Yunan
mitolojisindeki öyküsünü bilirsiniz. Hayli manidardır. Zeus, güzeller güzeli
eşi Pandora'ya evlilik hediyesi olarak çok özel bir çömlek hediye eder. Tek
şartı kapağının hiç açılmamasıdır. Merakına yenik düşen Pandora fazla dayanamaz
ve kapağı açar. Hatasını anladığında kapağı yeniden kapatır ama olan olmuş; kibir,
öfke, kıskançlık gibi tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlamıştır. Ancak rivayete
göre dipte bir duygu kalmıştır ve o da UMUT’ tur. Yunan mitolojisindeki ismiyle
Elpis. Genç bir kadın olarak resmedilen bu tanrıça sayesinde; insanların
sonsuza değin sürecek umutsuzluktan kurtulduğuna inanılır.
Gerçekten
de öyle değil midir?
Gün
geliyor karanlık bir tünelin ucundaki ışık hüzmesine benziyor umutlarımız;
karanlığa alışmış gözlerimizin dikkatle üzerine odaklandığı.
Gün
oluyor çatlamış topraklarda, her şeye rağmen filizlenen bir tutam yeşillik gibi
içimizi kıpır kıpır yapıyor.
An
oluyor; kar yığınları arasından, narin boynunu gökyüzüne uzatan kardelen misali
içimizi ısıtıyor.
Umutlarımız.
Her
dem tazeler. Her dem inatla ‘’Ben buradayım ve güçlüyüm.’’ diyerek fısıldıyor
adeta kulaklarımıza.
“Hayat
olan yerde umut da vardır.” demiş çok eski yıllarda; Romalı yazar Marcus
Tullius Cicero.
O
halde bize düşen, umutlarımıza sahip çıkmak, koruyup, büyütmek olmalı.
Peki
ya beklentilerimiz. Hangimizin yok ki? Ama beklentiler tehlikeli. Hele bir de
dozunu ayarlayamıyorsak vay halimize. Düşünsenize özellikle de başkalarından ne
çok şey bekliyoruz. Hatta bazen işi inada bile bindiriyoruz. Umuttan o kadar
farklı ki.
Umut,
bir şeyin olmasını isterken ya da tahmin ederken içimizde oluşan güven duygusu.
İçinde sabır tohumlarını taşıyan ve tersine kanıtlar olduğu halde, olabilirliğe
olan inancımız.
Öyle
naif bir duygu ki aslında. Kırılgan, hassas ama görünmez bir güce sahip. Ben
umutlarımızın sevgimizle beslendiğini düşünenlerdenim. O nedenle narin olduğu
kadar dirayetli. Erdemin ışıltısını taşıyor sanki.
Beklenti
ise arzuladığımız sonuca, hedefe ulaşmayı istemek. Elbette önce kararlılıkla ve
cesaretle yolumuzu belirlemek. O yolda emek harcayarak tüm şartları hazırlamaya
çalışmak. Kendimizi buna hazır hissettikten sonra da, kalben isteyip akışa
teslim olmak.
Ama
dikkat; akışa engel olacak şekilde ısrarla, inatla sürekli düşüncelerde tutmak
değil. ‘’Mutlaka olsun.’’ diye diretmenin bize bir şey kazandırmadığı gibi,
içimizi fazlasıyla yıprattığı bir gerçek.
Kısacası
beklentimize olduğundan fazla anlam yüklememeye, yani sınırını iyi belirlemeye
dikkat etmemiz gerekiyor. Beklentimiz olmadığında yaşanacak hayal kırıklıklarını
minimize etmek adına.
Hepimiz
hayatın rutin döngüsündeki çalkantıları minimumda tutmak, sıkıntıları tolere
etmek ve yaşama değer katma çabasındayız. İşimiz, çevremiz, arkadaşlarımız,
ilerideki hayatımızla ilgili beklentilerimiz var. Kendimize belirlediğimiz süre
içinde elimizde olmasını arzu ettiğimiz güzellikler bunlar. Aklımız ve kalbimizden
gelen desteklerle o süreci yaşıyoruz. Bazen uzun sürüyor, bazen kısa. Bazen hiç
olmayacakmış gibi karamsarlığa itiyor bizi. Bazen de unuttuğumuz herhangi bir
anda karşımıza çıkıyor ki, en çok da o anlarda mutluluğun zirvelerinde hissediyoruz
kendimizi.
Kendiliğinden,
gönülden isteyerek vermek çok özel bir duygu bana göre. İnsana kendisini çok da
iyi hissettiriyor aynı zamanda. Ama unutmayalım ki karşılığı almak. Hal böyle
olunca; istemesek da kendimizi beklenti girdabında buluyoruz galiba. Özellikle
ikili ilişkilerde, duyguların yoğun olduğu anlarda çokça kapımızı çalıyor bu
duygu.
Şöyle
bir düşünelim mi? Biz pek çok şeyi; evet hiçbir karşılık beklemeden yapıyoruz
gerçekten de. Ama bir an geliyor ki, üzülüyoruz. Peki neden dersiniz? Çünkü iç
sesimiz ‘’Olmamalıydı, bunu hak etmedin.’’ diye bağırıp duruyor.
İşte
o zaman anlıyoruz gizliden gizliye beklenti içinde olduğumuzu. Dürüstçe itiraf
edelim ki, hepimiz yaşıyoruz böylesi duyguları. Yaşamaya da devam edeceğiz.
İşte
bu yüzden, mutluluğu direkt olarak beklentilere, hele hele başka birilerine
bağlamak bence yanlış bir seçim. Hep söylediğimiz gibi mutluluk anlarda,
şimdinin ışıltıları arasında. Kısacık. Yaşanılası. Sadece bizim avucumuzun
içinde, dünyaya bakan gözbebeklerimizde. Hepsi bu.
Elbette
hayat içinde; çok zorlandığımız yaşam karelerimiz ve unutamadığımız anlarımız
var hepimizin. Görünmez bir elin yakamızdan tutup karanlıklara çekmesi gibi;
bizi güzelliklerden ayırmaya çalışıyor adeta. İşte o anlarda sevgimizle beslenen
umudumuz hep kalbimizi ısıtsın ne olur.
‘’Ruhumuzu
geceye çeviren her şey, ardında mutlaka birkaç da yıldız bırakacaktır.’’
der ünlü Fransız yazar Victor Hugo.
Hepimiz
biliyoruz ki yıldızlara kolay sahip olunmuyor. Sabırla ve olan her şeye şükürle
durabilirsek eğer; ardından güneş doğarken; biz daha da güçleneceğiz yaşam
karşısında. Ve belki de yıldızları saçlarımıza iliştireceğiz. Başkalarının
yaşamlarına da pırıltı katmak adına. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum.
Bana
göre hayatın her süreci yaşam içindeki mutluluk nedenlerimize vesile. Farkında
olabildiğimiz ölçüde tadına varmak gerek. Umutsuz kalmadan, akışa uyarak,
sevginin pırıl pırıl ışığında. Azla yetinerek. Elimizdekilere şükürler ederek. Her
dem taze UMUTlarımızla.
Umutlarımızı
sevgiyle koruyup büyütelim ki; mucizelerin o muhteşem ışıltısı hayatımızı
rengarenk yapsın.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
13.01.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder