Detaylarına indiğimde
beni son derece meraklandıran bir yaşamdan söz etmek istiyorum bu yazımda. Bizlere
şaşırtıcı derecede benzeyen, aile olarak yaşayan, yaşlılarını asla terk
etmeyen, şefkat dolu canlılar onlar. Kocaman bir beden, kocaman kulaklar, hemen
her işe yarayan bir hortum ve sıcacık bir kalbin sahipleri.
FİLLER.
Öyle güzel bir dünyaları
ve bizlerin bilmediği öyle gizemli yönleri var ki. Araştırdıkça ve okudukça
insanı şaşırtıyor ve tebessüm ettiriyor. Sıkılmayacağınızdan eminim, bu nedenle
de paylaşmak istedim.
Memeli hayvanlar içinde
en büyük beyne ve beyin kıvrımlarına sahipler. (İnsan beyninden dört buçuk kat daha
büyük ve %50 fazla kıvrımlı) Dolayısıyla günlük yaşam anılarını belleklerinde
kolayca biriktiriyor, ömür boyu hiç unutmuyorlar. Bu özellikleri, her yeni gün
nerede yiyecek bulacakları konusunda en büyük yardımcıları. Üstelik beyin
kıvrımlarının fazlalığı nedeniyle karşılaştıkları her problemi ustaca
çözebiliyorlar. Son derece de meraklılar.
Ömürleri altmış ile
yetmiş beş yıl civarında. Asya ve Afrika filleri olmak üzere iki türü var. Asya
filleri 4.5 ton ağırlığa ve 3.2 metre boya sahip. Afrika filleri ise daha
büyük. Tam 7.5 ton civarında ve 4 metrelik boyları var. Bulundukları kıtanın doğal
şartlarına ve iklimine göre; hem fiziksel hem de beslenme olarak farklılık
gösteriyorlar.
Bizleri şaşırtan en
önemli özellikleri hiç kuşkusuz parmak ucunda yürüyor olmaları. Oysa ki düz
mantıkla baktığımızda; devasa ağırlığa sahip olmaları nedeniyle, bunun
neredeyse imkansız olduğunu düşünmemiz son derece normal. Ancak ayak, parmak ve
eklem yapıları mükemmel. Ayak parmak kemikleri çok kuvvetli bağ dokusu ile
birbirine bağlı. Ama onları parmak ucunda yürüten minicik bir minder. Parmak
kemiklerinin arasında ve ayak tabanında yer alıyor. Aslında bir yağ dokusu. Ağırlığı ve basıncı geniş bir yüzeye yayma
özelliğine sahip. Öyle ki yuvarlanan bir nesneyi ezmeden durdurabiliyorlar. Yani
dokunuşlarında, yeri geldiğinde bu kadar da narin olabiliyorlar.
Büyük bir bedene
sahipler. Dolayısıyla beslenmeleri için günde neredeyse 300 kg ot çiğniyorlar.
Hal böyle olunca dişlerinin yapısı ve sayısı hayli önem kazanıyor. Ancak diş
sayıları ile yine bizleri şaşırtıyorlar. Çünkü her filin ağzında topu topu dört
diş var.
Çok çabuk aşınması da cabası. Üstteki sivri ve uzun dişleri hem
kendilerini savunmak hem de delik açıp su çıkarmak için kullanıyorlar. Yaşamları
boyunca altı kez yenilenen dişleri sayesinde beslenmelerine rahatça devam
ediyorlar. Son dişlerini kaybettiklerinde ise açlıktan ölüyorlar.
Kocaman gövdelerine
uygun kocaman kulakları var fillerin. Onları oynatarak hem birbirleriyle
iletişim kuruyor, hem de serinliyorlar. Adeta birer yelpaze gibi çalışan
kulakları; Afrika fillerinde biraz daha büyük. Nedeni bulundukları bölgenin
sıcaklık durumu.
Fillerin göz yapıları
bedenlerine kıyasla oldukça küçük. Ama yine sıkı durun. Çünkü bizler gibi içten
gelerek ağlayan tek hayvan onlar. Aile halinde yaşadıkları ve birbirlerine çok
bağlı oldukları için; topluluklarından bir üyeyi kaybettiklerinde onun başında
bekleyip gözyaşı döküyorlar.
Belki de bizlerden daha
çok kadir kıymet bilen filler; kendilerini yetiştiren bakıcılarını da asla unutmuyorlar.
Bunun en güzel örneği bir Amerikan sirkinde yaşanmış. Yıllarca kendisini sevgiyle
yetiştiren bakıcısının cenazesini taşırken ağlayan Buddy isimli fil, yaşadığı
hüzünle herkesi duygulandırmış. Yapılan iyiliklerin gün gelip karşılık
bulacağının en hoş örneği bence.
Anne fillerin gebelik
süresi 22 ay sürüyor. Sadece tek yavru doğuruyorlar. Müthiş bir annelik
güdüleri var. Yavrularını gözlerinin önünden hiç ayırmıyorlar. Kaç yıl
dersiniz? Tam 12 yıl. Böylece bulundukları vahşi ortama her anlamda hazır
olmaları için tüm eğitimi de veriyorlar.
En çok baldan hoşlanan
filler; et, balık ve meyve de yiyorlar. Doğanın son derece vahşi ve yırtıcı
memelilerinden. Dolayısıyla onları eğitmek, büyük sabır biraz da acımasızlık gerektiriyor.
Henüz yavruyken
ailesinden kopartılıp; kalın zincirlerle bir kazığa bağlanıyor. Zincirlerinden
kurtulup özgürlüğüne kavuşmak için tüm gücüyle çabalayan yavru fil; yıllar
geçtikçe mücadelesinde yenik düşüyor. Ve artık özgürlüğüne kavuşamayacağına
inanıp mücadeleyi bırakıyor. Bir anlamda tutsak olarak yaşamayı kabulleniyor. Aradan
geçen yıllar içinde kocaman bir gövdeye ve güce sahip olduğu halde;
zincirlerinden kurtulmayı asla denemiyor. Çünkü bir daha özgür kalamayacağına
tamamen inanıyor. ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK olarak da adlandırılan bu durum; aslında
bir hayat dersi olarak, unutulmaması gerekli bir nokta diye düşünüyorum. (devamı
2/2 ‘ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
15.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder