanlara nasıl yardım
edebilirsiniz ki?
Düşünen yarımız,
bilincimize daha yakın olduğu için olayları mantık süzgecinden geçirip tartıyor.
Hisseden yarımız ise tamamen duygularımızın eseri. Ancak bir karar alırken her
ikisine de ihtiyaç duyuyoruz, öyle değil mi? Kendi iç sesimize, hislerimize
güvenmeye çalışıyoruz. İşte bu noktada bize sıkıntı veren duygularımızın farkında
olabilmek ve olumlu duygularla değiştirmek bizim için çok önemli. Neden mi? Pozitif
enerjimizi koruduğumuz her olay sonrası öz güvenimiz daha da sağlamlaşır da
ondan. Böylece bir sonraki adımda daha umutlu, daha güçlü bakarız yaşama.
Biz duygusal ahengimizle
yaşamın içinde gökkuşağı misali renkler yaratabilirsek, etrafımızdaki herkese
bunu yayma şansımız da olur. İlişkilerimizde, temaslarımızda yarattığımız
olumlu enerji sinyalleri çoğalarak bize geri gelmeden önce pek çok kişiye
bulaşır. Bir damla ikiye üçe çıkar, bizler fark etmeden. Empati kurmak daha
kolaylaşır. Anlayış, hoşgörü ve gönül gözüyle bakabilmek de. Üstelik duyguların
sağlıklı olması ruhen ve bedenen bizi olumlu anlamda da destekler.
Uzmanlar tüm bunların
öğrenilebilir olduğunu savunuyorlar. İyimserliğin, hayata hep umutla bakmanın,
duygularımızı fark edip güzelleştirmenin… Ben de buna inananlardanım. Yaşımız kaç
olursa olsun hiç önemli değil. Yeter ki bir ucundan tutalım ve kalpten
isteyelim. İşte duygusal okuryazarlık da bunlardan bir tanesi. Üstelik yaşadığımız
zorlu dönemler itibarıyla hepimizin anlaşılmaya, empatiye, hoşgörüye eskisinden
daha çok ihtiyacı var. (devamı 2/ 2 ‘de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
12.12.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder