Bu
kasabanın tüm dünya tarafından tanınmasına vesile olan bir doktor aslında.
Oklahama
Üniversitesi tıp fakültesinde ders veren doktor Stewart Wolf.
Kariyerini
sindirim ve mide üzerine yapmış. Yaz aylarını bu kasabaya çok yakın bir çiftlikte
geçiriyor doktor Wolf.
Ve
günlerden bir gün; yerel bir tıp derneğinde konuşma yapmak için çağrılıyor. Konuşması
bittikten sonra meslektaşları ile yaptığı sohbette; Roseto kasabasından
haberdar oluyor.
Kasabada yaşayanların hiç hasta olmadığını duyunca; bir doktor olarak elbette
çok şaşırıyor. Üstelik 65 yaşın altında kalp hastalığına yakalananların çok az sayıda
olduğunu öğrenince; mutlaka araştırması gerektiğini düşünüyor.
Çünkü
o yıllarda Amerika’da kalp krizi hayli yaygın. Ve 65 yaşın altındaki erkekler arasında
önde gelen ölüm nedeni.
Doktor
Wolf, düşüncesini etrafıyla paylaşıyor. Öğrencilerinin ve meslektaşlarının de desteği
ile kapsamlı bir araştırma başlatıyor.
Kasabadaki
tüm eski kayıtlar, aile yapılarına varıncaya kadar inceleniyor. Roseto
sakinleri ile anketler yapılıyor. Birebir görüşmeler gerçekleştiriliyor. Ve
sonunda kasabanın sağlık dökümü ortaya çıkıyor. Elde edilen sonuçlar ise hemen
herkesi şaşırtıyor.
Gerçekten
de Roseto’da 55 yaşın altında kalp krizinden ölen ya da herhangi bir kalp rahatsızlığı
gösteren hemen hiç kimseye rastlanmıyor. 65 yaş üstündeyse kalp krizine bağlı
ölüm oranının yalnızca %1 olduğu görülüyor. Ortalamalar, Amerikan
ortalamalarıyla kıyas bile kabul etmiyor.
Kasabada;
hiç intihar yok. Alkolizm yok. İlaç ya da uyuşturucu bağımlısı yok. Suç oranı dile
getirilmeyecek ölçüde az. Midesinden sorun yaşayan da yok; hasta olan da. Her
şey normal seyrinde devam ediyor. Sosyal yardıma ihtiyaç duymuyorlar.
Sonuç;
köylüler sadece yaşlılıktan hayatlarını kaybediyor.
Hep
göz ardı ettiğimiz, umursamadığımız, daha güzelini bulalım derken unuttuğumuz
minicik değerler bunlar. Ve günümüze ‘Roseto etkisi’ olarak ulaşmış.
Yapılan
araştırmalar bu durumun genlerle ilgisi olmadığını göstermiş. İtalya’daki
Roseto’dan Amerika’nın başka eyaletlerine göç edenler bu durumun dışında
kalıyorlar çünkü.
O
halde ne olabilir? Sağlıklı ve güzel beslenmek mi?
Tam
tersi.
Bu
bölge sakinleri çok şarap tüketiyor. Üstelik filtresiz sigara içiyor. Çoğu iri
yarı, göbekli ve kilolu. Ülkelerinden zeytinyağı getirtecek paraları yok. Bu
nedenle en ucuz yağ olan domuz yağını kullanıyorlar.
Çalıştıkları
yerler nasıl peki?
Son
derece sağlıksız. Gaz ve toz dolu taş ocaklarında ömür tüketiyorlar.
Bunca
sağlıksız yaşam şartı içindeyken bile; hepimize parmak ısırtacak bu muhteşem
sağlığı nasıl koruyorlar ne dersiniz?
Çünkü
köylüler göçten sonra da eski alışkanlıklarını bırakmıyor. Yaşam şekillerini
hiç bozmuyor. Geniş aileler halinde yaşıyorlar. Herkes birbirini tanıyor. Uzun
sohbetlerden hep keyif alıyorlar. Sosyal bağları çok güçlü. Halkın arasında
gelir farkı yok. Paylaşmayı seviyorlar. Üzüntülerini paylaşarak azaltıyor,
mutluluklarını yine paylaşarak katlıyorlar. Yaşlılar, hep saygı görüyor.
