Dikkatli
bakıp, detayları fark ettikçe zenginleşiyor insan.
İzlemek,
sadece izlemek bile yeterli. Doğanın bu güzel döngüsüne şahit olmak için.
Yine
tesadüfen denk geldiğim minicik bir video var bu yazımda.
Sıradan.
Sadece
iki kaplumbağa var yeşilliklerin arasında. Ama bir tanesi nedendir bilinmez; ters
dönmüş.
Yuvalarını
sırtlarında taşıyan bu harika hayvanlar; maalesef böyle bir pozisyonda çaresiz
kalabiliyor.
Üst kısımları yuvarlak olduğu için de kendi kendilerine dönmeleri öyle
zor ki.
İşte
böylesi bir durumda diğer kaplumbağa ne yapıyor dersiniz?
Daha
arkadaşını gördüğü anda yardım etmek için çırpınıyor.
O
son derece yavaş halinde bile telaşını hissetmek mümkün. Amacı bir an önce
arkadaşını o zor şarttan kurtarabilmek. Kolları ve ayakları ancak kendi
kabuğunun izin verdiği ölçülerde hareket ediyor elbette. Esnek değil, hızlı
değil, çok kuvvetli de değil. Ama ne gam?
Deniyor.
Yavaş yavaş da olsa yapabilmek adına uğraşıyor. İlk hamleler yeterli gelmiyor
elbette. Sadece sallıyor. Ama olsun. Arkadaşının etrafında dönerek; o ağır ama
sakin adımlarını her atışında; amacı için biraz daha kendini zorlayarak; itiyor
arkadaşını.
Acaba
o anda ters durumda olup kurtarılmayı bekleyen kaplumbağa ne hissediyor
dersiniz?
Her
an artan umuduyla bekliyordur mutlaka. Sabırla.
Derken
son bir hamle daha. Ve evet. İşte arkadaşı kurtulmuştur. Artık beraberce
yollarına devam edebilirler.
Ne
güzel bir his değil mi?
Bir
başkasına yardım edebilmek. Ona el uzatıp, bulunduğu zor şartlardan kurtarmak.
Bunu
yapan sadece bir çift kaplumbağa. Hani ‘hayvan’ sıfatı yakıştırdığımız iki
güzel can.
Peki
ya biz insanlar?
Önümüzde
düşene bile gülüp geçerken; ne kadar
acımasız olduğumuzun farkında mıyız dersiniz?
Oysaki
bizler duygulu, düşünebilen varlıklarız.
Kalbimizden
taşan sevgimizle, empati yeteneğimizle yapamayacağımız şey yok.
Ama
nerede?
Yok
saymak, görmezden gelmek, kendimizi bir kenara koyup başkalarından beklemek,
yardım ederken saygıyı tamamen unutmak; en büyük hünerlerimizden. Öyle değil
mi?
Sadece
kendimiz için yaşıyoruz. Benciliz. Egomuz tavanlarda. En iyisini biz biliyoruz.
En güzelini biz yapıyoruz. Üstelik bu hallerimizle övünüyoruz. Utanmıyoruz.
Unuttuğumuz
detay ise; hayatımızı güzelleştirdiğimizi zannederken ne kadar
yalnızlaştığımız.
Zenginlik
ruhta başlar bana göre. Ruhtan bedene yansır.
Ruhumuzu
zenginleştirmenin yolu da yardım etmekten, paylaşmaktan geçiyor. Hayatın
güzelliğini fark etmemizi sağlayan en kolay yol. Bu öyle naif bir his ki,
maddiyatla satın alamayız. Kendi kabuğumuzun içinde, hep ‘bana’ diyerek
yapamayız.
Hadi
etrafımıza dikkatlice bir bakalım beraberce. Bir gün içinde bile
yapabileceğimiz o kadar çok güzellik var ki. Yardım etmek mutlaka insanlar zor
şartlardayken de olmamalı zaten.
Durduk
yerde. İçinizden gelmeli. Bir kapıyı tutmanın, kibarca ilk geçen olmasına izin
vermenin, alışveriş torbasını açıp uzatmanın, acelemiz yoksa sıramızı vermenin,
iltifat etmenin, o kişi duymasa bile onun adına dua etmenin tadı öyle güzel ki.
Bir
kişiyi gülümsetebiliyorsanız hiç sebepsiz. İşte dünyanın en zengin, en kaliteli
ruhu sizinkisi. O gününüz muhteşem geçer her şeyden önce. Aklınıza geldikçe siz
de gülümsersiniz. İçinizdeki çocuk çoşar, kabuğuna sığmaz.
Çocuklarımıza
bahşedeceğimiz en anlamlı hediye böylesi bir yaşam şeklini öğretebilmek olmalı.
Elbette en güzel örneği kendimizden vererek.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
06.05.2015
Yazma yeteneklerinden de gerçekten ilham alıyorum. Blogunuzdaki düzende olduğu gibi. Her neyse, güzel ve kaliteli yazıyı konu olmuş.
YanıtlaSil