Kurdukları sofralardaki sohbetlerle, ruhlarını da besliyorlar.
Stres
nedir bilmiyorlar. Birbirilerine güveniyorlar. Çünkü tek bir tanesi yanıltmıyor
bir diğerini.
Gösterişten alabildiğine uzak duruyorlar. Elde edilecek maddi imkanların,
kimseye bir üstünlük sağlamadığının
bilincindeler.
Aralarında
muhteşem bir dayanışma var. Saygı ve eşitliğe önem veriyorlar. Hayatlarında hep
daha fazlası, daha çoğu olsun derdinde değiller. İçlerinden bir tanesi çıkıp da
çok zengin olmayı, diğerlerini sömürmeyi düşünmemiş hiçbir zaman. Paylaşmak en
büyük erdemleri olmuş. Kısacası kendi güçlü sosyal yapılarını sevgiyle korumayı
bilmişler.
Oysaki
bulundukları yeni yerde, eski alışkanlıklarına bir sünger çekip modernliği
benimseyebilirlerdi. Modern dünyanın görünmeyen baskılarına boyun eğmeleri an
meselesiyken; bunu yapmamışlar. Para kazanıp, yaşam şekillerini iyileştirdikçe;
daha çoğu olsun diye birbirlerini ezmemişler. Böylece kendilerini ve kasabalarını
hep sağlıklı tutmuşlar.
İtiraf
edelim ki, pek çoğumuz unuttuk bu güzel alışkanlıklarımızı. Kültür faktörünün
yaşamımıza olan olumlu etkilerini artık hatırlamıyoruz bile. Hep bana olsun derdindeyiz. Çevremizdekileri yok sayıyoruz. Gün geliyor gözümüzü bürüyen hırsa
yenik düşüyor ve erdemlerimizden daha da uzaklaşıyoruz.
Peki
neden? Bunu yapan gerçekten bizler miyiz? Bu güzel dünyayı neden paylaşamıyoruz
ki?
Ne
olur biraz duralım. Durup soluklanalım ve düşünelim.
İşte
bu kasabanın gizemli öyküsünü paylaşma sebebim.
Böylesi
faktörleri yeniden düşünmemiz için bir vesile olsun istedim. Çünkü bizim
buradan alacağımız ders o kadar kıymetli ki.
Sağlıklı
yaşamak, sadece güzel şeyler yemek içmek değil. Bedenimiz kadar ruhumuzun da
doymaya, ihtimam görmeye ihtiyacı var.
Öncelikle
kendi değerlerimizin farkına varalım. Kendimizi hiç olmadığı kadar çok sevelim.
Kendimize, iç sesimize fırsat verelim. Çünkü ruhumuzu, özümüzü tanıdıkça, zayıf
ve güçlü noktalarımızın farkına varacak ve güçleneceğiz. İşte ancak o zaman
kültürel değerlerimize sahip çıkma ve koruma cesaretini göstereceğiz. Baskılar
bizi yıldıramayacak. Hayata karşı dimdik ayakta durdukça, başkalarına da iyi
örnek olacağız. Çocuklarımızı bu zarafet içinde yetiştireceğiz. Erdem ve
saygının ışığında yol aldıkça birbirimizi daha çok seveceğiz. Birden bütüne
geçerken; insani değerlerin farkına varacağız.
Tüm
bunlar için hala vaktimiz var. Yeter ki kalben istekli olalım. Gönül gözümüzü
açalım.
Zaman
olumlu enerjileri umutla çoğaltma zamanı. Sevgiyle, aşkla, saygıyla,
hoşgörüyle, anlayışla
birbirimize kenetlenip; sağlığı ve huzuru koruma zamanı.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
27.04.2015
Kaynaklar:
http://tr.wikipedia.org; http://www.etnografika.com; http://www.birazoku.com; http://m.gencdergisi.com; http://www.safaknakajima.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder